tds_thumb_td_300x0
Sen Anlat Karadeniz Nefes: Yolunu Bulmadan Önce Kaybetmen Gerekir

İki yıl önce üniversite son sınıftayım, diplomalı işsiz olmama 5-6 ay kalmış bende nereden çıktıysa bir tiyatro aşkı belirdi. Yeri mi zamanı mı tartışılırdı ama yüreğimin sesiyle kendimi bir tiyatro kursunda buldum. Geçirdiğim çok eğlenceli ve eğitici zamanları atlayarak son derslere geliyorum. Bir şeyler öğrendiğimizi düşünen hocam bana soyut, repliksiz ve tamamen hayal gücüme kalmış bir sahne görevi verdi… derken kendimi birden “denizde boğulmak üzere olan bir köpek yavrusunu kurtarmaya çalışan ve onun için endişelenen” birini canlandırmaya çalışırken buldum. Tam anlamıyla cebelleştim! :’) Baktığımızda “ne var ki bunda!” değil mi? Haklısınız bana verilmiş belirli bir metin veya replik olsaydı gerçekten de “ne var ki bunda?” Ama gel gör ki tüm bunları sadece vücut diliyle anlatmam istendi; hiçbir söz ve replik olmadan, bir “ah” bile demeden, kısaca çıt çıkarmadan sadece vücudumu kullanarak… Bir de şimdi düşünelim. Olmuyor değil mi? Okuyanların yarısı denemeye çalışmıştır, yarısı yapma hayalini kurup vazgeçmiştir. 🙂 Demem o ki eylemleri tamamlayan bir söz, bir ses, bir nefes olmadan, yaptığınız hareketlerin bir anlamı kalmıyor. Kolunu kıpırdatmasan da olur ama oturduğun yerden susadığını söyleyebilirsin. Kendimizi anlatmada, sesin hareketten daha etkili olduğunu biliyorken Sen Anlat Karadeniz’in 34. bölümünde Nefes’in mutfakta yemek yapmaya çalıştığı sahnenin oynayan açısından ne denli zor olduğunu tahmin edebiliriz. Bu yüzden; soyut bir sahnede, sadece vücuduyla bize çok şey anlatan İrem Helvacıoğlu’nu ayakta alkışlıyorum.


Bu yüzden sıkışan, bunalan, şaşıran, kaybolan Nefes’i bir nebze olsun anlayabildim ve haliyle sahneden fazlasıyla etkilendim. Hareketlerindeki çaresizlik öylesine derindi ki… Ne yapacağını bilemeyen, küçücük bir ev içinde kendini oradan oraya atan, doluya koyduğunu boşa koyup sonra tekrar doluya koyan ama hiçbir dengeyi yakalayamayan, kaçmak isterken aslında kaybolduğunu fark eden Nefes’in mutfaktaki hali, kendine bile sığamayan insan figürünü çok güzel betimledi. Bir şeyler yapmak isterken aslında hiçbir şey yapamadı. Yapmak istedi sıralamayı şaşırdı, yapmak istedi elinden düşürdü, yapmak istedi ellerine bulaştırdı, yapmak istedi vazgeçti… ve 5 dakika boyunca sahnede hiçbir söz olmadan bizi içine aldı. Kısaca Nefes yaşadı, biz izledik, hatta o çaresizliği duyduk. Nefes, tüm bu cebelleşme sonunda yine oğluna sarılarak duruldu. 5 dakika boyunca kendisiyle girdiği içsel mücadeleden gözyaşlarını akıtarak kurtulmaya çalıştı. Oğlundan özür dilemesi, kaybolduğu yolda kendisiyle birlikte oğlunu da sürüklediği için duyduğu suçluluk duygusundan kaynaklıydı.


“Kırılmış bir gurur incinmiş bir yara gibidir. Ne değerse değsin acıtacaktır…”Dizide Osman hocanın şifa olmadığı bir Vedat kaldı sanırım! Öyle güzel konuşuyor ki o anlattıkça tüm yüklerinden kurtulup hafifliyorsun<3 Tahir ve Nefes’in ayrı kaldığı zamanlarda aralarındaki duygusal dengeyi öyle güzel sağlıyor ki. Tüm anlayışıyla, naifliği ile Osman hoca Nefes-Tahir arasında bir köprü oluyor adeta. Dertli olan şifasına koşuyor, dermanını buluyor. Tahir’in çaresizliğini bilen tek kişi iken, Nefes’in derdini görüp dermanını bilen de yine Osman hoca oluyor. “Onun derdi iki göz ev değil ki… O sudan çıkmış balık gibi çırpınıp duruyor.” Bu replik için Nefes’in çaresiz halinin kilit noktası diyebiliriz. İki bölüm önce Asiye’nin anlattığı kelebek-koza hikayesinin benzerini, yine Tahir’e anlatmaya çalıştı aslında Osman hoca. “Gölgeni eksik etme, fazla da üstüne düşme. Ne sevgine aç bırak onu, ne de ilginle boğ.” Kendisine bir yol çizmek için çabalayan Nefes’in şuan tam da ihtiyacı olan cümleleri kurdu aslında. Tahir’in çaresizliğini bilen tek kişi Osman hoca Tahir’e çaresini sunuyor. Nefesin yaralarını sarmak için uğraşan Tahir’e, Nefes’in incinmiş gururunun karşısında boşa çabaladığını söylemek istiyor. Uzun mesafede koşan bir atleti, bitiş çizgisine gelmeden hemen önce yoruldu diye pistten çekip alırsan o yarışı hiç tamamlayamayacak. Osman hoca Tahir’e destek olayım derken (Tahir için çok ağır bir tabir olacak biliyorum) köstek olma arasındaki ince çizgiyi gösteriyor.


“Senin yanın cehennemi cennete çevirdi evet ama iyi ya da kötü hep birinin yanı…” Nefes ne istediğini açıkça dile getiriyor aslında. Tahir’in ne olursa olsun yanında olacağının bilerek ama yalnız çıkmak istiyor bu yola. Tek başına bir şeyler yaptığını bilirse Tahir’in fedakarlığını daha çok hak edeceğini düşünüyor. Çünkü şuan incinmiş gururu Tahir’in sevgisini bile hak etmediğini düşündürtüyor ona. Doğum sancıları çeken biri ancak içindekini çıkararak bu sancılardan kurtulabilir. Ve ne yazık ki sancı sadece çekenin içindedir; onu ne başkasına satabilirsin, ne devredebilirsin, ne sıranı salabilirsin, ne de sancıyı erteleyebilirsin. Çocuğa “şimdi doğma” denir mi! O kozayı Nefes kendi elleriyle, gerekirse tırnaklarıyla kıracak. Belki çok kez yıkılacak, ağlayacak, canı acıyacak, sırayı şaşıracak, pes edecek ama sonunda kelebek olup güçlenmiş kanatlarıyla uçabilecek.


Bu anlamlı sahneler için senaristimiz Erkan Birgören’e teşekkür ederim. Bize, enkazın aslında gücün bir önceki evresi olduğunu anlatıyor hikayesinde. Küllerinden doğan bir Nefes Kaleli izlemek son derece keyifli olacak. Nefes Lezzetler Ltd. Şti. ilerde şubeler açacak eminim:) Sendeyiz hocam. Beklemedeyiz. Sevgiler… 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Korunan İçerik!