tds_thumb_td_300x0
Sen Anlat Karadeniz 39.Bölüm: “Yak lambamı ah felek!”

Merhabalar!🌸 Yine bir bölüm sonu ve yine birlikteyiz. Bir gün Sen Anlat Karadeniz’de bitecek ve bittiğinde günler de geçse aylar da geçse bıkmadan izleyeceğim bölümlerin arasında çoktan yerini aldı 39.bölüm. Hayatımın daha doğrusu dünyamdaki yeri olan insanların öyle derin yaralarına dokundu ki ben de hıçkıra hıçkıra ağlayarak izledim bu bölümü. Kiminize ne komik gelmiştir bu dediğim, kimisi de içimi okudun be kızım demiştir bana. Başladığı ilk andan son ana dek pür dikkat izlediğim, Türkiye’de hatta dünyada nice insanın saklı yaralarına dokunan, rabbimin gücünü ve kuvvetini bir kez daha hatırlatan, sevdiklerimizle geçirdiğimiz bir saniyeye bile sıkıca sarılmamızı fısıldayan, önümüzdeki bir tas çorbaya, bir bardak suya, bir dilim kuru ekmeğe bile bin şükür etmemiz gerektiğini vurgulayan, her ananın ya da her evladın hayırlı olmadığını söyleyen, nefsinin konu sevdiklerin olunca bir gün seni yarı yolda koyabileceğini gösteren vb. birçok konuya parmak basan bu bölümü “unutmam!” diyorum. Yazanın da, çekenin de, oynayanın da kısacası emeği geçen tüm Sen Anlat Karadeniz ekibine helal olsun, yüreğinize sağlık💪💙 Şimdi “bu kız da ne uzattı arkadaş!” dediğini duyuyorum, ee o zaman buyurun Sen Anlat Karadeniz 39.bölümün detaylarına…

Bu kare aslında çok şeyi ifade ediyor anlayabilene. “Kelepçe” var ilk karede; birçoğumuz için hiçbir anlam ifade etmez iken acayip güçlü takım için çok şey ifade ediyor. “Upuzun bir yol ayrımını, kuramadan başlarına yıkılan yuvalarını, nazar boncuğunu asamadan kapanan ekmek teknelerini, yeni yeni ısınan yüreklerin buz gibi bir soğukla karşı karşıya kaldıklarını” simgeliyor. O kelepçe bi tek Tahir’in değil, cüzdanında dahi fotoğraflarını eksik etmediği oğlu ve Nefes’inde bileğine geçti işte. Ardından “üç kişilik bir ailenin en küçük ferdinin elinden kaçıveren ve gitgide gökyüzünde yükselerek kaybolan kırmızı renkli bir balon” görüyoruz. Acayip güçlü takımın âdeta yarım kalmışlıklarına, beklenmedik anda verdikleri uzun molaya, ayrı köşelerde cayır cayır yanacaklarına, aralarına girecek olan derin hasrete; erkenden büyümek zorunda kalacak Yiğit’i, anayı da babayı da abiyi de sevgiyi de merhameti de bi tek o asi ela gözlerde bulan Nefes’in yine ve yine yalnız kalışını temsil ediyor. Bu balona iki farklı araçta iç çeke çeke bakan Tahir ve Yiğit. Ah! Rabbim kimseyi sevdikleriyle sınamasın…

