Peaky Blinders 5.Sezon 3.Bölüm İnceleme: Strateji

Peaky Blinders’ın bu bölümü için aklımın kenarında özel bir yer ayırdım. Çünkü bu bölüm sadece, bütün sezonun nasıl gideceğini bize göstermekle kalmadı. Aynı zamanda birden fazla mesaj içerikli sahneleriyle, seyircinin ruhuna da işledi.

Peaky Blinders bu sezonuyla, aslında o dönemin gerçeklerini de bize daha çok yansıtıyor. Tommy’nin siyasete girişiyle, Oswald Mosley karakteri de hayatımıza girdi. Küçük bir özet geçeyim sizler için. Mosley, kendi deyimiyle ‘Daha büyük Bir İngiltere’ için İngiliz Faşistler Birliğini kurmak istiyor. Tommy’e yaptığı teklif de bu. Kendisi gibi İşçi Partisi üyesi olan Tommy’yi bir rakip olarak görmekten ziyade yanında görmek istiyor. Ne kadar tehditkar bir rakip olduğunu da davranışlarıyla belli etti sağ olsun. Daha doğrusu Tom’un başka bir seçeneği olmadığını söylemeye çalıştı. Tom ile Mosley’in fikirleri ortak değil, evet. Fakat Tom bunu da kendi avantajına çevirmeye çalışarak hükümete, ‘çifte ajanlık’ teklifinde bulundu.

Şimdi Tom ile ilgili söylemek istediğim birkaç şey var. Kendisi bu sezon beni oldukça şaşırtıyor. En son Grace öldükten sonra yaptığı seçimlerle beni şaşırtmıştı. O dönem bu davranışları oldukça anlaşılabilirdi. Sonuçta karısını kaybetmişti ve kendini suçluyordu. Fakat bu sezon, bütün dünyaya meydan okurcasına, gücün verdiği kibre kapılıp gidişini görmek, beni şaşırttığı gibi üzüyor da.

Şaşırtıyor çünkü Peaky Blinders bu zamana kadar birçok -tabiri yerindeyse- ‘zafer’ kazandı. Hiçbir zaferinde Tom böyle olmamıştı. Daha ilerisi yok, o yüzden konumunu korumaya çalışıyor desem, hayır daha ilerisi her zaman vardır. Peki Tom’un bu kibri neden bu sezon meydana çıktı?

Politikaya girişi ile birlikte yerleşen bir tahtı oldu tabi Tommy’nin. Kaptırmamak istemesi gayet normal. Tırnaklarıyla geldi o noktaya… Ailesinin de yardımıyla. Ve şu an her şey pamuk ipliğine bağlı. Attığı her adım artık daha önemli. Bütün bunlar olurken, uykusuzluğun ve kafasının içinde yaşanan savaşın da pek bir katkısı olmuyor  tabi duruma. Fakat Tommy en yakın zamanda kendine gelmezse, rüyadaki kara kedi (yani Tommy’e ihanet eden kişi) yine Tommy olacak.

Bunun yanında, dizinin bu sezonunda bize 1930’lu yılları daha saydam bir biçimde aktarmaya başladıklarını söylemiştik. En büyük örneği, Grace yardım vakfının maddi yardımda bulunduğu kilisede yaşanan felaket gösterilebilir. Sırf ırkı ve rengi farklı diye işkence gören çocukların olduğu bu kiliseye yaptıkları yardımı, Shelbyler öyle bir geri çekti ki! Polly’nin ‘Senin için gelirsem, parke taşlarının üzerindeki sesleri duyup tövbe etmeye zamanın olsun diye topuklu ayakkabı giyeceğim.’ dediği sahne, onu bir kez daha sevmeme neden oldu. Soy adı Gray olabilir fakat kendisi tam bir Shelby kadını.

Soy adı Gray olup, Shelby ailesini şüpheye düşüren isim ise Michael biliyorsunuz ki… Kendisine son zamanlarda gıcık olsam da Tommy’nin zannettiği gibi aileye ihanet edecek ismin o olduğunu düşünmüyorum. Fakat biraz daha ona böyle davranacak olurlarsa, yapacağı yoksa da yapacak çocuk. Zaten karısından da pek hoşlanmadım. Bebeğini kontrole götürdüklerinde çocuğun kalp atışlarının güçlü olduğunu öğrendik. Bu da ihaneti Michael’dan uzakta tutmak için, ellerinde tuttukları kanıt bir nevi…

Arthur için kullanabileceğim en iyi kelime ise ‘kayıp’ olurdu. Hem Linda hem de Arthur kayboldular. Kim olduklarını, artık neyi sevdiklerini bile bilmez bir hale geldiler. Linda’yı tanıdığımız ilk sezon, kendisi oldukça dindardı biliyorsunuz ki. Başlarda Arthur’un üzerinde oldukça iyi bir etkisi vardı. Tamam tamam, yani kavga etmeyi bırakmıştı diyebiliriz. Tabi yine Arthur yine Arthur’du! Shelby ailesinden olmayı kaldıramadı Linda, bütün bu yaşananlar ona ağır geldi ve nefsinin kontrolünü kaybetti. Arthur’da eski sezonlardaki haline geri döndü. Gidişatı da çok iyi görmüyorum.

Ve iki bölümdür ‘İnşallah ortaya çıkmaz ama kesin çıkacak’ dediğim karakter Jesse Eden da geldi. Belli ki Tom ile olan planları doğrultusunda mitingden mitinge, toplantıdan toplantıya koşturuyor kendisi… Oralarda ne döndüğünü bilmiyoruz henüz.

Tom yine yıkık bir halde bar sandalyesinde otururken, ilk sezonda Grace’in ona şarkı söylediği an canlanmıştı gözümde, hafif bir tebessüm etmiştim. Hüzün saklı içinde.

Thomas’da aynı şeyi düşünüp, Grace’i hayal ettiğinde gözümden birkaç damla yaş düştü. O an ikimizde yıkıktık ve Grace bizi ağlatmıştı. Bir Birmingham barında…

Kalbimiz yeteri kadar kırılmadı mı sizce de?