tds_thumb_td_300x0
Umudun Ta Kendisi: Nefes Kaleli

Kadınlar…

En kıymetli varlıktır be! Güneş gören bir pencere kenarında saksı içinde her gün sulanmayı;  sevgiyle, sabırla yetiştirilmeyi bekleyen bir çiçektir. Hani kaç yıl geçerse geçsin başucumuzda duran, bir türlü değiştiremediğimiz fotoğraf çerçevesidir. Gökkuşağı gibidir, adeta tüm renkleri barındırır  benliğinde. Dört mevsimde desek yalan olmaz yani. Şefkattir, affedendir, sevgidir, güvendir, emektir, annedir. Düşünce kaldıran, oradan oraya bir kere bile of demeden koşturandır. Vefanın vücut bulmuş hâlidir. Binbir güzelliği içinde bulunduran cennettir. Aşktır. Gökyüzü gibidir derin ve sessiz. Sıcak yuvadır. Huzurdur. Güçtür. En önemlisi umudun ta kendisidir.

Şimdi size en güzel umudu tanıtmak istiyorum:

* Nefes Kaleli

” Maviye Kendini Hayran Bıraktıran Mavi Tüylü Geyik “

 

Sokakta arkadaşlarıyla yakan top oynayacağı, okul sıralarında sınava gireceği, ayıcığına sarılıp huzurla uyuyacağı, şefkatle sarıp sarmalanacağı, acılarına hemhâl olunacağı zaman; dünyası bir anda başına yıkılan bir kadın Nefes. On altı yaşında iken lise okuyan, psikolog olma hayaliyle yanıp tutuşan; yüzü gibi kalbi de güzel olan biri. Gençliğinin daha baharındaydı. Lakin hayat onu bir kez daha imtihan etmeye karar vermişti çoktan. Anne demeden, sevgiyi tatmadan büyüdü. Baba desen vardı ama yok gibiydi. Çünkü baba dediğin evladına yaslanması için bir omuzdur, candır, kandır. Baba dediğin can almaz, hayat çalmaz, hayal yıkmaz. Nefes’in babası ise kızının hayatını karartan, ona yeni yaralar açan, açılmasına izin veren tek kişiydi. Neden mi? Ucunda bir çanta dolusu para vardı da ondan. Sürükleye sürükleye okul forması üzerinde bir adamın kapısına götürüldü babası tarafından Nefes. İçeri atılıp yalnız bırakıldı. Karanlıkla tanıştı bir kez daha. Adını Soluk Benizli Canavar koyduğu Vedat Sayar ve altın kafes dediği evi Nefes’in yeni imtihanıydı. Maskesi gün geçtikçe düştü canavarın. Defalarca zorla sahip oldu Nefes’in bedenine. Fiziksel, psikolojik vs. birçok şiddete maruz kaldı sekiz sene boyunca genç kadın.

” Soluk Benizli Canavar Can Yakıyor “

Canavarının yatağına girmeyi reddettiği için ilk gece dayak yedi. Zorla bedenine sahip olunurken, benliği orada değildi. O, kumsalda çıplak ayakla koşup şen kahkahalarını saçıyordu etrafa. Bir yıl sonra altın kafesteki umut ışığını, oğlu Yiğit’i kucağına aldı. Kendi daha çocuk iken anne oluverdi birden. Oğlu ile karanlığına inat bembeyaz bir masal dünyası kurdu. Onunla beraber büyüdü. Sevgiyle büyüttü umudunu. Benim canım yansın ama oğlumunki  yanmasın diye defalarca kanadı kadın. Lakin Yiğit yine de şahit oldu babası olan adamın aslında bir canavar olduğuna. Kendini ve annesini nasıl hırpaladığını, nasıl canlarını yaktığını gördü. Ama annem daha fazla üzülmesin diye sustu yüreği omuzlarından büyük olan çocuk. Nefes oğluna can oldu, arkadaş oldu, güç oldu ve en önemlisi çok iyi bir anne oldu. Boşluğunu yakaladığı an oğlunu da alıp kaçtı çok kez kadın. Ama her kaçışında canavarın eline yine düştü. Bu kez daha büyük acılara merhaba dedi. Gözü, ruhu kararmış adam sevdiğini iddia ettiği Nefes’i bir ceza odasında eli kelepçeli aç bıraktı. Kimi zaman iki gün kimi zaman iki hafta… Yine de pes etmedi genç kadın. Ceza odasında her gün yanına gelen oğluna, kendine takılı olan serumu sihirli iksir diye tanıttı. Niye mi? Oğlu daha fazla kendini üzmesin, suçlamasın, kendi için endişelenmesin diye. Oklarını hazırladığında hemen orda olacağını söyledi oğluna. Sonrasında canavarının pişkin gibi sırıtmasına, pis laflarına maruz kaldı yine. Aldırmadan koştu her defasında oğlunun kollarına. Ne kendi ne de oğlu huzurlu uyku nedir bilemeden sekiz yılı devirdiler. Acılar içinde kıvrandığı vakitlerde ettiği duanın karşılığını bulana dek. Neyden mi bahsediyorum? Canavarının iş yaptığı ortaklarının misafirliğe geldiği gün karanlık bitti anne oğul için. Sonbahar akşamında beyazlar içinde makyajla bedenini gizlemiş haliyle oğluyla beraber indi teker teker merdivenlerden. Ve işte o büyülü an… ” Artık ben geldim, yalnız değilsin, kabus bitti Nefes’im” diyen o bal gözlerle gözlerinin buluşması.

