tds_thumb_td_300x0
Sen Anlat Karadeniz 33.Bölüm “Tevâfuk”

Hastalar ayaklandı, kayıplar bulundu, geçmişteki defterler açıldı derken dün, özellikle son 4 bölüme göre, enerjisi düşük bir bölüm izledim. Saniye’ye tahammülüm azaldı, Kaleli konak antipatim yeniden arttı diyebilirim. Ama sezon başından beri çok severek izlediğim bölümlerden sonra böyle bölümlerin bende kredisi hala var.

Öncelikle hem bölümde en ilgimi çeken hem de haftalardır merak ettiğim Fikret konusu ile başlamak istiyorum. Geçen haftada söylediğim gibi Fikret’in Saniye ile olan geçmişinden çok Vedat’la olan bağını merak ediyordum ki bu hafta hem Vedat hem de bizler öğrenmiş olduk. Fikret’in Vedat’ın babası ile bağını ve bunun eski türk filmi klişesiyle başlamasını ben açıkçası sevdim. Bu tamamen eski türk filmlerindeki gazino, gazinoda şarkı söyleyen kadın ona aşık 2 erkek hikayesini klasik ama hala çok güzel bulmamdan kaynaklıyor sanırım. Bu sahnelerle ilgili hem beğendiğim hem de beğenmediğim noktalar oldu. İlki Vedat’ın annesinin Nefes’e olan benzerliği, bu Vedat’ın takıntısı için çok güzel bir alt yapı bence. Diğer bir konu ise sevmemek değil de bir anda bu flashback sahneleriyle dizinin havası değişti ve aynı diziyi mi izliyorum diye düşündüm. Buna ilerleyen bölümlerde alışacağımı düşünüyorum ve bu hikayeyi izlemek istiyorum. Fikir, karakterler çok güzel ama sahnenin kurgusunu, geçişlerini beğenmedim açıkçası bu hafta tüm sahnelerdeki kurguyu beğenmedim. Olaylar çok daldan dalaydı; bir hamur hazırlamışsınız, malzemeleri katmışsınız ama yeterince yoğurmamışsınız gibi. Neyse ben Fikret’in hikayeye girişini, günümüzle bağlantısını ve konusu çok kısır olan bu dizide bize yeni bir pencere oluşunu seviyorum. Vedat’ın babasını öldürdüğünü görmüştük ama devamında yaşananları, Vedat ve Eyşan’ın böyle bir şirketi başlarında kimse olmadan nasıl ilerlettiklerini görmemiştik. Bu bağlantıları görmek güzeldi çünkü altı boş kalan konular hikayeyi sarsıyor bence.

Gelelim Nazmura, Berfata, Saniye’ye, Asiye’ye kısacası diğerlerine. Ben genel olarak Neftah hariç bir şeyler izlemekten sıkılmıyorum askine hoşuma gidiyor. Hiçbir diziyi 2 karakter yada sürekli aynı eksende gelişen konular ilerletmez. Bu yüzden Nazmurun Murat’ın şımarık tavırlarına rağmen derinleşen hikayesini, Berfatın sevimli şapşal aşık hallerini izlemekten sıkılmıyorum. Hele ki Dağdevirenler evini her hafta merakla bekliyorum. Yeniden ayağa kalkan Mercan, Vedat’a boyun eğmeyen Nazar, artık tamamen gönlümün prensesi olmuş vicdanının sesiyle hareket eden Türkan’dan nasıl sıkılayım ki? Ama bu merak ve ilgim ne Asiye’ye, ne Saniye’ye, ne de Kaleli konakta yaşanan iç bayıcı olaylara karşı olmuyor. Evet Saniye bir anne, evet şükürsüz bencil biri ama bi dur kadın artık. Bi dur yani, bi durun olsun şu hayatta. Bayılıyor, tansiyonu düşüyor ve kalkıp söylenmeye devam ediyor. Seyirci olarak Saniye’yi anlamamıza fırsat verilmiyor çünkü Saniye hiç susmuyor. Bi sus, bi dur ve bize seninle empati kurma fırsatı tanı. Evet her karakteri anlamak, hak vermek zorunda tabi ki değiliz ama bu beni de anlayın ben haklıyım çığırışlarına gerçekten tahammüller azaldı. Madem Saniye’yi anlamamız isteniyor hikayede, madem Saniyeyle de empati kuracağız e o zaman Saniye bi izin ver, azıcık sus. Ama tabi ki susmuyor,  biz de empati kuramıyoruz, Saniye de başka açıdan bakmıyor çünkü Peyami Safa’nın da dediği gibi suçlamak anlamaktan daha kolaydır, anlarsan değişmen gerekir. Ve Saniye değişecek biri değil. Hadi Saniye böyle bir kadın ya Asiye? Bu sene belki de en anlam veremediğim hareketler Asiyeninkilerdir. Asiye ne ara bu kadar pasif oldu ki? Tamam o, ailesindeki herkesi koruyup kollayan şevkatini sevgisini eksik etmeyen bir karakter, yani ben demiyorum ki Saniye’nin evlatları vurulunca Saniye’ye zulüm etsin ama tepkilerini eksik buluyorum. Biraz fazla karikatürize gelmeye başladı bu karakter ki geçen sezon daha uç tepkilerine rağmen bu denli karikatürize gelmiyordu. Ve bunun bir sebebi de bence tepkilerinin kesilmesi. Üzülüyor ama biz duyguyu hissedemeden geçiyor sahne hızlıca ve bir sonraki sahnesi Mustafayla cilveleşme olunca üzüntüsünü hiç bir şekilde hissedemiyoruz. Aslında Bu sezon Vedatla olan kaçırılma sahnesi hariç hiç bi tepkisini hissedemedim doğru düzgün.

