tds_thumb_td_300x0
Sen Anlat Karadeniz 24. Bölüm: Çok Yorgunum

“Çok yorgunum

Beni bekleme kaptan.

Seyir defterini başkası yazsın.”

Diye devam eder Cem Karaca’nın o çok sevdiğimiz şarkısı. Bu haftaki hislerim şarkı sözleriyle uyumlu olduğu için onunla başlamak istedim yoruma. Ben bu dizi için ilk bölüm yorumunu yazalı dokuz ay olmuş, yirmi dördüncü bölümü izlemişiz ama hâlâ asıl yere gelememişiz. Bizim asıl yerimiz ile televizyon dünyasının asıl yer anlayışının farklı olmasından mı acep? Yanlış hatırlamıyorsam umut hikâyesi diye çıkmıştık yola, çok güzel adımlar da attık ona da lafım yok. Nefes’in travmalarını gördük, ona, bize, kadere ağladık; benzer kaderi yaşayan kadın ve çocuklar için yardım kampanyaları düzenlendi, bir olduk birlik olduk. Uzun lafın kısası bir şekilde dokundu gerçek hayata. Bunun ne kadar kıymetli bir şey olduğunu biliyoruz. Amma velakin yetmedi mi artık travmaları izlediğimiz? Tamam, izleyiciye mazlumu gösterdik, acısını hissettirdik; şimdi sıra o mazlumu nasıl iyileştireceğimizi öğretmeye gelmedi mi? Bu dizinin iddiası seyirlik zevk vermekten öte mesaj vermek değil miydi?

Ruhundaki yaraları bir bir iyileştireceğim, diyor Tahir. Tamam, çok güzel. Kelimelerin iyileştirici etkisini biliyoruz ama yeter mi?.. Senin merhem sürdüğün yaraya ailen hemen peşine merhemin bin katı tuz bassa o merhem etki eder mi? Peki ya sen yarayı tuzundan yıkayıp da iyileşmesi için uygun şartların olduğu bir yere götüreceğin yerde gidip o tuzu basan elleri öpersen benim hangi kelimem seni savunmaya yeter Tahir Kaleli?..

İşte tam da bu yüzden Nefes’in Tahir’den bağımsız bir şekilde iyileşebilmesi lazım. Tahir ne kadar ailesine karşı dik dursa, ne kadar büyük kavgalar etse de hepsinin bir sınırı var çünkü sonuçta karşısındaki kişi onun ailesi. İnsan bir ailesi için öteki ailesinden vazgeçebilir mi? Esasında öteki aile diye bir kavram var mıdır ki insanın kafasında? Aile dediğimiz şey bir bütünü temsil etmez mi? Tahir ailesine ne kadar kızarsa kızsın bir yanı onları affetmeye her daim hazır. Bu yüzden Mustafa’nın her yumuşak hareketinde yelkenleri suya indirmesi, bu yüzden mazlumu saçlarından sürükleyen elleri öpmekten vazgeçmemesi. Doğru mu? Hayır. Ama gerçek. İnsan ailesinin yanında hep çocuktur, kötülüklerini görse bile hep her şeyin düzeleceğine inanmak ister. Vicdanlarının seslerinin yükseldiği yerde onun da sesi yükselir ama vicdanın sesinin de bir sınır vardır söz konusu aile olunca. Savunduğum bir durum değil bu ama inkar edilemez bir gerçeklik içerdiği de bariz.

Bağımsızlıktan kastım da ayrılık değil, yine bir eli Tahir’in elinde olsun Nefes’in ama diğer eli de o şemsiyeyi kendi taşımaktan vazgeçmesin. Düştüğünde o ele tutunup kalkmasın, kendi gücüyle kalktıktan sonra o eli tekrar tutup yürümeye devam etsin. Anlatmaya çalıştığım şey şu ki herkesin bir Tahir’i yok. Ve her Tahir’in de son nefesine dek doğrunun yolunda doğrularla savaşmaya gücü yok. Kendi hayatını kendi kurmalı öyle bir cehennemden kurtulmuş insan, çünkü ancak kendi kurduğu hayatı yıkmaya yetmez başkalarının gücü. Kendi evi olmalı ki kimse kovamasın onu, kendi işi olmalı ki kimse onun adına kararlar veremesin ve her şeyin de ötesinde yürüyeceği yolu kendi seçmeli, kimse kolundan sürükleyememeli onu. Nefes’in artık bir “Dur!” demesi lazım bu olanlara. Kendini daima eksik, suçlu hissetmesi psikolojisini anlayabiliyorum ama anne rolüne uymuyor bu olanlar. Bir kadın kendi için pek çok zorluğa katlanır ama verebileceği en kuvvetli savaş da evladı içindir. Kendi için kalkmıyorsa bile evladı için kalkmalı artık ayağa. “Ben bu zulümle büyüdüm, sen büyümeyeceksin. Buna izin vermeyeceğim.” demeli çocuğuna. Ona zulmün hikâyelerini anlatmak yerine onun kendi çocuklarına anlatacağı bir zafer hikâyesi yazmalı.

