“Sarıl bana
Tenim sende soğumadan
Sarıl bana
Yüreğim kurumadan
Sarıl bana
Gözlerim kapanmadan.”
Üç aylık hasretin sonucu olarak yaklaşık üç saatlik bir bölüm izledik çarşamba akşamı. Çok uzun diyenler oldu ama çoğunluk kitlenin benim gibi “Sabaha kadar sürse de izlesem…” dediğine eminim. Öylesi bir hasret 🙂 Çekim açıları, kalitesi, colouring o kadar güzeldi ki… Bize yakışan en başından beri buydu, dedim.
Şimdiii yavaş yavaş başlayalım. Epeydir bölüm yorumu yapmıyorum, dağıldığımız yerde beraber toplarız 🙂 Hayde vira demir bismillah!
“Tahir şimdi yedi kat suyun altında, tek bir nefes için…”
Bölümü geçen sezon kaldığımız yerden açtık. Tahir avucunda Nefes’in verdiği çakı ile suya atladı. Vedat yukarıda zafer nidaları atarken o aşağıda elinden düşen çakıdan ümidi kesip kendi bildiği yöntemlerle kurtulmaya çalışıyordu. Yine erken seviniyordu Vedat çünkü Tahir bize geçen sezonun ortalarından beri yer yer belli edildiği gibi sıkı bir askerlik geçmişine sahipti. Büyük ihtimalle SAT ya da SAS Komandosu. Ordunun gözbebeği olan bu birliğe katılmak için askerler çok ciddi bir fiziksel ve psikolojik sınava girerler. Su altında koşmaları, günde yalnızca 4 saat uyumaları, hızlı düşünüp hızlı karar verebilmeleri ve düşman gemisine sualtından sızabilmeleri gibi birçok beceri beklenir onlardan. Tüm bu eğitimin sonunda ise mezun olabilmek adına “Cehennem Haftası” adı verilen son bir sınavdan geçirilirler. Bu sınavda bir hafta boyunca kimi bir ormanda elinde sadece bir bıçakla, kimi ise denizin ortasında bir botla bırakılır ve bu süre içerisinde dört saat uykuyla tek başına doğada hayatta kalmaları beklenir. İşte böylesine güçlü bir eğitimden geçmiş birinden bahsediyoruz. Sizce o suyun altında ölme ihtimali var mıydı?.. Tabii ki de yoktu. Nefes yukarıda ona çıkması için yalvarırken o başparmağını yerinden çıkardı ve iplerden kurtuldu. Gerisi onun için çocuk oyuncağı…
Yine Rusya diyo bu…
Çıkar çıkmaz Nefes’e laf yetiştirebilmesinden belliydi zaten nasıl da iyi olduğu 🙂 Karı-koca zekada birbirlerinden aşağıda değildiler. Tahir sıkışık anlarda hızlı karar verip uygulayabilmesiyle ünlüyken Nefes de zor anlarda ince detayları düşünebilmesiyle etkiledi bizi. Kaşla göz arasında Vedat’a oyun oynayarak kendisini ve Mustafa’yı kurtardı. Geçen sezonun büyük konularının tek bir sahneyle çözülmesinden anlıyoruz ki Erkan Bey o konuları geçip kendi hikâyesine girmek istemiş. Okey. Şikayetimiz yok ama umarım kafasındaki hikâyede ayrılık yoktur. En çok hasretle sınandılar… Yetsin. Yetmez mi? Asla mı yetmez? Peki…
Tahir’in Vedat’tan onca zamanın öfkesini çıkarmasına bayıldım. Adamını bayıltma sahnesi çok iyi hareketti. Sonrasında ise botun pervanesini kemeriyle bağlayıp sabitlemesi, Vedat’ı yakasından çektiği gibi suya gömmesi… O kadar uzun süre boğuşma ve Oscarlık film sahnesi yaratma çabası komik geldi ama renkler ve çekim o kadar güzeldi ki hiç sesimi çıkartmıyorum bakın. Unuttum gitti 🙂
“Bildiğim iyi bir şifa var.”