Gelelim gözümün nuru Nefes, Tahir ve Yiğit’e. Çaresiz, kimsesiz ve dağılmış bir aile onlar. Tahir kaybolduğunda birinci bölümden sahneler gördük ama benim aklıma 5.bölümde Batum’da Nefes’i bulan Tahir geldi. Orda Tahir Nefes’e üşüyor musun diyip montunu vermişti, orda Tahir kurtarandı şimdiyse roller değişti. Nefes’i o gün hayata bağlayan şey umuttu bu gün ise Tahir’e dayanma gücünü veren Nefes’in içinde yaktığı ateşti. Kibritçi kız o soğuk gecede yaktığı her kibritte ısındığını hissetti, yaktığı her kibritte güzel hayaller kurdu ve o hayallere öyle bir daldı ki o küçük kibrit alevinin onu ısıttığını hissederken soğuktan öldü. Kibritçi kızı o küçücük alev ısıtmadı, anlık hayelleri onun ölmesine engel olamadı. Yani kibritçi kız elinde onlarca kibrit varken büyük bir ateş yakabilecek gücü varken kibritten gelen anlık alevi seçti. Nefesle tahir’in ilişkisini de buna benzetiyorum; soğukta çaresiz ve kimsesiz donmak üzere. Ellerinde aşkın gücü var, onunla ısındıklarını hissediyorlar ama bu kibrit alevi gibi anlık oluyor. Eğer Nefes ve Tahir’in aşkı bu dünyanın soğuğuyla savaşacaksa o ellerindeki kibritleri havaya yakmayı bırakmaları lazım, odun toplayıp kendilerine büyük bir ateş yakmaları lazım. Şu ana kadar anlık hayalleriyle mutluydular ama şu an köşeye sıkıştılar çaresiz kaldılar, odunları bulup toplamak için ayrıldılar. Benim Nefesle Tahir’in ayrılığına dair yorumum bu ve o odunları toplayıp büyük bir ateş yakacakları günü bekliyorum. Diğer bir değinmek istediğim konu da Yiğit Tahir paralellikleri. Bunu düğün günü papyon sıkıyor sahnelerinin ard arda verilmesinden beri düşünüyorum. Ve bu hafta da üşüyüp ateş yakmaya çalışan Tahir ardından aynı şekilde ateş yakmaya çalışan Yiğit’i izleyince bölümlük bir kurgudan ibaret olmadığını düşünmeye başladım. Bu parelel hikaye bizi nereye götürür, bir nedeni var mı bilmiyorum ama eğer varsa merakla bekliyorum.

Her hafta olduğu gibi yazımı bi alıntıyla bitirmek istiyorum ve haftaya Çarşambaya kadar kendi hayatınızı güzelleştirmek uğruna bir şeyler yapacağınız günler diliyorum.

“Bir muammadır aşk. Kiminin vicdanına atılan taş, kiminin fakir gönlüne katılan aş, kiminin de gözünden akıtılan yaştır.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Korunan İçerik!