“Bırakma beni, insanlar kötü
Bırakma beni korkuyorum…”*
Son sahneden başladık bölüme. Geçen sezondan alışkındık, yadırgamadık. Daha ilk sahneden yaka düzeltme hareketiyle içinde çelik yelek olduğunu belli etti bize Tahir. Mustafa’nın elini göğsüne vurarak ona da belli etmek istedi ama Mustafa tam anlamadı sanırım. Anladıysa da “Ya gerçekten vursaydım…” diye korkudan ağlamış olacak. Mantık böyle söylüyor ama ikili o kadar iyi ağladılar ve sahneyi o kadar yukarı taşıdılar ki “Oyun olamaz.” diyesi geliyor insanın. Ne diyeyim, Ulaş Tuna Astepe ve Sinan Tuzcu’ya helâl olsun.
Aynı sahnede onları izleyen Vedat’ın yanında Nefes’i izledik. Çantasında bir silahla… Bu kez başı dimdik. Ağlamıyor, yalvarmıyor. Korkmuyor artık ondan. Sevdasından güç alıyordu ki güç kaynağının ölümüne şahit oldu. O koltuğa çöküş anı nasıl bir andır bilir misiniz? İnsanın son umudunun tükendiği ve aynı zamanda bombanın piminin de çekildiği an… Artık Vedat Nefes’ten korkmalı. Tahir’in ölmediği ortaya çıkana kadar Nefes’i durdurabilecek kimse yok. Oğlu desek Tahir yalnız onun sevdası değil aynı zamanda da oğlunun “Tahir abisi”ydi. Tee alnının çatısından! Fragmandaki sahneye ilk anda büyük yükseldik kabul ama şimdi Erkan Hoca’nın da hâyâl sahneleriyle bir gönül bağı olduğunu biliyoruz. Nefes’in üzerine binen yeni bir suçun hikâyeyi çıkmaza sokacağını da. Peki tamam, rüyalarda buluşuruz öyleyse.
Tahir’le Mustafa onu kurtarmak için canları pahasına bir savaşa girerken Asiye tam da arkalarındaki sandığın içindeydi. Yani aradıkları şeyle aralarında bir metre ya var ya yok. Böyle sahneler hep ürkütür beni, gerçek hayatın yansıması olduğu düşüncesi içimi acıtır. Kim bilir böyle kaç an yaşamışızdır biz de bilmeden? Mutluluğun kıyısından geçiveren hayatlar, bir ömür aranılan şeyin esasında en başından beri yanı başında olduğunun onun uğruna feda edilen nice şeyden sonra fark edilmesi… Rabbim “Çok geç” olanlarından korusun.
Asiye Kaleli… Mert yürekli, asil kadın! Belki de bu hikâyenin en net karakteri. Başından beri doğru neyse onun tarafında. Mevzubahis vicdanın doğruları tabii ki 😉 Bölümün başında en tatlı hamiş hâllerini izledik. Evet kendisi benim gelecekteki hâlim olur. Yiyip yiyip doymamak, her şeye ağlamak, bol miktarda carlamak…. Ekranı yemek istemeyen bizden değildir. Yanaklarını mıncırasım geldi.
“Rızası olmayandan ne karı olur ne koca…”
Hem bu kadar tatlı hem de bir bu kadar da cesur. Karnındaki bebeğe rağmen Vedat’a gerçekleri haykırmaktan korkmayacak kadar cesur. Bir kadının en büyük zaafı evladıdır ama o buna rağmen kız kardeşi bellediği Nefes’i savunmaktan vazgeçmedi. Kendimi düşündüm. “Karnım burnundayken böylesine psikopat bir adama diklenebilir miydim?” dedim. Yapamazdım. Ama Asiye Kaleli yaptı, o bıçağın ucunun karnına değdiği ana kadar susmadı. Ama işte orası son nokta, canı canına emanet bir melek var orada. Sen karnın burnunda, canın tehlikedeyken bile Nefes’i suçlamaz, aksine savunursun; “son kalp ağrım” dediğin adam da gider “Haksız mı?” der anasının zehirli laflarına. Adaletin bu mu dünya?