Sonrası ise pervaneye kafası çarptırılarak bayıltılan bir adet Vedat… Zalimden kurtulduklarını sanan muhteşem yenilmez takımın sevinci… Orada Nefes’in Yiğit’le dönerken kurduğu “Kurtulduk…” ifadeleri biraz fazla düz cümle geldi. Bu denli büyük bir beladan kurtulmuş olan insan o kadar uzun cümleler kurabilir mi? Bence kuramaz. Ben olsam şoka girmiş bir ifadeyle sadece “Kurtulduk.” diye sayıklar, ağlar ve sarılırdım. Nitekim Nefes de sonrasında öyle yaptı. Yürek yarasına sevgiden öte şifa yoktur. Tahir söz verdiği gibi yine onun yanındaydı. Açtı kollarını, sığındı Nefes. Seven sevdiğine şifaydı çünkü. Tahir’in kollarını açtığı anda “Sarıl bana…” diyerek şarkının girmesi detayına bayıldım. Elinizde çok güzel malzemeler var, hep böyle özenli olun da seyir şölene dönüşsün güzel ekip. Sözleri Osman Sınav’a bestesi Ender Gündüzlü’ye ait olan şarkıya da bayıldım. Resul Dindar ve Öykü Gürman yorumu zaten muazzam… O zaman bize görünsün sonsuz replay yolları…
Sevmek delirmektir 🙂
Bırakalım onlar orada biraz sarılsınlar biz AsMus çiftimize geçelim. Sevdiğinin hasretinden yüreği yanan Asiye onu görmeye gittiğinde en sevdiği eltisunun maharetlerinden haberi yoktu. Bizim hıyar da bir güzel kandırdı onu. Aldığı cevaplarla kim bilir kaçıncı kez sevdalandı bu güçlü, asil kadına. Beklerdi tabii ki, isterse bir ömür sürsün beklememesi gibi bir ihtimal dahi söz konusu bile değildi. Gelirdi tabii ya, değil Doğubeyazıt isterse Fizan olsun gelirdi kocasının peşinden. Ömrünün kanseri kaynanasını da tabii alırdı yanına, sevdiğinin emanetiydi. E tüm bunları yapar da eşek şakası yapan kocasını yakasından kaldırmaz mı sandınız? Hey gidi Mustafa Kaleli! Bu kadın sana kör kütük aşık olmasa senin daha çekeceğin vardı da yine kıyamadı bizimki. Sen yine de şansını çok zorlama derim ben 🙂
“Adam dediğin yeri gelir sevdasının peşinden gider.”
Bu bölüm iyicene bir gönlümü aldın kızamıyorum sana Mustafa Kaleli. İlk kez Tahir’i anladın. Onu anlaman için illa bir şeyler yaşaman mı gerekiyordu diye çemkirmem lazım ama işte çok pis yumuşadım, çemkiremiyorum 🙂 Asiye’nden biraz ayrı kalınca anladın insanın sevdasından ayrılmasının nasıl zor olduğunu… Evet Asiye gitse sen de hiç durmaz giderdin peşinden. Ama farkınız neydi biliyor musun? Tahir seni durdurmaya çalışmaz, para uğruna ömrünü sevmediğin biriyle geçirmeye zorlamazdı. Ha bu da büyyük kappak! Hava bile sızdurmaz! Hah! (Du bakayım, çok da yumuşamamışım ben 😛 )
“Ben buradayım, yanındayım…”
Kendinizi cimciklemenize gerek yok, yanlış görmüyorsunuz 🙂 Çiftim mutlu ve normal bir çift gibi uyanıyorlar. Adam erken uyanmış sevdiği kadını izliyor. Ve açılıyor kadının gözleri, dünya yeşilinin ışığıyla aydınlanıyor. Elini atıyor yanına, artık boşluğu bulmuyor elleri. “Ben buradayım, yanındayım.” dercesine tutuluyor sevdiği tarafından. Bir daha hiç üşümeyecek. Üşüse bile içini ısıtacağı yer belli. Sabahların en güzeliyle, sarılmayla başlıyorlar güne. Aşktan öte mucize olur mu? Peki ya her sabah o mucizeye uyanmaktan öte bir güzellik?..