Gelelim gözyaşlarının pıt pıt döküldüğü Neftah sahnesine. Birbirlerine sımsıkı sarılan iki sevdalı sanki yıllar sonra kavuşmuş gibi. Tahir hem kendi hem Nefes’in kafasına şu saniyelerde o lanet “ayrılık” kelimesinin dolanmaması için direndi ve evlerinden dükkanlarından konuşmak istedi. Ama her eş gibi Nefes’de “senin, kokunun, sesinin olmadığı ev nereden benim evimmiş” dedi hafif sinirli tonda. Tahir ise geride kalan eşine verilebilecek en içten cevabı verdi; “ben senin yüreğindeysem o yürek nerede ha bu Deli Tahir işte oracıkta!” Bu arada bir parantez açıyorum; sevgili Temmuz bu akşam parlayan oyunculardan biriydin. Sonra Ali’nin getirdiği bir tencere çorba, iki tabak ve iki çatal. Ne ki bi tencere sıcak çorba dimi? Her akşam evde pişiyor, herkes yiyiyor. Hayır işte! Elleri ayakları usul usul titreyen, dilleri lâl olan, yüreklerine kor ateş düşen bu iki sevdalı için bu manzara dünyada şu an onlara verilebilecek koca bir cennet… Zaman şu an durdu onlar için. Sadece sevdaları ve az sonra ayrı düşecek ruhları konuştu birbirine. O karakol köşesi onların yuvası, tabaklarını koydukları masa salonlarındaki ahşap yemek masası oluverdi. Tahir kumluktan geliveren yorgun eş, Nefes ekmek paralarını kazanıp gelen Tahir’ine sıcacık çorba hazır eden bir eşti o dakikalar. Çorbadan aldıkları her kaşıkta oğullarından, hayatlarından, mutluluklarından bahsettiler. Adına da “mutluluk oyunu” koydular. Çünkü Nefes ve Tahir’in en büyük hayali buydu işte; “birlikte yan yana sağlıklı, huzurlu koca bir ömür…” Sonra dakikalardır bastırdıkları o lanet ayrılık kelimesi zihinlerine de yüreklerine de ulaştı. Nefes “sorgulamayıp kırmayıp bu oyunu oynadığı için” Tahir’e; Tahir’de “kendini bu güzel oyuna ortak ettiği için” teşekkür etti Nefes’e. Onlar çok iyi oyun arkadaşı oldu birbirine tıpkı bir ömür boyu birbirine her nerede olurlarsa olsunlar nefes olabilecekleri gibi…

Bölümde sinirlere boğulduğum anlardan bir tanesi aha da bu!  Anayım diye bas bas bağıran ama analık hakkında bi lemâ bile bilgisi olmayan Saniye buyurun😬 Ocağına kor ateş düşmüş; ona yanacağına, ne yapsak ki diye düşüneceğine o ne yapıyor yine suçu mazlumun sırtına yüklüyor.  Arkadaş her şeyi geç Nefes senin gelinin ya Yiğit’de torunun! Asiye’nin dediği gibi dört tane evlat doğurmuşsun ya o evlatlarından biri helâlim demiş bu kadına ve oğluna da oğlum demiş. Daha ne diye bu kabullenememezlik, yetti ya! Mazlum olup olmamasını bırak, o kız bi öksüz bi yetim ya! Sen bu öksüze kucak açacağına nasıl gidip de yüreğinde kapanmayacak yaralar açıyorsun. Rabbimin bile onca musibet bela eziyet arasında nefes almasına izin verdiği kulunun nefesini kesmeye çalışırsın. “Burası benim evim, istemeyen kaprisimi çekmeyen gider” dersin ya sen kimsin Saniye Kaleli! Şu yedi katlı gökte başımızı soktuğumuz her çatı rabbimin, o çatının altına gelen herkes de rabbimin misafiri. Ancak o bilir ve o gönderir gitmesi gerekeni. Oğlunu aklına sokup intihara sürüklediğin Mercan, burası sığınma evi mi deyip gözlerinle yediğin Berrak, oğluma almam onun dili çok uzun dediğin Nazar, sabah akşam itişip kakıştığın Asiye ve her anı boğazına dizdiğin aşağıladığın Nefes varya onlar olmasa senin ocağın çoktan yandı bitti kül olmuştu Saniye Hanım! Bi sus artık lütfen bi sus! Bu masanın etrafındaki kadınlar yettiğince dilleriyle en olmadı bakışlarıyla en güzel cevabı verdiler sana. Sevgili Öykü geçen hafta demişti ve bu hafta da gördüm ki bizim Asiye Reis hâlâ en hakkaniyetli reis….

Yangazlar siz varya ne güzel yürekli adamlarsınız ya! Galiba yangazlara kalbimi bıraktığım nadir sahnelerden. Çok içime dokundu ettiğiniz her laf, gözünüzden damlayan her yaş. Murat’ın ilk defa bu denli yüreğine inildi,  hele de sevdiğinin yanında dökülmesini çok sevdim. Yengelerine yeğenlerine kısacası abilerinin emanetine sağ oldukça gözleri gibi bakacaklarına yemin eden iki kardeş. Mustafa’da başta olmak üzere sonunda yürek yüreğe verilmiş bir birlik gördük, ne diyeyim “sonunda be!” Herkes gözyaşını ya sevdasının yanında ya evladı gibi gördüklerinin yanında akıttı. İçten içe şükür ettiler, ben aldım onu ekrandan. Ama Nefes ve Tahir ayrı ayrı yandılar, gözyaşı akıttılar. Onlarda eminim birbirlerinden sakındıkları en ufacık bir saniye için bile kendilerine küfrettiler içten içe. Allah kimseyi omzuna gözyaşını akıtabileceği hayırlı insanlardan eksik koymasın…