“Kelime; kelime acıtır. Hacmi, ağırlığı, dokusu vardır. Tene değer ve keser. Öldürebilir de.”**
Evet Mustafa korktu, çok korktu. İnsanın sevdiklerini kaybetme korkusu can korkusundan kuvvetlidir bilirim ama işte insanın asıl hakikati böyle zamanlarda gösterir kendini. Asiye’nin hakikati belli ama Mustafa sadece iyi zamanlarda “abi” oldu Nefes’e. Her seferinde affediyorsam bu bir tek Sinan Tuzcu’ya kıyamadığımdandır Mustafa Kaleli, yoksa senin sevilecek tarafın yok. AsMus shipperlığını bırakıp bırakıp geri dönmem de Asiye Kaleli’nin sevdasına kıyamamamdan sadece.
“Benim iki gözüm de sensin.”
Ha bir de Balım var tabii. Mustafa Kaleli’nin “Oğlum geliyor.” nidalarıyla haklı olarak kalbi kırılan Balım. Neyse ki anası bu sefer unutmadı onu. Ay evet bu sefer. Uzun zamandan sonra ilk kez Balım’ı izledik. Odasına vızıldayarak giren Sinan Tuzcuoğlu tatlılığına kanmadı ( Evet Mustafa Nefes’in ayaklarına kapanıp özür dileyene kadar tüm güzel sözler Sinan Bey’e). “Benim bir gözüm sensin, bir gözüm kardeşin.” klişelerini de yemedi anasının ballisu. Nasıl da güzel yapıştırdı cevabı: “Benim iki gözüm de sensin.” Babalar kız çocuklarının kahramanıdır, ilk aşkıdır. Hadi bu sefer gönlünü almayı başardın ama bir daha olmasın Mustafa Kaleli! Akilli ol, akluni aluruz!
Bölümün bir diğer bombası da Esma’ya yürümeyi bırakıp direk koşmaya başlayan Devrem’di. Bi dur, bi yavaş derler dimi adama. Kaç bölümdür gözünün önündeydi, şimdi mi kıymete bindi got kafali uşak? Tabii Eyşan ölünce kendini kaybettin, anlıyorum seni. Allahım Çelik’ten “Kızımız olacaktı.” modundayım şu an… Fıstık gibi shipimiz olacaktı ama Eyşan öldü… Artık ben bakmıyorum Ali Komiser’im, ne edersen et. Zati sana kimsenin baktığı da yok herhal, izne geldim ayağına kaç ay oldu Trabzon’dasın. Bu detayı unutmayın. Boş boş geziniyor bu çocuk. Tahir’in emir subayı sanki. Ya Trabzon’a tayini alınsın ya da izinde değil özel görevde falan olsun. E artık yuva kuracak, bi işi düzeni olsun di’mi?
Taa yeni sezondan ilk spoilerları aldığımız zamandan beri bekliyorduk bu sünnet düğününü. Yani böyle lokumlu mokumlu her detayına kadar görmesek de olurdu aslında. Bu devirde öyle sünnet mi olur? Hastanede steril şartlarda, acısız olaydı ya. Ağlattınız çocuğumu gereksiz yere ama hadi neyse yine susup Tahir&Mustafa sahnesine geçiyorum ben. Nasıl da yakışmış bıçak horonu. Her şeyi geçtim, karısının önünde eğilerek şov yapan Tahir Kaleli ♥ ben.
“Sevda da intikam da çok fazla dile getirilince değerini yitirir.”
Bölümün kilitlerinden biri de mezarlık sahnesinin Fikret Bey’le bağlantısıydı. İsmini de deliliğini de amcasından almış Deli Tahir. Hikâyesi de pek benziyor, bahtı benzemesin. Tıpkı yeğeni gibi deli bir sevdaya tutulmuş Tahir Kaleli. Öyle bir sevda ki daha yirmisinde yolunu İstanbul’lara gencecik bedenini toprağa düşürmüş. Ama ölürken de elini bırakmamış sevdasının, öyle ki ölüm bile ayıramamış onları. Ali ile Nino’nun hikâyesini hatırladınız değil mi? İki benzer son, iki benzer sevda… Ve pek tabii izleyicilerin yüreğine bir kor gibi düşen korku… Bu hikâye bir umut hikâyesi diye çıktık yola, mutlu son olacağına inanıyoruz ama “Tarih mutsuzları yazar.”*** dramının da hâlen etkisindeyiz. Varsın yazılmasın bu hikâye tarihe. Bir destan da eksik oluversin çok mu? Gülen yüzleri ve dengesini bulmuş bir teraziyle hatırlayalım Karadeniz’in bu dalgasını.
