Netflix’te Ne İzledik? | Kuş Uçuşu Dizi İncelemesi

Bu ayın başında bizlerle buluşan ve başrollerinde Birce Akalay ve Miray Daner’i barındıran yerli yapım Kuş Uçuşu’nu konuşacağız bugün. Aslında iki üç bölüm izledikten sonra yorum yazmaya başlama kararı almıştım ancak bitirene kadar başından kalkamama gibi bir sürprizle karşılaştım. Harika bir dizi olduğu için değil, son derece sürükleyici olduğu için.

Kişilik olarak pek sevmediğim bir isim olmasına rağmen oyunculuğunu gayet beğendiğim ve ekrana çok yakıştırdığım Akalay, bence bu rol için kusursuz bir seçim olmuş. Dizi zaten sizi dünyadan koparıp kendi evrenine almayı çok iyi başarıyor ancak Lale karakterinin inandırıcılığı bu konuda olmazsa olmaz bir kilit nokta ve oyuncu rolden bir an bile kopmamış.

Diğerlerine gelecek olursak, bu yaştan sonra zaten tarzının değişmeyeceğini bildiğimiz İbrahim bey wattpad badboyu kasıntılığında devam ediyor, Miray Daner ise kötü oynamış diyemem ancak mimikleri ve abartı seviyesi beni yer yer cringe hissinden ölmenin eşiğine getirdi. Gerçi bu konuda tek suçlu o değil, dizinin genelinde bu problem var. Bazı replikler ve sahneler o kadar utanç verici ki, bir an önce geçse de nefes alsam diye bekliyorsunuz. Neyse.

Başlangıçta Aslı’nın motivasyonunu hayran olduğu kişiyle karşılaştığında umduğu ilgiyi görememek sanmış ve saçma bulmuştum ancak sonrasında böyle olmadığını öğrendik. Dizide bize eşlik eden storyteller dış sesin de bizzat bildirdiği gibi, kuşumuzun hedefi saplantılı bir şekilde yerine göz diktiği Lale’yi devirmek ve onun tahtına oturmak. Ha derseniz ki bu motivasyon harika mı işlendi, emin değilim. Dizi, izleyicisini sık sık salak yerine koyarak bir şeyleri ilerletiyor çünkü önemli noktaların üzerine pek düşünülmemiş. Gerçekliğe inanılmaz aykırı bir şekilde, karakterimizin şansa bala sorun yaşamadan ilerlemesi baya bir tat kaçırıyor. Örnek isteyenlere;

Elini kollunu sallayarak içeri girip insanlara beni Müge aldı diye işe başladıktan sonra bunun kimse tarafından sorgulanmaması (Hani ortaya çıkıp kız çok iyi çalışıyor denip tutulsa veya önemli bir olayda şirketi kurtaracak bir hamle yaptı vs. gibi bahanelerle kalmasına izin verilse yine anlarım, klişe ama çalışır.)

Netflix'in yerli 'Kuş Uçuşu' dizisinden uluslararası başarı

Sanki ilkokul çocuğu gibi sözde arkadaşı adına romantik bir ilişki için aracılık yapma mevzusunda kız uyandıktan sonra kıyametin kopmaması (Demiyor mu çocuğa ne saçmalıyorsun, çocuğun bin kere anlatması ve Aslı’yı ifşa etmesi gerekirdi ama ne hikmetse ortadan kayboluyor. Zengin iticimiz de tamamen keyfi olarak ne uğraşıcam yeaa diyip gidiyor?)

İşe neredeyse yeni girmiş bir stajyer olarak PATRONUNA, diğer patronu ve onunla olan ilişkisi hakkında dehşet hadsiz konuşmalar yapması ve azar bile işitmemesi. (Bunun akla uygun hiçbir tarafı yok. Kadın evli, asistanı ağzını yaya yaya yasak aşk öneriyor ÜSTÜNE. Onu yaka paça kovması gereken üstüne. Ona vazife olmamasını geçtim, ufak tefek şeyler de söylemiyor, özel hayat muhabbetinin daniskası yani. Sarhoşluk bahanesi kesmez bunu asla benim gözümde.)