Vicdan azabı ile kendini Osman Hoca’nın kapısında bulan Fikret. Zaten insanın ayağı yüreğinin sıkıştığı yere götürürmüş. Fikret önce Osman Hoca’nın yanında soluklandı sonra soluğu yıllarca bir yabancı bir abi gibi yaklaştığı oğlunun yanında aldı. Burada fısıldadığı Habil ve Kabil meselesini;  insanın körelen nefsine, gözünü karartan hırsına kısacası iyi ve kötü ayrımına bağladığını düşünüyorum. Aksini düşünmek istemiyorum şu an yani Tahir ve Vedat’ın kardeş olabilmeleri ihtimaline. “Ne gerek var diyorum ama yine de bi sakin ol bi izle gör be kızım!” diyorum kendime. Hayır olsun inşallah. 40.bölüm fragmanına da bakınca yıllarca Vedat’tan kendine “baba” demesini bekleyen Fikret’in nihayet o hayaline kavuştuğunu görüyoruz. Diyeceğim o ki bölümün sonunda da “insanı yarı yolda koyma” ile ilgili anlattıklarına da bakınca Fikret Tahir’e oğlu Vedat için bence çelme takacak. Yani diyorum Fikret – Vedat – Kaleliler arasındaki üçgenin cevabı net şekilde bulunmak üzere. Ayrıca Fikret’in diktiği ağacın yerini değiştirmesiyle kuruması bir metafordu. O ağaç bence Fikret için Vedat demekti. Onu belanın içinden çekip çıkardı, yol gösterdi, sevgi gösterdi aynı ağacı ilk diktiği yer gibi. Bekledi bekledi Vedat doğru yolu bulsun diye ama bulmadı. Hatta sonu bir hastane odası oldu tıpkı yeri değişen kuruyan ağaç gibi daha da beter oldu Vedat. Bu metafor iyiydi baya. “Allah korkusu olan vicdan azabı çeker, günahının bedelini çekmek ister.” Bu nasıl güzel bir atış Osman Hocam. Aklıma bu arada yine Saniye geldi bak. Saniye’de işte allah korkusu yok öyle olunca kul olarak napsın bulaştıkça bulaşıyor ve ardı ardına günah işleyip başını yumuşacık yastığa rahatça koyuyor. Oy nenem oy!

Birbiri için gözünü kırpmadan ateşe atladı iki sevdalı da. Nefes yol bilmez iz bilmez iken cebinde üç beş kuruş anca var iken yollara koyuldu; Tahir desen “Nefes’im ve Yiğit’im” o bu şu yok deyip firar edip düştü peşlerine. Tahir’in elinde Nefes’den geriye her anlarına şahitlik etmiş o gümüş alyans ve bir veda mektubu kaldı. Nefes’e de ise Tahir’den geriye aslan oğlu, parmağındaki tektaş ve beraber paylaştıkları anların şahidi olan Yiğit’in hazine kutusu kaldı. Ormanın içinde sol yanından çıkardığı mektupla kaybolan, “Nefes’e teslimim ben” diyen bir adam ve her okunan satırda koca Karadeniz’de savrulan anne oğul. Bittim ben bittim! Birbirine geç “hoş geldin” diyen ama erkenden “hoşça kal” diyen iki sevgili. Birbirlerine hep “iyi ki sen!” demeyi layık gören iki yar. Ciğer kalmadı😭 Ne zordur bir bilinmezliğe doğru sürüklenmek…. Bölüm boyunca herkes Nefes’den “sabır” istedi. Ben ekran karşısında bittim ya Nefes bir bir yaşadı tüm bunları. Zaten birçok insan böyle bir durumun içinde kalsaydı yok olup giderdi ama Nefes direndi. Ama demek ki Nefes bu sınavı da bu macerayı da atlatabilecek güç de. Çünkü bilirsiniz ki rabbim kuluna sırtlanamayacağı bir yük vermezmiş. O yüzden vardır her şerde bir hayr…