Neyse Fikret diyordum… Mustafa’yla konuştuğunda öldü sanılan amca olduğunu düşünmüştüm. Sevilen kadın da Saniye falan… Saniye de sevilir mi be? Sonrasında büyük Deli Tahir’in hikâyesini öğrenince iki sevdalının canına kıyan üçüncü sevdalı olduğu anlaşıldı. Ve bir diğer detay daha: Vedat’ı Kaleliler’in başına bela eden kişi esasında Nefes değil Fikret’miş. Hayır bu daha neyin intikamı diyor insan. Onları öldürdün, hiçbir şey kazanmadın. Canlarını istediğin kadar yakamadın da şimdi ruhlarını mı acıtmak istiyorsun? Bir yandan da pişman bir tarafın var ki Vedat’ın büyük hesaplar yapmasına engel oluyorsun. Seni yavaş yavaş çözeceğiz de işte az şimdi biraz yoruldum, başka bir zamana bırakalım.
“Ben iyiyim Nazar. Sen de iyi ol.”
Murat’ın durumu da bir başka dert… Tahir Kaleli’nin yolundan hızla ilerliyor ama yanlış şekilde. Tahir ne olursa olsun saygısızlık yapmadı, hep edebini korudu. İçin yanıyor anlıyorum ama az kaldı Osman Hoca’ya diklenecektin. Yakışıyor mu be oğlum?.. Şimdi Vedat da dönüyor meydana. Nazar bu kez onun suçsuz olduğuna inanma aptallığını tekrar gösterecek mi bilmiyorum ama NazMur sevenlerinin yüzü uzun süre gülmeyecek. Bu da belli.
Bir de işin Dağdevirenler boyutu var tabii. Nefes’in Mercan’a nefes olmak istemesi Türkan’ın acısına tosladı. Türkan’a başlarda çok kızıyordum ama bu bölümde daha iyi gördüm ki esasında kızılması gereken değil acınılması gereken bir kadın Türkan. Ömrü cehaletin dalgasında kaybolup gitmiş. Besbelli kendisinin Mercan’a yaptığını zamanında annesi de ona yapmış. O uygun bir koca bulup evlenmeyi “başarmış” ama kocası da ailesinden farklı değilmiş ki… İyice ezip sindirmiş onu. Ve bu dünya onun normali olmuş. Kadın susarsa dayak yemez, kocasının ailesinin sözünü dinlerse düzgün yaşayabilir. Ne diyeyim artık, yazık…
“Ben bu eli bir kere tuttum. Allah’ın izniyle de ölene kadar bırakmam.”
Yine meydandaydı Tahir Kaleli. Sevdiği kadının kim bilir kaçıncı kere haksız yere başını öne eğmesine müsaade etmedi. “Kaldır başını Nefes Kaleli.” dedi. Kaldır, utanması gereken sen değilsin. Kaldır, senin yaşadığının binde birini yaşasa dayanamayacak olan bu başlar utançla eğilsin. Kaldır, alabildiğine yeşil gözlerinin kudretiyle yıkılsın bu meydanlar! Bir kere tuttuğu eli bir daha bırakmayacaktı Tahir Kaleli. Esir ederek değil, öperek sevecekti. Yılların yorgunluğunun arasında çiçek açan sevdayı koklayarak, her kokuda bambaşka bir mânâ bularak sevecekti. Ve Nefes bir daha asla başını eğmeyecekti. Bunca yıl eğdiği yetmemiş miydi?..
“Ne dedin bana? Senin ciğerin bu nefesi çekmeye yetmez, dedin. Benim yetti, senin yetmedi de beni bırakıp gidiyor musun Nefes?..”
