Tüm ‘Sen Anlat Karadeniz’ sevdalıları adına…
Bir gün TV de bizim topraklarımızda koşan bir adam gördüm. Arkada Karadeniz fonlaması, aşağıda Osman Sınav’ın adı. Sözlü fonda şiddete boyun eğmeyen bir kadının hikâyesi anlatılıyor. Ben Orduluyum bu arada. Trabzon’a çok benzer köyümüz de şehrimiz de, havamız da, adetlerimiz de. En büyük etken buydu belki, yan komşum da yaşanır gibiydi dizide gelişen her şey. Gerçek hayatta görmediğim tek şey Nefesti. Şiddete uğrayan sayısız kadın gördüm, en başta annem belki, yıllarca her şeye sustu, katlandı, aldatıldı ama arkasını dönüp gidebileceği bir evi yoktu.
Ben bu dizinin vaat ettiği hiçbir şeye gönül bağlamadım. Bunu açık açık dile de getiririm. Çünkü bu bir diziydi ve rating uğruna her şey yapılabilirdi. Bizim gerçeğimizi anlatacağını hiç düşünmedim. Üç bölüm geçti, bizim gerçeğimiz değişmedi, beş bölüm geçti bu değişmedi.
Sonra yavaş yavaş inandırdı kendini. Önce Tahir’in merhametiydi âşık olduğum şey. Çünkü nefesleri hakkıyla anlatamayacaktı bir dizi, anlatamazdı da nezdimde. Ama günler geçtikçe, ben Nefesi tanıdıkça, Yiğit’i tanıdıkça inandım. En azından insanları uyandırdığına inandım
Nefese âşık oldum, en çok da gururuna, sonra gizli ettiği dualara, mescitte bulduğu huzura, tükenmeyen umuduna âşık oldum. Sonra Tahir’e… Böyle gitmez dedim, illaki Tahir bir hata yapacak, dizi bu dedim. Yaptı ama yaptığından öyle güzel döndü ki hata bırakmadı arkasında.
Bir sevdada aradığım tek özellikti belki de beklentisiz olması. Tahir de benim sevdadan beklediğim o tek şeyin yüz katı vardı. Bu kadar güzel başka türlü sevilemezdi. Ömrünün sonuna kadar dokunmadan bu sevdayı içinde yaşamayı göze alan bir adam, geberdiği sevdasını gözünden sakınan, Nefesini nefesinden bile sakınan bir adam. Sevdasını kaderi bilen bir adam. Sevdasını gözbebeği yapan, en kıymetlisi yapan bir adam. Evlilik dinimizde bu işin en temiz yolu ya, dokunamayacağını bilerek, ömrümü nefesine adayarak sevdalandığı kadınla nikâh kıyan bir adam…
Dizi bu ya, verdiği mesajdan kaydı zaten beklediğimiz bir şeydi bu. Ama koruduğu çok önemli iki konu vardı. Birincisi Nefesler dik durur, başını öne eğmez, sessiz kalmazsa elbet sonunda kazanan onlar olacaktı. İkincisi ise hasret kaldığımız bu beklentisiz, tertemiz sevdaydı… Bu ikisi korunduğu sürece Sak hep gözbebeğim oldu. Hatalar illaki oldu, adalet korunmadı, zalim cezasını çekemedi, mazlum kendini ispat etmek için kendi kendine çabaladı durdu. Tek başına da becerebilirim diyerek çıktığı yolda maalesef yolu kapattırıldı ama dedik ya bu bir diziydi.
Belki de sevgi her şeyi alt edecekti. Kanunu da, adaletsizliği de, çıkmayan sesleri de, ezilenleri de sevgi ayağa kaldıracaktı. Artık izleme sebebim bu ‘sevgi’ olmuştu. Çünkü hayat veriyordu, umut doluydu bu sevgi. Ayağa kalkmak için bir neden veriyordu.