Tahir köşe bucak polislerden kaçarken yaşlı bir adamın dolandırılmasına engel oldu. Ve dakikalar önce annesinden tatlı almasını isteyen ama paralarının az olduğunu öğrenince vazgeçen oğlunun o tatlıya kavuşmasına neden oldu Tahir. “Allah için yardım et senden yardım bekleyene ve er geç bil ki o yardımın meyvesi de seni bulur.” cümlesine bir karşılıktı bu sahne. Nefes’in bir anne olarak oğluna tatlı alamadığında boynunu bükmesi, aç olmasına rağmen öncelik evladım deyip yemek yememesi ah ki ne ah! Hele bi de arka fonda sevgili Öykü’nün sesinden “Felek” şarkısı, yüreğine sağlık çiçeğim… Ağlıyorum foşur foşur😭 Bu sahnenin bir benzerini yaşadım ben.  Hepinizin hayatında, ailesinin maddi durumunda iniş çıkışlar olmuştur. 10 yaşında falanım, okulda kermes var ben de çok gitmek istiyorum. Ama bizim o zamanki ekonomik kriz nedeniyle durumumuz yok. Hani düşünün evine ekmeği, çayı, şekeri zor alıyorsun. Babam hiç unutmam; koca bir poşetin içinde annemin biriktirdiği eski eşyalarımız, onların kırık dökük demir parçaları, teneke vs. alıp yoldan geçen eskiciye sattı. Eskicinin uzattığı paranın bir kuruşunu bile almadan bana uzattı, kızım git güle güle harca diye. Düşünün işte gerçek bir anne baba olmak zor; allah herkese yetecek kadar helâl taraftan rızkını versin…  Şükür şimdi her şey yolunda ama o vakitler öyle değildi. O yüzden ben çok iyi bilirim hem Nefes’in hem Yiğit’in halini. Tahir’in gömdüğü muşmula çekirdeklerinin de bir hikmeti olacak bence. Neyse gelelim oğluma yine güzel bir masal anlat diyen Tahir’e karşılık annesinden duyduğu “Hansel ve Gratel” masalı ile babasına izler bırakan Yiğit. Senin aklını, yüreğini severim çocuk.

Nefes’in “sobeleme oyunu” adıyla başlattığı oyun ve 38.bölümde Tahir’in de dediğince acayip güçlü takım masallarını baştan yazacak. Zor olacak, sabırla umut edecekler ve belki çok bekleyecekler ama o masal yazılacak. Bembeyaz bir dünya inşaa edecekler. İzleri takip ede ede oğluna da Nefes’ine de kavuşacak Tahir. Ama bence bir süre kendini öldü gösterecek, Deli Tahir öldü diye haber yayacak. Öyle yapacak ki düşman ayağını çeksin ve düzenlerini kursunlar. Zaten Nefes ve Yiğit’de yanında olacak ama herkes onları da kayıp bilecek. Ali’nin ya Tahir Nefes’e kavuşacak ya da ölecek demesinden ötürü tahminim şimdilik öyle bakalım. Ayrıca Saniye Tahir’in dediği gibi “sevdayı” bilmiyor. Çünkü Deli Tahirle değil Mehmetle bir yola baş koymuş. Yani  sevdaluk pek de yok ortada. Saniye ve Mehmet arasında “merhamet” kavramına ilişkin bir detay var bence, bakın yakında çıkar kokusu. O yüzden Tahir’in duyduğu sevdayı kendi hikayesiyle karıştırıyor daha doğrusu yargılama yapıyor. 

Geldik bölüm yorumunun sonuna. Bana katlandığınız için teşekkür ederim öncelikle. Ardından bu akşamki bölümün sevgili yıldızlarına ve benim kalemim döküldükçe yazdığım bölüm yorumunu okuyan, yorumlarını paylaşan herkese bin şükür binlerce kez teşekkür ederim. 

İyi ki Sen Anlat Karadeniz ve iyi ki siz sevgili okuyucular🏅

 

Sen Anlat Karadeniz 38. Bölüm: “Şükür”

Selamlar hanımlar ve beyler!😍 Başından sonuna dek ekran karşısından “oh, heyt be, helâl, allah senin cezanı, yeter ya” vs.gibi ünlemleri sıklıkla kullandığım kaliteli bir bölümdü. Burada ufak bir parantez açalım hemen; emeği geçen, yüreğini ortaya koyan tüm Sen Anlat Karadeniz ekibine teşekkürler. Yazanından tut çekenine oradan da oynayanına kadar herkesin eline sağlık.👏 Fragmanlara bakınca o tatlı mı tatlı (maşallah) Mehmet Eren olmasa 38.bölüm çekilecek cinsten değil galiba derken;  pata küte düştüm valla bölüme. Bi de bölüm etiketi olsun, bebeğin ismindeki incelik olsun benim kalbimi kazandı. Tamam daa tamam lafı daha fazla uzatmıyorum, buyurun 38.bölümün detaylarına…

“Annelerin bir gözü hep açık ama babaların ikisi de kapalıdır.”