Bugüne kadar Nefes’in her gitme girişiminde durdurdu onu Tahir. Yeri geldi zor kullandı, yeri geldi ellerinden öptü. Sevdanın her türlü güçlüğü aşacağına, elele oldukları müddetçe kimsenin gücünün onları yıkmaya yetmeyeceğine iknaya uğraştı defalarca. “Kurban olayım kal.” dedi, yalvardı. Nereye giderse gitsin yüreğini beraberinde götüreceğini, yüreği olmadan yaşayamayacağını anlattı. Gitme; yüreğimi hem sevda hem de evlat acısıyla kavurma, dedi.
Yine onu durdurabilir, gerekirse zor kullanarak onun gitmesini engelleyebilirdi. Yapmadı Tahir. “Benim sevdam seni esir etmeyecek.” dedi bu kez. Nasıl ki sen ben yanında olmadan da güvende hissetmek istiyorsan ben de ben seni durdurmasam da yanımda kalmanı istiyorum. Ben sana söz verdiğim gibi hiç vazgeçmedim savaşmaktan, sen de vazgeçme. Ben senin tüm yaralarını öpe okşaya iyileştirmeye, gerekirse tüm dünyanın önünde dimdik durmaya hazırım. Yeter ki hep dik dursun başın, ellerin ellerimde yüreğimi ısıtsın. Yeter ki yanımda ol, ben seni bir ömür beklemeye hazırım.
“Ben size beladan başka ne getirdim ki?.. Hiç.”
Burada Tahir’in susmak yerine ona cevap vermesini isterdim. “Sen bana oğlumu, her tutuşumda daha da güçlendiğim ellerini getirdin. Fırtınamı dindirdiğim limanım oldu dizlerin. Senin o bela dediğin şeye ben tüm cihanı değişmem.” demesini belki. Ya da buna benzer başka bir şey… Ama yapamadı Tahir. Yorulmuştu. Bunun yerine ona yaşadığı hâyâl kırıklığını haykırmayı seçti. Bana pişman olacaksın, dedin. Ben bir an bile pişman olmadım. Sen pişman mı oldun da gidiyorsun? Bana güvenip o uçurumdan atlayan kadın nerede?
Durdu Nefes. Sevdiği adamı koruyayım derken nasıl kırdığını gördü. Bakışlarındaki acıyı, göğsündeki üşümeyi hissetti yüreğinde. Koştu, sımsıkı sarıldı ona: “Bırakma beni, insanlar kötü.”
Şu ana kadar izlediğimiz en iyi sahnelerdendi bu yüzleşme. Yazana, çekene, oynayana sağlık… Yeni bölümde Nefes Tahir’i bir süre öldü sanıyor, Tahir de Nefes yine ondan habersiz Vedat’a gittiği için ona çok sinirli. Gelecek bölüm izleyeceğimiz yüzleşme bu kadar iyi olur mu bilmiyorum ama sabırsızlıkla bekliyorum. Önemli çünkü önlerinde yine elele vermeleri gereken savaşlar var. Vedat’ın üzerindeki suçlama kalktığında Yiğit’in velayeti tekrar ona geçecek. Umarım küçük Yiğit bu yaşananlardan daha fazla olumsuz etkilenmez.
Ve umarım artık şu bölümler normal süreye iner. Ekibe de yazık bana da yazık, eksik bir yer bırakmayayım diye didiniyorum ama hep bir yer eksikmiş gibi geliyor. Detaylara inmek istiyorum, vakit yetmiyor. Daha kısa daha mutlu bölümler dileğiyle…
Okurken yorulan gözlerinizden öperim. Yazının sonuna çiftimize pek yakıştığını düşündüğüm dizeleri bırakıyorum.
“Gel bak bir elimde gökyüzü var hâlâ
Ötekinde kayıp giden yıldızlarla
Korkular da benim umutlar da
Beni bırakma.” *****
Sevgiyle kalın…
*Yıkık/Şiir/Ümit Yaşar Oğuzcan
**Nazan Bekiroğlu
***Poyraz Karayel/ Ethem Özışık
****Muhabbet Bağında Bir Gül Açıldı/ Şah İsmail
*****Beni Bırakma/ Feridun Düzağaç