Sen Anlat Karadeniz: “Benimle Yanar Mısın?”

Karadeniz…

Uçsuz bucaksız bir güzelliğin ev sahibi… Hırçın maviyle asi yeşilin bir olup meydana getirdikleri koca cennet bu işte… Bu cennete unutulmaz bir sevda inşaa ediliyor şimdi; NefTah! Bugün yeni bir yolculuk zamanı… Yayla evindeki evlilik teklifi sahnesine dönüp dillere destan sevdanın o anlarına yeniden şahitlik edeceğiz. Kendi deyimimle benimle “ateş ve suyun” sevdasına şahitlik etmeye, o büyülü evlilik teklifi sahnesini benimle yeniden yaşamaya var mısınız? Varız! O vakit başlasın NefTah’a dair yeni bir yolculuk… 

“Yayla evindeki kütükte filizlenen sevdanın, şimdi ay şahitliğinde sonsuza dek mühürlenme vakti…”

“Kaç zamandır sana bir sürpriz yapmak istiyordum Nefes. Aklımdan da bin türlü fikir geçti. Hani filmlerde olur ya; etrafta küçük mumlar yanar, romantik bir şarkı çalar, gül yapraklarından adın falan yazar. Sonra düşündüm. Sevdalığın taklidi olur mu? Başkasının düşünden çalınmış çiçekle mumla sana sevdamı nasıl anlatayım? O benim sevdam olur mu? Sana sevdanın şeklindense, sevdamın hakkını vereyim dedim.”  Tahir’in ağzından dökülen bu satırların altında bakalım ne yatıyormuş? Hadi hep birlikte görelim.

– Velayet için aniden oturduğumuz nikah masasından beri içimde ukte, seni telli duvaklı gelin edememek Nefes. Seni güzel düşlere sürüklemekti hep planım. Ama tüm planlarım suya düştü; kimisi anam kimisi abim kimisi o Vedat şerefsizi yüzünden. Yüzünde hiç asılı kalamadı bahar gülümsemesi. Ben de istedim ki bu kez her şey farklı olsun. Yüzüne öyle bir gülüş yerleştireyim ki hiç kimse solduramasın; gönlünün kapısını öyle güzel çalayım ki bir daha hiç o kapının dışında kalmayayım. Her kadının düşünde vardır romantik mumlu bir masa, çalan romantik bir şarkı ve ardından kırmızı kutudan çıkan bir tektaş… Ben sana bir söz vermiştim, neyden eksik kaldıysan her birini tamamlayacağım diye. Dakikalar öncesi ondandı şık bir restorantta yemek yememiz, ondandı benimle evlenir misinli evlilik teklifi… Ama biz seninle bugüne kolay gelmedik, çok mücadele verdik, vermeye de devam edeceğiz. Ne görücü usulü ile bulduk birbirimizi ne de tesadüfi bir şekilde. Biz birbirimizi koca bir çıkmazda, karanlıkta bulduk. Bizim sevdamız bana yaralarını açtığın o tozlu kütükte filizlendi; bizim sevdamız teheccüd vaktinde hiç usanmadan beklediğim Osman Babam’ın evinin arkasındaki kütükte büyüdü; anlayacağın bizim sevdamızın asıl şahidi bu yayla evi bu tozlu kütük… Ben de istedim ki en güzel anımız burada taçlansın, yüreklerimiz bu evin huzurunda bir kez daha yemin etsin. Bizim sevdamıza da bu yakışır; kaç yıl geçerse geçsin o restoranttaki şık masa unutulur da ha bu yayla evi ha bu an unutulmaz dedim kendime. (Ay düşünceli hödük!😍)

“Ateş bir gün görmüş yüce dağların ardında; sevdalanmış onun deli dalgalarında…”

Ben denizden gelen kaplan, sen mavi tüylü geyik… Ben hırçın mavide ordan oraya koştururken, sen hayatta kalmak için direniyordun. Sonra bir gün zorla çeke çeke götürdükleri İstanbul’da seni buldu gözlerim. Her şeyden habersiz o akşam yemeği senin karanlıktan kaçışın, benim de sana kavuşuşum oldu.

“Hırçın hırçın kayalara vuruşuna, yüreğindeki duruluğa…”

Gördüğün her türlü şiddete, çektiğin onca eziyete rağmen zalime karşı eğilmeyen o boynuna; tükenmeyen umuduna, kendin çocukken annelik nedir bilmezken oğlumuza yaptığım şahane anneliğine, güçlü kişiliğine ve o asi yeşillerine vuruldum ben Nefes…

“Demiş ki suya; gel sevdalım ol, hayatıma anlam veren mucizem ol…”

Hatırlarsın ilk sevdamı sana Osman Babam’ın evinin orda etmiştim. “Geberiyorum ulan geberiyorum. Ama karşılık bekliyor muyum? Yok. Yarim ol diyor muyum? Yok. Benimle yanmana razı mıyım? Yok.” O vakitler daha çok tazeydi yaraların, başında bin türlü dert vardı. Bana, seni sabırla beklemek; sevdamı kendi içimde umutla filizlendirmek kalıyordu sadece. Sonra gel vakit git vakit derken Vedat şerefsizi Yiğit’in velayetini alamasın diye, senin rızan olup olmadığını sormadan; “evleniyoruz” demiştim. Şimdi sana sevdamızın filizlendiği yerde yeniden soruyorum.

– “Burada benimle bir ateş yakar mısın? Bu dünya çok soğuk, sen benimle yanar mısın?”