Ne doğru söyledin be Asiye Reis! Anne evladıyla ilgili her mesele için kulak kesilir, ıncığından gıncığına peşine düşer. Evladını kapıdan yolcu etmeden, akşam eve girdiğini görmeden içi rahat etmez. Gece kalktığında nefes alıyor mu diye kontrol eder, üzeri açıksa üzerini örter evladının. Bir ihtiyacı varsa kimselere duyurmadan ordan burdan hemencecik halleder. Allah kimseyi annesiz koymasın🙏 Nefes ve Asiye evlatlarının ne yaptığını düşünürken, eşleri kendileri olmadan evlatlarına yetebiliyor mu kaygısına düşmüş iken dile döküldü bu cümle. “Tahir yapar.” diyen Asiye’nin üzerine karşılaştığımız tablo işte bu. Mustafa Balım’ın “Pelinli fındık problemini” çözmeye çalışırken, Yiğit’de “hazine kutusunu” saklama peşindeydi. Ama babasına yakalanınca bi güzel saçtı ortaya yaşanmışlıkları. Böyle bir kutu bende de var; içinde küçük küçük notlar, hediyeler vs… Yiğit’i izlerken çok iyi anladım çünkü kutunun içindekiler varya seni o anlara kitleyen tek anahtar. Sana aynı o gün gibi hissettirir, bu yüzden böyle kutusu olanlar çok iyi bilir. Tahir’de eline aldığı her parçanın oğlunun “hazine” dediği kadar kıymetli olduğunu gördü. Kısacası baba oğul hem geçmişe hem geleceğe öyle güzel fısıldadılar ki…

38.bölüm öncesi sevgili Öykü Gürman’ın canlı yayında dediği kadar muazzam bir doğum sahnesiydi. “Sahneyi oynamadım, buram buram yaşadım” demişti; cidden öyleydi. Mapustakiler özgürlüğe kavuşmak için “isyan!” çığlığı atarken, Asiye ise evladına sapasağlam kavuşmak adına “doğum” çığlığı attı. Son yaşananlar belli ki sadece Asiye’yi değil bebeği de etkiledi. Bebeğin gelmesine daha vakit var iken Asiye’nin suyu gelir. Hepsini haliyle bir telaş alır ama Nefes tüm soğukkanlılığı ile doğumu yaptırmak için kollarını sıvar. Gözünün önünden karanlık odada tek başına yapıp, bebeğini kaybettiği o zorlu doğum geldikçe kahroldu. Ama doğacak yeğeninin aynı kaderi paylaşmaması için Asiye Ablası’na nefes al talimatları verdi. Bu esnada Mercan bir yandan muskasını tutup Ayetel-Kürsi’yi okudu, bir yandan da kulaklara dolan sabah ezanı ile Mustafa dualara sarıldı. Tabi Yiğit’in rüyası ve tüm babaların namaza duruşu da çok anlamlıydı. “Başımıza gelen iyi veya kötü her durumda rabbime sığınmak” gerektiği vurgulandı. Asiye ıkındıkça hepimiz gerip gerip gerildik valla. Zamanında bebeğinin kordonunu cam kırığıyla kesen Nefes, yeğeninin de kordonunu mapustaki imkanlar sonucu taşla kesti. Ama ortalığı inletmeyen ağlayış ile Asiye’nin o iki üç saniye içinde dünyası başına yıkıldı. “Zalimin hesabını keseyim derken oğlunun hayatına sebep olma düşüncesi” bir anne olarak Asiye’yi pişmanlıklar içine sürükledi. Nefes almayan yeğeni ile “aynı anı ikinci kez mi yaşayacağım” korkusuna kapıldı Nefes’de  ister istemez. Kısacası resmen seninle beraber doğurduk bizde Asiye Reis. Onca ay hamilelik geçirmiş, bebeğini sağlıklı bir şekilde kucağını almayı isteyen bir anneydin. “Gibiydin” demiyorum bak, sonuna kadar aslanlar gibi hamile bir anneydin. Helal olsun sana!👌

“Sen sadece Tahir’in değil benumde Nefes’um oldun.”

