Orphan Black, bildiğiniz üzere “final trip” diye adlandırdığı son sezonuyla ekranlarımızda. 10 bölümden oluşan sezonun en son 8. bölümünü izledik, ama ne izlemek! Bir bölüm izlemekten çok, beş sezon boyunca sığındığımız yerden koparıldık adeta. Son 2 bölümün üstümüze çökecek ağırlığının öncesinde, dizi dünyasındaki gelmiş geçmiş en cesur, en esaslı, en “kadın gibi kadın” annesine, Siobhan Sadler’a veda etmek istedim.
Eğer bir #cloneclub üyesiyseniz, yani sıkı bir Orphan Black izleyicisiyseniz, Mrs S. denince akan sular durur. Maria Doyle Kennedy’nin canlandırdığı gizemli ama bir o kadar da anaç karakterimiz olan Siobhan, ilk sezonda ekranda ilk gördüğümüz andan itibaren “bu kadında var bir şeyler ama dur bakalım” dedirtmişti. Ne yalan söyleyeyim, içimde ona karşı ilk sezonlarda bir şüphe hissetmiştim. Adını bile tam olarak bilmediğimiz zamanlardan bu yana S, o şüpheyi kırmayı da, onun yerine bir sevgi seli koymayı da bildi.
Orphan Black 5. sezon 8. Bölümümüz Sarah ve Felix’in fotoğrafıyla başlayıp, o fotoğrafla sona erdi. Anne diye bildikleri kadının son gördüğü şey, son söylediği söz onlar oldu. Çocuklarına hep hitap ettiği gibi “chickens…” Dedi son nefesini verirken. Artık bu kelimeyi her gördüğümüzde gülüp geçemeyeceğiz, gözlerimiz dolacak.
Ölürken bile kaybetmediği asil duruşu, kahramanca kendini çocukları için feda etmesi, vurulmuşken bile o silahı MK’in ve Helsinki olayındaki Leda klonlarının ölümüne sebep olan Ferdinand’a doğrultup “Çok bile oldun” demesi adeta kahramancaydı. Bir hiç uğruna değil, ona yaraşır bir şekilde bir amaç için öldü. Felix’e, Kira’ya ve sadece Sarah’a değil bütün klonlara, hatta Rachel’a bile, ayırmadan annelik yaptığın için, gerektiğinde kendi annenden vazgeçebildiğin için, bütün hayatını çocuklarına adadığın için minnettarız sana Mrs S.
Bölümde başka sivrilen detay da Rachel’ın kahramanca Ferdinand’a oyun oynaması ve DYAD&Neolution’ı bitirmek için en büyük kozu vermesi oldu. Karakter gelişimlerini hepimiz illa ki çok seviyoruz ama Rachel’ın son sezonun son bölümlerine doğru bu karakter evrimine adeta aşık olduk. Sen bir efsanesin Rachel Duncan.
Felix’in sergisindeki ince detaylar ve hayatındaki kadınlara yaptığı konuşma da çok etkileyiciydi. Klonları çizdiği portreler duvarlarda asılıyken, onları teker teker sahneye çağırıp sanki bir insanın sürekli kıyafet ve tarz değiştiğini sandığımız şovu muazzamdı. Felix izleyenlere Alison’ı “Hestia” yani “aile ve ev tanrısı”, Cosima’yı “Metis” yani “bilgelik ve derin düşünce tanrısı”, Sarah’ı ise “Athena” yani “savaş tanrısı” olarak tanıttı. Ve böylelikle Tatiana Maslany oyunculuğuyla bizi bir kez daha kendisine hayran bıraktı. Bazen sanki gerçekten hepsini farklı kişi oynamıyormuş gibi gelmiyor mu size de? Konuşma tarzları, aksanları, bakışları, olaylara tepkileri… O kadar farklılar ki.
Bir de Helena’mız var tabii, bölümde muhtemelen Neolution adamları tarafından kaçırılan kızgın meleğimiz. Bu yazıyı yazarken yeni bölüme saatler kalmışken, Helena’yı ve mucize bebeklerini bu bölüm hiç iyi şeyler beklemediğini üzülerek söylemek istiyorum. Orphan Black senaristlerine korkarak sormak istiyorum “We make a family, yes?” Sizi bilmem ama ben Siobhan’dan sonra Helena’nın gidişini kaldıramam. Üzmeyin bizi.
(Fotoğraf 9. bölüm teaserlarından)
Yazıyı bu bölümdeki Felix’in muhteşem sözüyle kapatmak istiyorum.
“So, to my galaxy of women, thank you for the nurture.”