Yani bu altın kalpli hödüğün yari olur musun? Soluk alma nedenim olur musun? Kurban olduğum olur musun? Bir yastığa baş koyduğum, hayat denilen uzun yolda ilk ve son yoldaşım olur musun? Deli Tahir’in Nefes’i olur musun? Oğlumuzla birlikte kurduğunuz o dünyaya, birlikte yazdığınız o kızılderili masalına beni de dahil eder misin? Benimle yanmaya razı mısın? Demir attığım ilk ve son liman o güzel yüreğin olsun mu? Dünüm, bugünüm, yarınım kısacası tüm hayatım olur musun be mavi tüylü geyik? Beni son nefesine kadar çok sever misin?

“Su dayanamamış ateşin gözlerindeki sıcaklığa. Al demiş; yüreğim sana armağan…”

Nefes bir kez daha şaşırdı, hafiften utandı hatta. Çünkü yirmi dört yıllık ömründe onu hiç kimse bu kadar sevmemişti, böyle sarıp sarmalamamıştı. Bu adamı sevdiği için bir kez daha şükür etti o an. 

 “Ben de çok şey eksik kalmış ama en büyük parçam hep kayıptı. İşte şimdi buldum, buradasın. Benimsin.”

Tahir’de derin bakışları ile onayladı Nefes’i… “Seninim” dedi bakışlarıyla…

– “Ben biraz utandım. Ne bileyim yedi yaşında çocuğu olan bir kadınım. Böyle liseli kızlar gibi heyecanlı, tutkulu… İşte öyle…”

 “O lisedeki halinle kalmışsın, belli ki ordada bir şeyler durmuş.”  Tahir verdiği bu cevapla aslında şunları kastetti:

Sen zaten on altı yaşında zorla çıkarıldığın o baba evinde, kapının arkasında asılı olan peluş ayıcığınla, dirseğini çürüttüğün okul sırasında, arkadaşlarınla oynadığın yakar top oyununda kalmışsın. Sen hâlâ bembeyazsın, gözleri ışıl ışıl parlayansın, benim güzel kokulu sevdiğimsin…

– “Sen beni aldın oradan, üşüyordum ısıttın, korkuyordum cesaret verdin. En önemlisi bana inandın, benim kendime inanmamı sağladın. Bana umut oldun.” Nefes’in ağzından dökülen bu satırlarda aslında şu hisler gizliydi:

– “Nefes al ve atla.” Dediğinde; yeraltında kalmış güvenimin yeniden doğuşu oldun. “Beni bu adamdan ayırma, kurbanım olayım.” Dediğinde; oğlumun babası oldun. “Gel göğsüme sığ yarim.” Dediğinde; yuvam oldu göğsün. “Kaldır kafanı Nefes Kaleli. Ta gözlerinin içine bak şunların.” Dediğinde cesaretim oldun. “Bu dışardan bitirme şeylerine mi başvursan? Verirsin derslerini. Kafa zehir gibi maşallah.” Dediğinde kendime inanmamı sağladın. “Benim tek derdim sensin, ömrün sürdükçe de bitmesin.” Dediğinde ailem oldun. O yüzden seninle koca bir ömre, birlikte yaşlanmaya, birlikte gülmeye, birlikte acıları omuzlamaya sonuna dek varım; seninle yanmaya razıyım. Dizim de göğsüm de senin, istediğin vakit… Beni karanlıkta ilk farkeden sendin, şimdi de aydınlıkta son gören sen ol… 

“Sarılmış ateşle su birbirlerine sıkıca, kopmamacasına kopamacasına…”

– “Kaç yıl geçerse geçsin, ne olursa olsun ne sen ne ben bu ateşin sönmesine hiç izin vermeyelim. O hep yansın…”

Nefes’in kulağına bir yandan sevdiğinin kalp atışları bir yandan da bu sevda yemini dolmuştu işte. Yavaş yavaş oldukları yerde dönmeye başladılar. Ortamda çalınan romantik bir müzik olmayabilir, ama bakın görün ki gerçekten sevince nerde ne zaman olduğunun bir önemi yok. İşte böyle kalp ritmine göre ayak uydurur, dans eder iki sevdalının ruhları…

“Ateşin yüreğini sadece su, suyun yüreğini sadece ateş alır olmuş…”

– “Geç kaldım, özür dilerim…”

“Beklettim, özür dilerim…”

“Hoş geldin…”

Bu sözlerin ardından yeniden yazılmaya başlanır ateş ve suyun masalı. Arka fonda Şebnem Ferah’ın “sil baştan başlamak gerek bazen” dediği gibi… Yağan inci tanelerinin altında birbirlerine usul usul karıştılar, bu anı yüreklerine kazımak istercesine… Kana kana içtiler birbirlerini, doya doya öptüler. Havai fişeklerin eşliğinde geceyi sahilde birlikte geçirdiler. Ardından birlikte gün doğumunu selamladılar, birlikte gülümsediler ufka… Velhasıl NefTah bugünle hayatlarının ikinci yarısına imza attı. 

Burcu Güneş’in “ateş ve suyun aşkı” isimli parçası ile yaptığımız özel yolculuğun sonuna gelmiş bulunmaktayız. Benimle bu yolculuğu paylaştığınız için teşekkür ederim. Hislerinizi, düşüncelerinizi bekliyorum. 

Yeni bir yolculukta görüşmek üzere… Sizi seviyorum❤