Asiye bu sözü zamanında kocasını mapustan kurtaran eltisine etmişti. Nitekim eltisi bu kez de evladının hayatını kurtardı. Bebeğinin âdeta “anne ben iyiyim” dercesine ağlayışı ile Asiye önce rabbine sonra Nefes’e bin şükür etti. O yüzdendi Nefes’e olan minnet bakışı, içinden binlerce kez “iyi ki!” deyişi. Devrem’in verdiği müjdeli haberle Mustafa bir sürü duygunun eşiğinden geçti o an. Oğlunun doğmasına sevinirken Asiye’si içerde olduğundan oğlunu doya doya göremeyeceği için endişelendi. Oğlunun dünyaya sapasağlam gelmesine vesile olan Nefes’e karşı Tahir gibi gurur duydu ama bir yandan da zamanında “Karadeniz’in yosması” dediği kadının her birine nefes oluşuyla da kendinden utandı. Herkescikler Mehmet Eren’in doğmasına bin şükür ederken Saniye yine tek bir şeye odaklandı. “İlk erkek torununun mapushane köşesinde doğduğuna” takıldı. Buradan anlaşılmıyor mu zaten Saniye’nin ne kadar şükürsüz bir insan olduğu. O bebek öledebilirdi o yüzden herkes gibi nefes aldığına şükredeceğine okları yine Nefes’e yöneltti. Gerçi analığını bile kullanan kadından ne beklenilir dimi? Eğer Saniye hakikat bir ana olsaydı sürekli “anayım ben anayım, siz beni anlamazsınız” deyip göğsüne göğsüne vurmazdı. Analık başlı başına kutsal, ana gibi ana evladı için ne olursa olsun susar. Kendi de dünyaya bir evlat getirdiği için başka bir ananın evladının canını yakmaz. Ama gel gör ki bir Nefes’e bak bir Saniye’ye bak. Anlayacaksınız hangisi hakiki ana. Burada yine ufacık bir parantez açıyorum; adının hakkını her daim veren, bi tek benim canım evladımın canı demeden herkese can olan Nefes’e ve o koca yüreğine hayranım.🖤 

Yiğit’in savcı ile yaptığı görüşme, kadınların tutuksuz yargılanmalarına yol açar. Geçen bölüm yorumumda demiştim yine diyorum; bu dünyada herkesin bir Fikret Amcası yok,  o yüzden umarım savcı bey bizimle olmaya devam eder. Tabi kadınların kurtuluşu ile bayram havası oluverir etraf. Önce oğullarını okula almaya gider Nefes ve Tahir. Ardından kendi masallarını yazmak için Tahir’in bulduğu eve bakmaya giderler. Nefes kapısından girdiği, gezdiği odalara rağmen inanamaz. Çünkü ilk defa sabahın erkeni gecenin bir vakti demeden girip çıkacağı bir yuva gözünün önüne serilidir de ondan. Tahir’e söylediği her cümle o an içimi o kadar yaktı ki ve o kadar doğruydu ki anlatamam. “Günün herhangi bir anında buzdolabını özgürce açabiliyorsan, şuraya şunu koysam şunu birazdan alsam laf duyar mıyım kaygısı yaşamıyorsan, istediğin duvara bir çivi çakabiliyorsan ve huzurluca uyuyabiliyorsan orası senin gerçekten evindir işte”. Ayrıca Yiğit’in istediği odayı alması, Tahir’in kapı ziline acayip güçlü ailenin adlarını tek tek yazması, Nefes’in anahtarı alıp evinin kapısını kitlemesi beni bitirdi ya😭😭

Ha bi de ekmek teknesi oldu Nefes’in. Dükkanında hayal ettiği düzenlenmeler, elinde tuttuğu iki anahtarı da avuç içinde sarmalaması, evlerinde perde işini Tahir’e yıkması, oğul ninnisi eşliğinde Mehmet Eren’e ve Yiğit’e dikkat çekilmesi, Cemil’in kızlarına eliyle kestane yedirmesi, gıdık canavarı oyunu, Nefes’in kızlarla sevincini paylaşması, beraber dükkana gidip bakmaları çok güzeldi. Vedat’ın tüm bu olup bitenler arasında Fikretle yüzleşmesi, duygularını eksik kalan yanını bir evlat olarak tak tak Fikret’in yüzüne çarpması, “bir küçücük aslancık varmış” parçasını söyleyip ritmik davranması, Yiğit’e babalık yapmadığı için kendine ve şu an oğlunun yüreğinde Tahir’in baba olarak yer almasına öfkelenmesi, Telgraf Naciye vasıtasıyla Nefes’in yeni yuvasına ulaşıp yine bir psikopat olduğunu göstermesi yine biz izleyenleri hem etkiledi hem delirtti hem de Sen Anlat Karadeniz’in Vedat’ı ancak Mehmet Ali Nuroğlu olabilirmiş dedirtti.

