Sen Anlat Karadeniz: “Diyemiyorum Şimdi Burada Gel Omzumda Ağla”

Kucak dolusu sevgiler… Merhaba sevgili okurlar!😌 Sonunda uygun bir vakit yakaladım, az sonra NefTah’ın en özel sahnelerinden birine yeniden şahitlik edeceğiz. Sen Anlat Karadeniz’in 6.bölümündeki o unutulmaz ana yeniden konuk olacağız. Ben de azıcık heyecan var, neler dökülecek bakalım Honey’in yüreğinden. Merakta mıyız? “Evet!” Duydum duydum sesinizi. Ee o zaman ne duruyoruz? Ufaktan ufaktan geçelim NefTah’a, o derin anlamları içinde saklayan sahneye. Özlem gidermece başlasın, buyurun:

“Tek kelime etmeden hayal kırıklığını birbirine fısıldayan gözler…”

Beklemek… Ne zor bir eylemdir, hele sonu nereye kadar uzanır bilmeden. Sadece umut ipine tutunan hakkını verir bu eylemin. İşte Nefes bu eylemin vücut bulmuş hali. Altın bir kafeste sekiz yıl bekledi özgürlük için, yetmezmiş gibi şimdide oğlunu bekliyor göğsüne dönmesi için. Kulağına dolan araba sesiyle dışarıya fırlıyor Nefes. Koştura koştura iniyor medresenin merdivenlerini. Oğlunun, can parçasının az sonra kollarına koşacağını düşünerek… Tahir ise tüm gece Yiğit’i aramış, sonra buldum izini diyerek Nefes’e haber etmiş ama zalimin önce davranmasından adım attığı evden eli boş dönmüştü. Şimdi yeşil gözlerinden mutluluk akan Nefesle, kızdı telefona aceleyle giden ellerine. Nefes koştu koştu sonra durdu. Anladı bir şeylerin ters gittiğini. Çünkü ne açılan bir kapı ne de anne diyerek kendine koşan bir evlat vardı ortada. Ardına dönerek “bulamamış” diyebildi sadece Asiye Ablası’na. 

“Bazen susmakta çok şey ifade eder.”

Tahir, eli boş dönmenin ağırlığı ile usul usul yürüdü Nefes’in yanına. Bir gün öncesi gibi tekrardan hüzne boğuluydu yeşil gözler, ee haliyle kahroldu Tahir. “O dediğin yerde yok muymuş?” Nefes’den gelen bu soruyla yerin hangi dibine girsem diye göz gezdirdi birde. Eminim ki o saniyelerde “çocuğu sağ salim bulmadan niye aradın, niye boş yere Nefes’i sevindirdin hıyar herif” diye küfretti kendine. Çünkü Nefes’e “yokmuş.” demek, son nefesini vermek gibiydi Tahir için. Nefes ne yapsın, umudu diri kalsın diye ufacık bile olsa bir ışık bekliyordu Tahir’den. Ama gördü ki kendi gibi Tahir’in de boynu bükük, gözlerinin feri sönük, dudaklarından yok cevabı dökük. O vakit kalakaldı Nefes, ayakta tutmaya çalıştığı dünyası başına yıkıldı. Oracıkta katıla katıla ağlamamanın yollarını aradı. Bunun farkına varan Tahir, “iyi misin?” diye sordu. Nefes’de “bi omuz olsa iyi olurdu aslında.” diye yanıtladı. Adeta sana sarılmaya ihtiyacım var; nasıl ki yazıların harflere, şarkıların notalara, yağmurun bulutlara, haftaların günlere ihtiyacı var benim de öyle ihtiyacım var sana dermişcesine…

“Bir hışımla verdiğin kararlar ayağına dolanırsa…”

Tahir’de yüreğine çöken ağırlıkla etrafına bakınmaya başladı. İçten içe kendine “toparlan oğlum, bak Nefes’in sana ihtiyacı var” dedi. O sırada hiç karşılaşmak istediği bir çift bakışla denk geldi Tahir; Cemil Dağdeviren… Medresenin önünde Nefes Yiğit için yanarken, kendide Nefes’e hemhal olmaya çalışırken, nerden çıkmıştı şimdi bu Cemil? Göz göze geldiği adam resmen “ayağını denk al, Mercan’ım ile sözlüsün” diyordu. İyi de ortada ne bir yanlış ne bir kusur vardı, gel de anlat kör vicdana. İşte Tahir’in o anki çaresizliği… Onu anlatacak bir kelime var mı diye bakıyorum da, yok bulamadım.

“Kaplan desen çaresiz, geyik desen kimsesiz…”

Peki ya Tahir, Nefes’i koyar mı bu acıyla bir başına? Cemil Dağdeviren’in bakışları durdurur mu Tahir’i? Cevap; hayır! Ne gün Nefes’i bir başına koydu ki Tahir, ne gün başkasının lafıyla yaklaştı ki Nefes’e… Cevap; hiçbir zaman! İşte o anda yüreciğine dur demedi Tahir, dudaklarından döküldü hisleri. Hepsi, “diyemiyorum şimdi burda gel, omzumda ağla, eve kadar sabredebilir misin?” cümlesinde toplanıverdi. Nasıl güzel bir yaklaşım, nasıl güzel bir yara sarma şeklidir bu Tahir. Ne bir hışımla yüzüğünü parmağına geçirdiği Mercan’ı ne de ilk gördüğü andan beri oğluyla birlikte can yuvasına yerleşen Nefes’i ortada koymadı. Çünkü o Deli Tahir’di ve Deli Tahir bir söz verdi mi mutlaka tutmalıydı. Nefes’e dedi mi bir kere “bırakmam, sizi asla o adama vermem.” Tamam işte bu kadar…

“Senin yüreğin kanar, benum içimde yaram.”

