tds_thumb_td_300x0
Sen Anlat Karadeniz 28.Bölüm: En Büyük Çaresizlik

Selamlar! Bu hafta yine geldim gönül hanenize misafir olmaya. Kalbim pır pır ederek koşa koşa çaldım kapınızı. Enerjik hissetmemi 28.bölümün güzelliğine bağlasak tam yeridir valla. Bölümün her bir köşesi tutulup bırakılmamaya o kadar değerdi ki, beraber inceleyelim istedim. Öncelikle şuna değineyim; sen neredeydin daha önce be, gel sarılalım sıkıca 28.bölüm. O kadar dingin bir bölümdün ki, bunun yanında kâh ufaktan güldüren kâh derin derin düşündüren cinstendin. Özlemişim bu denli içinde kaybolduğum bölümleri, sar başa deyip izlemeye doyamadığım sahneleri. Bu hafta bir değişiklik yapacağım, sizlere direkt  replikleri değil de; onların altında yatan, bize kattığı anlamları kalemim çevrildiğince aktaracağım. Hayde, buyurun o zaman sevgili Sak severler:

“Nefes, en sevdikleri ile sınanıyor.”

Kadınlar… Şu dünyadaki en eşsiz çiçek değil mi? Kırılıp dökülmemesi gereken en değerli varlıklar değil mi? “Evet!” dediğinizi duydum. İşte aramızdaki çiçeklerden biriydi Nefes. Onun hayatını cehenneme çeviren, canını defalarca yakan Vedat vardı bir de hikâyemizde. İşte yine yerle bir etmenin peşindeydi zalim; mazlumun ruhuna yeni yeni yaralar açacaktı, onu en derininden yakalayacaktı. Bir anne için en büyük yaranın evladı olduğunu bildiğinden yine o noktada kıskıvrak yakalamıştı. “Oğlun mu yoksa Tahir mi?” dedi Nefes’e. Vedat rahattı, çünkü ona göre cevap çoktan belliydi. Yanılan taraf olmayacağını düşünüyordu, lakin bir şeyi atlamıştı. Biz kadınlar, en çok canı yakılan ama bir yandan da can yakabilecek olan varlıklarız. Hele mevzu bahis sevdiklerimiz olunca. Çok ağlarız, çoğu kez düşeriz belki ama düştüğümüz yerden gözyaşımızı silip ayağa kalkabilecek, yeniden yola çıkabilecek kadar da güçlüyüz. İşte Nefes de bunun en iyi örneği. Nefes o kadar yorgundu ki ruhen, tarif edilemez. Yirmi dört yıldır aldığı her nefes o kadar kesik kesikti ki şimdi ona özgürce doya doya nefes aldıran bir adam vardı yanı başında. Ruhuna yer etmiş, yüreğinin sahibi olmuş bir Tahir’i vardı.

“Derman hep birbirinde.”

Bir yanda da canından bir parçası, oğlu, her daim tutunduğu dalı vardı. Bu iki adam Nefes’in umudu, yaşam sebebi, canıydı. İnsan “canım” dediklerinden nasıl vazgeçerdi ki? Aralarında nasıl tercih yapardı ki? Bu sorularla boğuşmak zorunda kaldı, doğru cevabı bulmak istedi. Daraldı, “yeter artık bitsin çilemiz, yerleşelim güzel günlere” dedi içten içe. İki canı arasında sıkışıp kaldı, ikisini de yanı başında tutabilmenin yolunu aradı. Bulamadı, bulamadıkça zalimin dedikleri kulağında tekrar tekrar canlandı. Cayır cayır yanıyordu yüreği, aklını kaybediyordu usuldan sanki.

“Bir baba; varını yoğunu, her şeyini ailesi için feda etmeye hazırdır.”

Tahir desen delirmiş vaziyetteydi. Belki de ilk kez “baba!” olduğunu tam anlamıyla hissetmişti ama bu kez de kendine bu duyguyu tattıran, ona babalık sıfatını layık gören oğlundan ayrıydı. Bir çıkış yolu arıyordu, oradan oraya koşturuyor, yorgun düşmüş ruhunu unutup ailesini bir araya toplama derdindeydi. Canı yanıyordu, “Beni bırakma!” diyen oğlunun elini tutamadığı için. Çünkü Tahir bir babaydı. Baba dediğin, eli iki kanda da olsa yeter ki nefes alsın; evladına koşup uzattığı elini sıkıca kavrayandı. İşte bunu bilmek Tahir’i mahvediyordu. Baba evin direğidir. Her daim en güçlü vurgunu onlar yer, sadece geriye kalan rüzgarı çarpar eşine ve evladına. “İşte bu cümlenin resmedilmiş hali bu bölümdeki Tahir.” der susarım. Nefes bir anne olarak bir köşede kıvranırken, Tahir’de bir baba olarak farksız değildi ondan. Ama Vedat’ın pis oyununa rağmen yine birbirinin kollarında buldular gücü ve yine birbirlerinin gözünün içine bakarak “Sonsuza dek tek yürekte!” deyip omuz omuza verdiler. 