Duvara resimlerle birlikte kocaman yazılmış Vedat ve Nefes. Gördüğü ile mahvolan ve Vedat’a tokat atan bir Nefes. Aldığı tokat darbesiyle iyice öfkelenen, Nefes’e tokat atıp yaklaşmaya çalışan psikopat bir Vedat. Emlakçıdan duyduğu temizlikçi kadın mevzusu ile işlerin ters gittiğini anlayan ve Nefes’ine koşan Tahir… Bölüm bu sahneye kadar güldüğüm bu sahneden sonra ekran karşında çıldırdığım dakikalarla dolu. Nefes’e dokunmaya çalışan Vedat görmekten iğreniyorum. Ama aklıma da her akşam haberlerde izlediğim “boşanmak isteyen kadın, onu kovalayan kocası ya da herhangi bir kadın ve peşine takılan psikopatlar, yaralanmalar, yol kesmeler, çocuğunu alıkoymalar vs.” gibi olaylar gelince Nefes’in yaşadıklarına absürt bakamıyorum. Kadının zihninde dönen ve tekrarlanan Vedat – Nefes döngüsü, bu yaşananların üzerine bi de psikologa gittiğini gideceğini görememek benim yastıkları kemirmeme sebep oldu. Tabi ben böyle isem hatta sizler böyle iseniz Tahir ne yapsın; nasıl zıvanadan çıkmasın nasıl boğaz kemiğine dayanmasın Nefes’inin bu yaşadıkları. Hal böyle olunca Vedat ve Tahir arasında son kovalanmaca ve beklenen o büyük hesaplaşma gerçekleşti. Burada yine bir noktaya parmak basmak istiyorum. “Allah’ın verdiği canı kendi alması, en doğal en doğru olanı. Ama bu dünyada çoğu insan diyeyim birini sebepsiz yere öldürmüyor, öldürmeye çalışmıyor. Herkes seri katil değil yani. Ne kadar çok imana sahip de olsan, ne kadar nefsine karşı kontrolü elinde tutsan da; söz konusu canın, kanın, en kıymetlin, karın çoluğun çocuğun ise her şeyi yaparsın. Onların hayatına, canına göz koyan varsa sen onları korumakla ve o tehdidi oluşturanı yerle bir etmekle sorumlusun.” Ben buna inanıyorum. Ölüm, hastalık vs. nasıl zengin fakir, imanına düşkün demeden herkese uğruyorsa mapusluk gibi böyle musibetler de insan başına gelebilir. Tahir bu işi gerçekleştirmemek için o kadar çok direndi ki ama artık son raddeye geldi. Ceylan’ı söylemeseydi de Tahir’in o gün Vedat’ı öldürme ihtimali yüksekti. Ama olmadı ve defalarca Vedat’a “beni katil Tahir etma!” dedi. Diri diri toprağa gömdüğünde bile içi içini yedi çünkü ona göre bir düşman dahi olsa diri diri ölmeyi haketmiyordu. Bunu o gece yastığa başını koyduğunda anladı ama kendince iş işten geçtiğini için hareket etmedi. Kezâ Tahir Vedat’ı ipe astığında  Nefes ve Yiğit’e sevgisinin ağırlığından dolayı bu işi yaptığı gözüküyor olsa da insani duyguları daha ön plandaydı. Bir kadın ve evladının suçsuz yere bu kadar canı yakılamazdı onun için. Ama Nefes’in “oğlumuz”, Yiğit’in “baba!” dediği sahnelerle Tahir hem eş hem baba kısacası Nefes ve Yiğit’in kendi helâli, namusu, ailesi, yaşama nedeni olduğunu tam anlamıyla hissetti. Ki o yüzden Vedat’ın “Nefes parfümünü değiştirmiş, gerçi sen o parfümün kokusunu duyacak kadar bile yaklaşamazsın dimi Tahir?” deyişi ile ipler koptu Tahir’de. Ardından gelen film şeridi gibi ailesinin yaşadıkları ve bam bam bam üç el silah sesi. Vedat kanlar içinde yerde, Tahir’de karman çorban olan zihni ve vicdanı bizlerleydi dün akşam. Tahir o üç el ateşi etti ama gel bi de kendine sor. Vedat yavaş yavaş kendinden geçerken Tahir’in bir yüz ifadesine bakın. Öldürmekten memnun pişkin bir adam sıfatı mı var yoksa bir anda silsileyle gerçekleşen öldürme travması mı var? Hemen karakter kendinden çıktı vs. gibi eleştirmeden bir bakın derim tekrar. Allah kimseyi sevdikleriyle sınamasın, kimseyi nefsiyle savaşta bırakmasın, kimseyi o dört duvar arasına tutsak eylemesin🙏