” Nefes’in aydınlığını, Tahir’in yuvasını bulduğu an”

O bal gözlerin sahibi Karadeniz’in asi, hırçın, mert ve  yüreği merhamet dolu adamı Tahir Kaleli’ydi. O gözler bir kere kavuştu ve bir daha ayrılmadı birbirinden. Nefes şaşkındı bir o kadar da değişik hissediyordu kendini. Daha farkında değildi ama çoktan ilk kalp çarpıntısını, son kalp atışını, beyazını, inadını bulmuştu. “Kendini evli bir kadına bakıyorum”  diye suçluyordu Tahir de bir yandan. Nefes canavarının lafıyla tek tek tanıştı misafirleriyle yüzüne yerleştirdiği gülümsemeyle. Mutluymuş gibi yaptı, ta ki Deli Tahir bileğindeki morlukları görünceye dek. Çaktırmamaya çalışarak oturdu yemek masasına. Küçük misafir kıza karşı Kız Kulesi’ni ve hatta Istanbul’un birçok yerini görmüş gibi davranmak oğlunun canını çok yakmıştı. Dayanamayıp kalktı masadan, çarptı kırıldı sürahi. Koştu Tahirle oğlunun yanına. Adam tüm morlukları fark etti artık. Bileğinden tutup nedenini sorgularken Vedat’a yakalandı. Hemen bahane uydurup aldı oğlunu çıktı yukarı tabii canavarı da arkadan. Çekti saçlarından kadını odaya, pis ithâmlarda bulunup kırdı parmaklarını. Acı içinde kıvranır halde odada bıraktı onu. Genç kadın hazır misafirler varken fırsat bu fırsat deyip oğlunu da yanına aldı ve usul usul çıktılar evden. Sonra canavara yakalanma tehlikesiyle karşılaşınca atladılar Tahir’in pikabına. Genç kadın oğluna sarılıp içinden özgürlük naraları atarak yeni bir hayata kucak açtı aslında. Huzur dolu bir uyku çektiler. Gözlerini açtıklarında Sürmene’deydiler. Genç kadın burada daha da yıprandı. Körelmiş vicdanlardan kaçtığını sanırken yine onların eline düşmüştü aslında. Namusundan tut uğradığı şiddete kadar sorgulandı. Kendisine inanılmadı, defalarca aşağılandı. Canavarına teslim etmek için de çok uğraştı bu vicdanlar. Oğluna hasret bırakıldı. Ama her anında ona destek olan bir tek o bal gözler vardı. Gerçi ona da layık görülmedi ya bu yeşil gözler. Ama yürekleri, birbirlerine duydukları sevgi her şeyi aşıp geçti. Zamanla iki ayrı beden tek bir ruha dönüştü. Oğluna da kendini de canı gibi seven bu adam, onun en büyük şansıydı. Tabi kendi de bu adamın… Nefes umut oldu, Tahir inat oldu. El ele vererek tüm zorlukları aştılar bu zamana dek. Mavi de dayanamayıp sarıp sardı sonunda onları.

” Canavarına da, Karadeniz’e karşı da dimdik durdu Nefes “

Daha bunlar çektiklerinin özeti gibi bir şey. Soruyorum size biz bu kadar güçlü olabilir miydik? Her şeye rağmen umut tohumunu yüreğimizde büyütebilir miydik? “Hayır” dediğinizi duyar gibiyim. Kimimiz vitrinde beğendiğimiz elbise alınmadı diye, kimimiz sınavdan düşük not aldım diye ağlarken; Nefes her gün yediği dayak darbeleri için,  oğlu için ağladı. Gördüğü onca eziyete, onca çektiği acıya rağmen zalime eyvallah demedi. Kaçtı kurtuldu en sonunda. Şimdi sevdiği adam yanı başında, oğlu kucağında, yuvam dediği Kaleli konakta. Hayallerini her ne yaşarsa yaşasın gerçek kılmaya yemin etti bu kadın. Ve inanıyorum ki hepsini de tek tek gerçekleştirecek. Psikolog olacak, zorda olan tüm Nefeslere el uzatacak. Tahir’iyle beraber sevda destanlarını yazmaya devam edecek. Tüm zalimlere haddini bildirecek. Eşi, çocukları kısaca tüm ailesi ile nihayet huzura erecek.

” Nefes için mutluluğun resmi “

Zaman zaman yine canları yanacak belki ama bu umut dolu kadınla bu inatçı adam her şeyin üstesinden sabırla, aşkla gelecektir. Kısaca yürekten koca bir helal olsun sana be Nefes Kaleli…

Kaç yıl geçerse geçsin bizim gözümüzde gelmiş geçmiş en umut dolu, en başı dik, en cesur kadın olacaksın. Nefes karakterine hayat veren, iliklerimize kadar çektiklerini hissettiren İrem Helvacıoğlu’na  binlerce kez teşekkürler♥️

 

 

 

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Korunan İçerik!