Üçüncü önemli değerim ise, acayip güçlü takım. Yiğit için sayısız gözyaşı döktüğüm doğru. Onun her korkusunda, Nefesin her şiddet sahnesinde ben bizi gördüm. Kendimi gördüm, ta kalbimde hissettim, günlerce ağlayarak uyudum ama hep bu takımı aklıma getirdim, öyle samimi öyle sıcaktı ki Ben hiç tatmadığım aile sıcaklığını bu takımda gördüm. İsmi çok basitti, acayip güçlü takım… Ama gerçek hayatımda içinde olamadığımız kadar hayal üstü güzellikteydi. Ben o çekirdek ailenin içinde kendi ailemi gördüm. Namaza gitmeyenlere karşın, cumaları kaçırmayan insanları gördüm.
Teheccüt vaktinin anlamını, samimiyetini, tevekkülünü, inşirahın gücünü gördüm. Masal gibiydi. Hem değer verdiğim ne varsa ince ince işleniyor, hem özlemini duyduğum karşılıksız sevda ve içine giremediğim o çekirdek yuva çok güzel kuruluyordu…
Hepimizin çok iyi bildiği gibi dizimiz bu dönemde büyük yaralar aldı. Farkındasınız ki, hala da almaya devam ediyor. En son oynayan bölümün ardından kopan büyük fırtınaları bastırmak hiç kolay olmadı.
Biz Sak takipçileri olarak en başından beri dizimizin reklamı için, rating kaygısı için, olumsuz eleştirileri bastırmak için, gündemde olmak için çok uğraş verdik. Hala da veriyoruz. Sizin kadar olmasa da biz de kendimizi bu ekibin bir parçası olarak düşünüyoruz. Bu nedenle en başından beri dizimin başına gelen her olumsuzluğu saklamak için uğraştık. Her senaryoda sadece bize verilen iyiye sarılarak, eleştirdiğimiz yönleri bile kendimize sakladık. Dizi bu her şey olabilir gözüyle bakmak değildi sadece. Hangi film/dizi ekibi sadece bu gözle bakarsa, yüreğini ortaya koymazsa başarılı bir sonuca ulaşabilir ki… Biz en başta ilk senaristlerimizin yazdığı sizin de yüreğinizi ortaya koyarak çektiği bu diziye inandık. Bir masala inandık ve hayatımızda çok önemli/değerli bir konuma koyduk.
Bu nedenle yapımda meydana gelen her değişikliğe bizim için daha iyi olur, gözüyle bakmaya ve dizimize sahip çıkmaya devam ettik. Keza 45. Bölüme kadarda yaşatılan her senaryoda kendi masalımızın gerçeğini ortaya çıkardık, böyle de devam ettik. Bu saatten sonra da ne yazılırsa yazılsın başımız gözümüz üstüne deyip, göz yumduk. Sonunda kemik bir kitle haline geldik.
İki senede oluşturduğumuz bu kemik kitle ilk defa 45. ve sonrası ile kırılmaya başladı. Göze alınamayacak kadar da değersiz değil maalesef.
Gelen olumlu açıklamalara rağmen içimizde o endişeyi hep diri tuttuk. Beklediğimiz tek bir sözdü ‘Nefessiz Karadeniz mi olur?’ bunu kimse söyleyemedi maalesef. İyi ki inanmayıp tepkimizi ortaya koymaya devam etmişiz ki son bölümle ne kadar haklı olduğumuzu gördük. Her dizi de oyuncu değişikliği olabilir, tabii ki yeni hikâyeler, yeni karakterler her yapımın kaderidir. Ancak Nefes karakterinin taşıdığı bir vasıf, sorumluluk vardı. Nasıl ki onların sevdasıyla bağlandıysak diziye, bizi bu dizide sürekli tutan en önemli şey; sizin Nefeslerin sesi olma tutkunuzdu. Bu yola çıkış amacınızdı. Yiğitler için adım atmak değil miydi derdimiz, hepimiz bu bağ üzerine aynı noktada birleşmedik mi?