Sonuç olarak bu gibi şeylerin mesele edilmemesi ve bazı diğer anlamsızlıklar dizinin falsoları diyebilirim. BüşBüş çocuk ofisboyun günlük hayatta neredeyse kimsenin kullanmayacağı bir kelimeyi, hiç gerekli olmadığı halde kahve makinesi notuna eklemesi. Yenisi bilahare gelecekmiş, hı hı tamam, yedik biz de.

Dizi değindiği konular açısından, zaman zaman komik abartılara gitse de oldukça başarılı. İş dünyasının ve zengin hayatının mide bulandıran dinamikleri, dışarıya ve insanın kendine olan dürüstlüğü, hırslar, kinler, savaşlar, güven duymalar ve ihanetler, ilişkiler, seçimler…

Birkaç eksik detay gözüme çarpsa da dizinin bitme şeklini de sevdim diyebilirim. Lale’nin toksik olduğunu bildiği bir iilişkiyi ve onu tamamen ele geçirmiş bir iş hayatını geride bırakması ve Aslı’nın uğruna nice yılanlıklar yaparak yolunda sinsilik masterı olduğu pozisyonda hayal ettiği saygınlığı bulamaması kısmen tatmin ediciydi. İkinci sezonu gelir mi bilmem, ama gelirse izlerim. İzliyorken aklımda daha çok şey vardı ancak kendimi bölmek istemedim. Çünkü dediğim gibi, güzel akıyor. Koskoca sekiz bölüm bi çırpıda bitiyor.

Aslı-Lale dövüş sahnesi baya kötüydü. Oyuncular birbirlerine kıyamıyor veya yeterli eğitimleri olmadığı için hızlı/güçlü hareket edemiyor gibi gözüküyordu. Flashback sahneleri güzeldi, gerçekçi ve son derece doğaldı. Dizinin sinematografisi de oldukça iyiydi, zaten Netflix bu konuda belli bir standardı her zaman koruyor, bizleri üzmüyor biliyorsunuz ki. Son olarak, dizinin güncel dünyaya yakın duruşunu, çoğunlukla müzik seçimlerini ve temposunu da sevdiğimi söyleyebilirim. Metaforlar konusu yer yer çok göze parmak, bazense kıvamındaydı o yüzden tam puan veremiyorum. Aslanımızın ağzından duyduğumuz “bi serinlik hissediyorum, izleniyormuş gibi” tarzı cümleler olmamış mesela, hayal edildiğinde daha etkileyici olabilir belki ama izlerken son derece yüz ekşiten utanç vericilikte. Sadece ürperip huzursuz olsa belki daha iyi olabilirdi.

Kuş uçuşu, başlangıçta aslanlarla kuşlara aynı mesafede gözüken ve her ikisinin de nahoş yönlerini bize vurgulayan bi tonda gözüküyor ancak sonlara doğru açıkça aslanların tarafına geçerek onları gözümüzde aklıyor ve biz hiç farkında dahi olmadan kuşları alçak, aslanları ise yüce görmemize sebep olacak bir şekle bürünüyor. Düşündürücü, düşünmek isteyene.

Sonuç olarak ben diziyi sevdim, beklediğimden daha farklı bir tarzda çıkması da hoşuma gitti. İçinde bir sürü şey barındırıp deniyor ve bunların hepsini bir arada yürütürken merak unsurunu korumayı da başarıyor. Karakter yaratımları da içime sindi, güzel tercihler yapılmış ve seçilen oyuncular da bu rollere yakışmış. Başlangıçta süper başlamıyor ama gittikçe güzelleşiyor ve diziye duyduğunuz ilgi artıyor. Benim için 6’dan başlayan puanı 7.5/8’lere kadar çıktı mesela. Şimdilik benden bu kadar, görüşmek üzere.