Deli Tahir önden yengesiyle Nefes’i eve yolladı, sonra peşlerinden hem Cemil’e hem Osman Hoca’ya selam verip kendide gitti. Nefes’in koluna girmiş bir ablası vardı, hemen arkasında kardeş gibi gördüğü yangazlar. Ama hâlâ eksik, bölük pörçüktü Nefes. Sanki umut ipi avuçları arasından kaymış, çoktan gitmiş gibiydi. Çünkü Nefes için umut demek;  Yiğit demekti, oğlu demekti. Şimdi omzunda oğlunun sarılı kollarını yoktu, nerelere gidip ne feryatlar etseydi bu Nefes. O sıra yanında bitti Tahir, yengesi ve kardeşlerine bir dakika deyip Nefesle geçti evin içine. Nefes ağır ağır yürüdü, sonra bir döndü arkasına ne görsün! Yiğidimiz yoksa, ay ışığında uluyan kurdumuz yoksa ben varım, ben varım Nefes bak hâlâ umut var. Bitmedi bitmedi acayip güçlü takım, daha yazacak çok masalımız var dermişcesine açtı kollarını Tahir. Ne denilir ki bu adama? Çok güzel seviyorsunuz be kaplan bey, hem de çok! Şu tablonun var mı bir tarifi? Ne denilse az kalır eminim. Denizden gelen kaplanın, mavi tüylü geyiğe bir kez daha şifa olma şekline bak ya…  “Omzum senin, istediğin kadar sığınabilirsin, gel buraya” demek değil de ne şu görüntü? İşte böyle gelen adama da, böyle sıkıca sarılıp içini dökmek olurdu Nefes. Oy oy nasıl güzelsiniz, nasıl eşsiniz NefTah!😭

“Ufaksın benum gülüm, ben sana kıyar mıyım?”

Sarılmak… Ne güzel bir eylemdir. Binlerce, yüzlerce iyi gelecek cümleyi bir kucakta toplamaktır. En temiz sevme biçimi, en sağlam şifa yoludur. Umutların tükendiği yerde yeniden filizlenme sebebidir. İki yaralı ruhun birbirine güç olma çabası, bu da geçecek inancı olmasıdır. Kısacası mutluluğu ikiye katlayıp, acıyı ikiyi bölmek değil midir? İşte Nefes ve Tahir sıkı sıkı sarılarak, Yiğitsiz geçen her dakikayı pay ettiler; birlikte üstesinden geldiler beklemek eyleminin. Bu derde ortak oldular, birlikte yanıp kavruldular. İnsan kolay kolay yabancının yanında akıtmaz gözyaşını. O gözyaşı denen damlada, her olayda her duyguda süzülmez zaten yanaktan. Nefes göğsünden evladı koparılmış bir anne. Şimdi sorarım nasıl dursun gözyaşları? Elbet pıt pıt dökülecek. İşte döküldüğü omuz, Deli Tahir’in… Oğluyla birlikte kurdukları dünyaya giren ilk kişi, yazdıkları masalın son kahramanı, oğlunun Tahir Abisi, kendisinin inadı, acayip güçlü takımın denizden gelen kaplanı işte… Tahir istedi ki Nefes’in yangını da ona geçsin, istedi ki bir tek kendi yansın beter olsun. O sebeple daha da sıkı sardı Nefes’i. O an Nefes’in bu dünyada sahip olamadığı her kişinin yerini aldı Tahir. Nefes’in o saniyelerde hem annesi hem babası hem abisi hem yoldaşı oldu ya… Yangınını belli etmedi, dik durdu, güçlü oldu çünkü biliyordu ki bu takımın yeniden bir araya gelebilmesi için bu şarttı. Uzun lafın kısası arka fonda Yüksel Baltacı’nın “haram” parçasıyla devleşen Ulaş ve İrem gördük.

“Elbet unutmam seni, sende unutma beni. Ay güneşe kavuşur, bize kavuşmak haram…”

Birbirine hemnefes olan iki kalp, birbirinin yangınına su olan iki insan… Oğlumu bulacağız diyen bir kadın, şüphen olmasın diyen bir adam… Hiç şüphem yok dedirten o güçlü bağ… Tek kelimeyle biz izleyenleri  rüzgarınıza o denli kaptırmışsınız ki gözüm sizden başkasını görmüyor, özellikle gönlüm sizden başkasını hanesine almıyor. Çok çok özelsiniz NefTah!🌹

Umarım keyifli bir sahne yolculuğu olmuştur sevgili okurlar. Bu sefer ki vaktimiz, diyeceklerimiz bu kadar. Yorumlarınızı bekliyorum, yazın ki ben de kalplere dokunabiliyor muyum bileyim.

Sizleri seviyorum, mavinin huzuru ile kalın💙