“Sen benim umudum, sen benim nefesimsin.”

Bu tarafta da annesini ve babasını dört gözle bekleyen, düştüğü cehennemden kurtulmayı dileyen bir Yiğit vardı. Bu yaşına dek kendine can olan sadece annesi var iken, şimdi bir de can bağıyla örülmüş babası Tahir Kaleli vardı. Çocukluğunun tadını gün geçtikçe daha güzel çıkarırken üzerlerine düşen bu kara buluta kendince öfkeleniyor ve burnundan getiriyordu. Başarıyordu da, kara bulut işittiği her sözle içten içe çöküyordu. Tabi bir yandan da Yiğit’in de umutlarını koparıyordu. “Artık beraberiz, ben senin babanım, annen de gelecek, çok mutlu bir aile olacağız” vb. kurduğu cümleler yanı sıra uyguladığı fiziksel tepkilerle Yiğit’in dünyası yıkıyor, geçen her an karartıyordu. Ama Ay Işığında Uluyan Kurt savaşmaktan vazgeçmiyor, ailesinin arada duyduğu birkaç dakikalık sesi ve gözünün önünde canlanan güzel anlarla kafa tutmaya devam ediyordu. Zalimin yaptığı kaçış planından habersiz, aniden boşalan yağmur, ortaya çıkan gök gürültüsü, giden elektrik, odasına konulan mumlar, çıkan yangın ve bedenini kaplayan korkuyla başbaşa bıraktık onu en son.

“Farklı köşelerde kavrulan üç yürek.”

Tabi bölüm bu kadar mıydı? Hayır!  “Asıl marifet kendinin doğurmadığına analık etmekte.” deyip Saniye’ye haddini bildiren, bir anne olarak Nefes’e hemhâl olan, Tahir’e “Nefes’in elini sakın bırakma, sıkıca tut, kendini üzme, sabırlı olun yengem” diyerek eskisi gibi destek olan bir Asiye Kaleli görmek oh valla ne iyi geldi canım!  “Evimizin neşesiymiş” deyip yeğenlerini özleyen, hissettiklerini çat diye ortaya döken, yengesine ve abisine destek olan Yangazlar’ı da görmek varmış yeniden tey tey😂  Zalimin diğer bir kurbanı, hayatı bir anda tepetaklak getirilen Mercan’ın da ayağa kalkıp konuşması, iyileşmesi çok duygulandırdı. Ağzından dökülen cümlelerle yüreğimize yeri geldiğinde su serpen, yeri geldiğinde yüreğimizin kaybolan sesi oluveren Osman Hoca’nın da torununun başına geleni duymasıyla; koca aileyi bir araya toplaması, Nefes’ten birer bardak suyla kendilerini ferahlatmak istemesi o kadar hoştu ki…

“Zaman, inanç ve umut her şeyin ilacı! İşte örneği Mercan…”

Ya da psikopatlığının, travmalarının geçmişine inilen Vedat… Küçük yaşta annesi tarafından  terkedilen, acımasız bir babanın eline kalıp onunla beraber büyüyüp zalim olmuş bir adam. Ne olursa olsun geçmişin; yaptıklarının bir bahanesi veya açıklaması olamaz Vedat. Çünkü bu anları hatırlamadan az önceye dek yine şiddet uyguluyor, karanlığını saçıyordun.😬

Neyse uzatmayalım gelelim artık sadede. Kısacası karakterlerin özüne dönük davranışlar sergilediği, duygulandıran, yeni soru işaretleri ile başbaşa bırakan dolu dolu bir bölüm izledik. Valla ben memnun ayrıldım bu gece, umarım siz de benim gibi keyifli ayrılıp yeni bölümü heyecanla bekleyenlerden birisinizdir. Acayip güçlü takımı çok seviyorum. Anne değil iken anneliği iliklerime kadar hissettiren İrem Helvacıoğlu’na ve baba değil iken babalığı iliklerime kadar hissettiren Ulaş Tuna Astepe’ye de teşekkürler. Tüm ekibin yüreğine sağlık, Erkan Hoca’nın da kalemine sağlık.Sonuna dek beraberiz be Sen Anlat Karadeniz!

Artık Sak fandom olarak da daha memnun, dinamik ve enerjik olmak dileğiyle.🍃

Hepinize kucak dolusu sevgiler, şimdiden okuyan gözlerinize sağlık.♥️🙏

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Korunan İçerik!