Önceden insanlar yaşayamadıklarını yaşamak için dizileri izler takip ederlerdi, artık devir değişti. Biz hissedemediklerimizi dizi sayesinde hissetmek için izler olduk. Sen Anlat Karadeniz sayesinde evimizde, ocağımızda kocaman bir misafir ağırladık. İmkânsız sevdaya bağlamdık evet ama bu sevdayı imkânsız yapan şey Nefes ’in şiddet mağduru, esir düşmüş, kendinden vazgeçmiş bir kadın vasfı taşıyor olmasıydı. Siz o hissi alırsanız, geriye hangi duygu kalır ki diziyi takip etmek için. Sosyal medyanın tepkisi belli. Buradan da sesimizi duyun ve bizi görmezden gelmeyin istiyoruz.
Ey gidi Karadeniz… Doldi da taşamadı.
Etmeyelim sevdaluk… Edenler yaşamadı.
Proje başlığınız böyle değil mi? Peki altında devam eden silsile? Neden o duyguyu yok ettiniz el birliğiyle. Nefeslere umut olmak bu kadar imkânsız olmamalıydı. Yiğitlerin güzel yuva kurma hayalleri bu kadar kolay yıkılmamalıydı. Hani ‘mazluma değil zalime güvenen adaletiniz yoktu? Nerede kaldı o dizimiz?
Umudu öldürmek, Deli Tahir’in sevdasını basitçe merhamete çevirmek, babasız kalan bir çocuğun şimdi de annesiz kalma dramını yazmak, Nefeslerin sesini kesmek, ilmek ilmek işlenen delikanlı-korkusuz-tertemiz bir sevdayı yok etmek Karadeniz’imize yakışmıyor ve bu destansı hikâye mutlu sonsuzluğu hak ediyor.
Devir değişti, arz-talep meselesi hala sabit. Biz deli Tahir’in sadık sevdasını, kadının günümüz şartlarında ayakta duruşunu, ona en güzel haliyle destek olan kocasını, kurulan hayalleri ailenin birliğiyle nasıl gerçekleştiğini, o aile samimiyetini izlemek istiyoruz. Çünkü halk olarak yorulduk. Kaybeden olmaktan, kıskançlık krizlerinden, hastalıklardan, karakollardan, gerçek hayata aykırı hikâye ve tepkilerden yorulduk. Saf haliyle tertemiz güçlü takımın samimiyetini tam da bu yüzden sevmiştik. Klişelere giren-kendi hayatımızda hiçbir gerçekliği olmayan aşk üçgenleri her zaman tutar denilecek seviyeyi de çoktan geçtik.
Bu hikâyenin bizdeki yeri ve önemi çok ayrıyken, bugün geldiğimiz durum hepimizin canını sıkıyor. Tüm tepkilere rağmen, hiçbir şekilde izleyici olarak bizlerin dikkate alınmaması, görmezden gelinmemiz bizim için çok büyük bir hayal kırıklığı oldu. Umarım siz de hem izleyici görüşüne önem veren duruşunuzdan ödün vermeyip, hem de bu hikâyenin dokusuna verilen zararı görmezden gelmezsiniz.
-Ama bir gün, biri canını yakarsa, ben de bu köyü yakarsam bana riv riv etme…
-Etmem, yak gitsin da…
-Ula Nefes, nasıl da biliyorsun…
Yaktılar Deli Tahir, Nefesinin canını çok yaktılar, hâlâ da yakıyorlar, sen o köyü ne zaman yakacaksın?
Biz Tahir’i Nefes’i bu kadar güzel koruduğu için sevdik, Nefes’e çok güzel sevdalandığı için sevdik, Nefes’e hemnefes olduğu için, Nefes ona yâr olduğu için sevdik, delikanlıysa da Nefese-Yiğit’e karşı merhamet dolu bir delikanlı olduğu için sevdik.
Nefes giderse Tahir’imizde gider.
‘Mazlumun günahı aranmaz, onu her türlü korursun’, demiştiniz zamanında. Şimdi kim daha mazlum, onu mu işleyeceksiniz? Nefesi koruyamayan hangi kahramanın hikâyesi gerçekten masum olabilir ki?
Son sözümüz, İrem Helvacıoğlu yoksa biz de yokuz.