Şu an dizide eleştirdiğimiz çoğu şey geçen hafta Yiğit Bey’le yaptığımız söyleşide konuştuğumuz durumdan kaynaklanıyor. Türk dizileri tekniğe uygun yazılmıyor. Başı sonu ortası belli olarak tasarlanmıyor. “Reytingi nasıl arttırabiliriz, konuyu nasıl uzatabiliriz?” diye bakılıyor olaya. Bunun sonuçlarını da görüyorsunuz.  Yabancı diziler uluslar arası alanda beğeniyle takip edilir ödül üstüne ödül alırken bizimkiler yine izleniyor ama bizzat izleyenler tarafından yerin dibine batırılıyor çoğu kez. Ne kadar eleştirsek de izlemeye devam ediyoruz çünkü bir tarafımız hâlâ umutlu. Yerli sektörde çok başarılı oyuncular, yönetmenler, senaristler var. Tüm bu güzelliklerin benim şu an tüm nedenleri yazmaya çekinmeme neden olan durumdan kurtulduğu günleri görmeye ömrüm yetecek mi bilmiyorum ama çok da uzak gelmiyor sanki. İşimiz gücümüz umut olmuş 🙂

Çok kısa birkaç yere değinecek olursak bu bölüm Fikret-Deli Tahir hikâyesinde biraz daha derine indik. Açıkçası ikinci sezona dair benim en büyük beklentim Fikret karakteri üzerine. Her gün çiçek götürüp okşadığı mezar başında döktüğü gözyaşlarının bir anlamı olmalı. Zamanında kendisinin sevdiği kadına yaptığı şeyi Vedat’ın Nefes’e yapmasına izin vermeyecek gibi duruyor. Erkeklerin savaşına onu katmayacak. Zamanında karnında bebeğiyle vurduğu Sakine’nin acısı onu kadına, çocuğa dokunmaktan alıkoyuyor, dilerim devamı da gelir.

Nazar mevzuu üzerine “etme bulma dünyası” yorumu yapanlar hakkında diyecek çok laf yok aslında ama keşke hayatın siyah ve beyazlar üzerine kurulu olmadığını, asıl dünyanın gri olduğunu görebilseler. Her doğrunun her yere uymadığını, vicdanın sert kuralları olmadığını bilseler. Ve asıl cennetin kötülerin acı çekip iyilerin mutlu olduğu yer değil, içine kötülük karışmış iyilerin de beyaza kavuştuğu yer olduğunu…

Daha diyecek çok şey var aslında ama bunlar başkalarının anlatmasıyla değil kişinin kendisinin yaşaması ve görmesiyle öğrenilecek şeyler. O yüzden Ulaş ve İrem üzerinde genel olarak görülen yorgunluğun geçmesini, karakterlerde bir değişim yaratılacaksa bunun sert bir şekilde değil hazmedilerek yaşatılmasını dileyerek daha da fazlasına karışmıyorum. Düzeltmeler muhakkak gerekli ama direkt düzeltme olduğu belli edilmemeli bunun, kalem değişikliği değil hikâye düzelmesi olarak hissedebilmemiz adına gerekçeleriyle akışa yedirilmeli. Misal Tahir’in üslubu değiştirilecekse bunun nedenleri hissettirilmeli; ilk defa izlemiyoruz sonuçta, bunun öncesi yokmuş gibi davranmak yanlış.

Hatalar var ama “Demedim Mi?” şiiri gibi, Nefes-Vedat konuşması gibi çok güzel detaylar da var. Ayrıca çekim kalitesi epey bir artmış. Film gibi çekilmiş yerler var, aşırı beğendim. Çoğu izleyicinin dikkatini çeken noktalarda biraz daha özen gösterilirse beğenilmeyen bölümü bile bu derece yüksek reyting alan bir dizi için umut her daim var. 

Fark ettiğiniz üzere bu haftaki yorumumu olaylar üzerine kurmadım çünkü çoğu durum kaç zamandır eleştirdiğimiz şeylerin tekrarı. Bunun nedenleri üzerine de analitik bir yazı hazırlamaya çalıştım ne kadar doğrudur, ne kadar etkili olur bilemem ama nefesimiz yettiğince anlatmaktan bıkmayanlardan olalım, farkımız olsun.

Gününüz güzellikle dolsun güzel insanlar. Kalbinizin sesini dinlemekten vazgeçmeyin.

Sevgiyle kalın…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Korunan İçerik!