 

Sona geldiğimiz yorumlama da toplayacak olursak; geçen haftaki bölüm iyiydi ama 38.bölümün çıtası hakikaten daha iyiymiş. Balım’ın iki haftadır daha aktif rol oynaması beni mutlu ediyor mesela. Çünkü Balım varya Kaleli Konağı’nın el bebek gül bebek büyüyen çocuğu gibi gözükse de; yeterince fikirleri önemsenmemiş, benliğini ortaya koyamamış bir çocuk. Onun sahneleri izlemek beni keyiflendiriyor o yüzden. Bi de unutmayalım Dağdevirenler var. Bir sene içinde evrilmiş güzel yönde gelişmiş bir aile, şu an ki aile bağı atmosferleri göz yaşartıcı ya… Yangazları saymıyorum bile hele Fatih. Yengeciliğine düşüyorum onun her seferinde ama şu Berrak karşısında tutumun bir değişsin ya donuk kalma lütfen! Ama bölümün genelinde vurgulanan “her şerde bir hayr olduğu, rabbime secde etme, sığınma, şükür” benim için en en kıymetli olanıydı. Sevgili Ulaş’ın Tahir yorumuna, sevgili İrem’in Nefes yorumuna, sevgili Öykü’nün Asiye yorumuna ve sevgili Mehmet Ali’nin Vedat yorumuna dün bir kez daha hayran kaldım. Gerçekten karakterler dün canlıydı ve biz bunu hissettik. Daha doğrusu öyle düşünüyorum, çoğu kimse ekran karşısından güzel ayrıldı bence. Velhâsıl bu upuzun yorum yolculuğunda bana eşlik ettiğiniz için her birinize kucak dolusu sevgiler, maviyle kalın emi!🌹

Sen Anlat Karadeniz 39. Bölüm Fragmanı Yayınlandı

Efendim merhabalar!🖐 Etkisinde kaldığımız 38.bölümün ardından beklenen yeni bölüm fragmanı geldi. “Gel göğsüme sığ yarim.” çalıyor çalıyor duydunuz mu? Özlemişiz be!Şimdiden dakika başı tıklanan 39.bölüm fragmanı bizlerle… Tahir Vedat’ı vurmuştu son bölümde, acaba Vedat paçayı yırtmayı yine başaracak mı? Tahir o aylar öncesi göze aldığı, Nefes’inin yaşı kadar mahkumiyeti mi alıyor yoksa? Bu kez hakikaten Nefes ve Tahir’in sevda hikayesi ayrı yollara mı düşüyor? 

“Bundan sonrası sıra sende, oğlumuz da sevdamız da sana emanet.”

Nefes’in başına kuramadan yıkılıyor evinin çatısı anlayacağınız… Sevdiği parmaklıklar ardında, celladı ise ameliyat masasında. Belki de ilk kez celladı yaşasın diye dua edecek; sırf sevdiği adam için, oğlu için. Nefes hayatını yeni yeni düzene koyarken yine bir yol ayrımında.

Nefes geride yüreğinden dökülen iki üç satır bırakarak, oğluyla beraber en başa döner. Bakalım Nefes ve Yiğit tek başlarına yeni maceralara atılabilecekler mi? Kaleliler buna izin verecek mi? Yoksa ilk kez Tahir’in sevdası değil de yuvalarının Nefes’i olduğu için mi bu yol ayrımından almaya kalkışacaklar? Acayip güçlü takımı kısacası ne gibi maceralar bekliyor? Fikret, Kaleliler ve Tahir cephesinde neler olacak? Bu ve bunun gibi birçok sorunun cevabını almak istiyorsanız çarşamba günü Sen Anlat Karadeniz’i izlemeyi unutmayın.🌹

error: Korunan İçerik!