“Asıl hasar burada.”
Öyle böyle üç ay geçiyor aradan. Her gününe bir başka güzellik sığdırılan tam üç ay… Onlar hayatın onlardan çaldıklarını yaşarken Vedat da boş durmuyor. Tabii ki de ölmedi. Suyun altında zibilyon saat kaldı, felçli ve yaralı hâliyle Karadeniz’in soğuğunda o kadar bekledi ama kötüler ölür mü? Ölmez. Yeri gelir dokuz can az gelir onlara, hep daha fazlasını isterler. Kurtulduğu zaman bari bir balıkçı ağına falan takılsaydı, dedim. Daha inandırıcı olurdu. Her neyse bizimki tüm yumurtalarını tek kefeye koymayan zekâsıyla eski dostlarından birini aradı. Fikret Bey’in yardımıyla bu süreç içerisinde iyi bakıldı ve içindeki nefretle kendini motive ederek sağlığına kavuştu. Denizin dibinden nasıl aldığını bilemediğimiz çakıyla takip ettirdiği Kaleli’lerin fotoğraflarına bakarak plan kurdu. Bu fotoğraflardan birinden Yiğit’i ayırıp gerisini yakmasıyla da sezon içerisinde bulunacağı tutumu da öğrenmiş olduk. Yiğit’e bir şey olmayacak ama artık Nefes de ölmeyi hak ediyor onun gözünde. Oğlu dışında hiçbir şey umrunda değil artık. Hayatta ona “Haklısın.” diyen, ona destek olan tek insanı kaybetti. Eyşan onun hayatta mantığa yakın tek tarafıydı. Tek ailesiydi. Onu durdurabilecek tek kişiydi. Eyşan’a veda ederken Vedat’ın sınırlarına da veda ettik aslında.
Mazi kalbimde yaradır.
Fikret Bey’le son sahnede tanıştık. Mehmet Kaleli ile bir derdi olduğu belli. Bunca seneye, hatta ölüme bile kafa tutabilecek bir nefret sevdadan öte ne olabilir ki? Konu Saniye Hanım mı yoksa başka bir kadın mı bilemiyorum ama bu öfke Kalelilere iyi gelmeyecek. Ama bu adamın yeri geldiğinde Vedat’ı bile durdurabilecek bir sınırı olduğu belli. Bunu düşününce Saniye Hanım’la ilgisi olması daha mantıklı geliyor. Onlarla ortak olarak işlerini bozacak ama can kaybına mahal vermeyecek gibi. Entrika sevmeyen bir insan olarak hayırlısı olsun, muhteşem yenilmez takım ayrılmasın diyerek geçiyorum.
“Kaybetmek için erken/ Sevmek için çok geç…”
Nazar ile Murat şu an dizide beni en çaresiz bırakan çift. Doluya koysam olmuyor, boşa koysam dolmuyor. Yalnızca içim acıyor arkadaşlar, bakışları yüreğime işliyor. İki adım atsalar kavuşacak gibi duruyorlar ama aralarında dağlar var. Gurur, savaş, aileler, inat ama en çok da sevda… Nazar’a pek acıyasım gelmiyor ama Murat’ın şu bakışı bitirdi beni. Karakterde son zamanlarda gözle görülür bir Tahirleşme mevcut ama sevdadandır deyip geçesim var, öyle bir yorgunluk… Bu çift hakkında bir şey diyemiyorum şu an. İçim fazlasıyla kırık, iyi şeylere aç. Hislerimi vakti zamanında Ahmet Hamdi pek güzel açıklamış: “Kaybetmek için erken/ Sevmek için çok geç…”
“O gölgesinden korkan Nefes yok artık.”
Sona doğru şöyle bir toparlayalım şimdi. Asiye hamile. Vedat yaşıyor. Vedat Nefes’e yine “Gittiğin yere belanı da taşıyorsun.” tarzı bir psikolojik baskı uyguluyor. İlk hedef üç ayda yedi aylık hamile karnına sahip olan Asiye Kaleli gibi görünüyor. Ceylan olayı Erkan Bey’in manevrasıyla çözüldü, Nefes’in kızı olmadığı apaçık belli edildi. Haftaya sünnet düğünümüz ve bol dramlı aksiyonlarımız var. “Bırakın gelinlerumu.” diyerek elinde tüfekle dimdik duran bir adet Saniye Kaleli var mesela. Evet dışarıya karşı korur, gömecekse kendi gömer. Nefes’in gelişimi güzel olmuş. “Aferin.” sahnesi dışında diğer tüm dik duruş sahnelerini sevdim. Orası bu vurguyu yapmak için doğru sahne değildi bence. “Sana her geçen gün daha çok sevdalanıyorum.” sözü Nefes için kolay söylenebilecek bir şey değildi. Büyük bir adımdı. Orada Tahir’den içimizi ısıtacak bir replik beklerdim, geçen “Seni seviyorum.” dan sonra susmasını telafi edecek bir şey, ama olmadı. Güzelim replik hebâ oldu. Ama onun dışında Nefes’in dik duruşunu sevdim. Tahir’in üslubundaki düzelme de çok hoşuma gitti. En çok sevdiğim kısım ise bu durumun aralarında en ufak bir gerginlik yaratmadan Tahir’in “Allah Allah” demesi ve Nefes’in Kaleli vurgusuyla onun gönlünü alıp gülümsemesiyle tatlı bir şekilde çözülmesiydi. Her sorun çözülür arkadaşlar. Yeter ki savaşarak değil severek okşayarak çözmeyi deneyin. Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır, diye boşuna dememiş atalarımız 🙂
Bin beş yüz kelimeye yaklaştık ama hâlâ söyleyecek çok sözüm varmış gibi hissediyorum. Üç saatlik bölümün ardından normal mi diyorsunuz? Son derece haklı bir tespit. Yeni bölümde düğünümüz var a dostlar! Yiğit “erkek” olacak.Ula Tahir… Bekle annem, yavaş yavaş halledeceğiz senin işi. Büyük ilerleme gösterdin o yüzden bu seferlik sesimi çıkartmıyorum. Zamanla öğreneceksin her şeyi. Bir anda olmaz şimdi kısa devre yapar ^.^ Bu konuda ben de Tahir’e kızdım ama “kadınım” kelimesinde haksızlık yapıldığını düşünüyorum. O kelimeyi Vedat söyleseydi “Benimsin.” anlamı taşırdı ama Tahir söylediğinde “Sevdiğim.” demek. Bu çok ince bir çizgi. O yüzden bunun üzerinde tartışmak yerine kişilere, zamana ve şartlara göre değişen kavramlar üzerinde bir düşünün derim. Çünkü ikiyle iki her zaman dört etmez. Algıda bu kadar keskinlik kişiye zarardır.
Satırlarıma son verirken son bir şeyden bahsetmek istiyorum. Şahsi görüşümdür, katılan katılmayan muhakkak olur. Nasıl ben onlardan saygı bekliyorsam onlara da saygı duymayı bilirim. Yaşananları tekrar etmeye gerek yok, savaşılacak bir taraf da kalmadı artık. Bu hikâyede kim ne kadar suçlu bunu ancak yaşayanlar biliyor. Bizimki sevdiğimiz insanları savunmaktan öteye gidemiyor bir süre sonra. Ben de sizden sadece saygı bekliyorum. Yaşananların faturasını Erkan Bey’e kesmek, sırf vaktiyle söylenilen sözlerden dönülmemek adına ısrarla güzellikleri görmezden gelerek yapılan ağır eleştiriler zamanında haksızlıkla savaşan insanlara yakışmıyor. Osman Sınav gibi piyasada güçlü bir isimden bahsediyoruz, gönderdiği kişileri bir daha geri almayacaktı, mutlaka biri kabul edecekti; en azından tecrübesiz bir isme emanet edilmedi demekten başka bir şey gelmiyor elimizden. İki tarafın da yolları açık olsun…
Sonuna kadar okuyup yorulan gözlerinizden öperim. Her şeyin hayırlısı gönlümüzce olsun.
Sevgiyle kalın…