Rüya ve Ayaz’ın Berlin’e dönmek üzere havaalanına gitmesiyle başlayan 6. bölüm, Rüya’nın babasına rest çekmesiyle devam etti. Kendisine bir kere bile olsun ‘hayır’ dememiş kızının bu çıkışı Ayaz’ın dengesini sarsmış olacak ki içindeki Atmaca’yı gün yüzüne çıkardı ve Rüya’ya belki de hayatında ilk defa tokat attı. Bu durumu sindiremeyen ve babasının kendisini kandırdığını anlayan Rüya ise oradan ayrılarak kendisine yardım edebilecek tek kişiye gitti. Yusuf’a… Ve böylece ikilinin hikayesi bambaşka bir yola sapmış oldu.
Yusuf’tan annesini bulma sözü alan Rüya’nın içi içine sığmazken; esas oğlanımızın geçmişi peşini bir an olsun bırakmıyor, bölüm boyunca babasına ulaşmaya çalışıyor fakat her seferinde kendisine karşı örülen duvarlara çarparak geriye sendeliyor. Yusuf her zaman yaptığı gibi tebessüm edip bu durumu görmezden gelse de, içindeki patlamaya hazır volkanı daha ne kadar zapt edebilecek tahmin etmesi güç.
Nefes Nefese aslen öyle bir dizi ki evde çalışan yardımcılardan tutun teröristine kadar herkesin bir hikayesi var. Benim en merak ettiklerimden biri ise Yusuf’unki. Onu -hiç belli etmese de- böyle naif ve içli bir insana dönüştüren şeyleri derinlemesine öğrenmeyi çok istiyorum. Sevdikleri için bütün Antakya’yı karşısına alacak kadar gözü kara bir adam, evet. Ama bunu suça karışmadan, racon kesip durmadan en önemlisi önüne çıkan her şeyi yakıp yıkmadan da yapabilen bir kişiliğe sahip. Esas oğlanlarda görmeye alışık olduğumuz ‘küçük dağları ben yarattım’ düşüncesinden Yusuf bir an olsun nasiplenmiyor. Buradan bölüme dönecek olursak, yukarıda bahsettiğim durumu Selma’yla buluşmasındaki samimi tavrında ve Atmaca’yla olan yüzleşmesinde çok net bir şekilde görebiliyoruz. Atmaca “Kızımı çağır.” dediğinde Rüya’nın yanına gidip ona ne hissettiğini sorması, anneni ararken babandan da olma diyerek yapıcı olmaya çalışması, en önemlisi de Rüya’ya sormadan onun adına Atmaca’ya tek kelime bile etmemesi, Rüya’ya ne kadar saygı duyduğunu ve değer verdiğini gösteriyor.
Yusuf ve Rüya anneyi ordan oraya koşturarak arayadursun, Atmaca oyunlarına hız kesmeden devam ediyor. Rüya’nın ebesi Faize’yle görüşen Atmaca, ne yapıp ne edip yine her şeyi kendi istediği hale getiriyor. Rüya ve Yusuf’u sahte yerlere yönlendirip onların gerçek anneyi bulmalarına engel oluyor. Kendisini ‘kızımı koruyorum’ diye kandıran Ayaz’ın aslında yaptığı tek şey kendi bencilliği yüzünden ona zarar vermek. Rüya gerçekleri öğrenince nasıl büyük bir hayal kırıklığına uğrar diye düşünmeden ortada türlü numaralar çeviriyor. Kalbi kırık ve çaresiz olan Rüya ise gördüğü ilk yeme hiç düşünmeden atlıyor ve otobüste kendisinin annesi olduğunu söyleyen kadını kolundan tuttuğu gibi konağa getiriyor. Böylece babasının çizdiği, yüzlerce hayal kırığına gebe yeni hayatı Rüya için başlamış oluyor.
Yukarda dizideki herkesin ayrı hikayesinin olduğundan bahsetmiştim. Fakat Alacan çiftliğinde birinin öyle bir hikayesi var ki diğerleriyle kıyas dahi edilemez. Anaç, yufka yürekli, sevgi dolu bir kadın bahsettiğim, evdekilerin sağ kolu, Sultan… Özellikle son iki bölümdür Rüya’nın annesinin Sultan olduğundan seyircilerin çoğu gibi ben de şüpheleniyordum. Fakat Rüya’nın kolye ucundan Sultan’da da görünce artık emin oldum. Atmaca’nın büyük aşkı, ondan bahsederken bile gözünü dolduran kadın meğer çok yakından tandığımız bir isimmiş. Fakat onların hikayesi daha yeni başlıyor. Bunu son sahnedeki; ağaçta duran Atmaca göndermesiyle, nazar boncuğunun kırılmasıyla, yıllar önceki küpenin açığa çıkmasıyla, iç içe geçmiş muazzam sahne illüzyonlarıyla anlamış olduk.
“Hiçbir günah cezasız değil, hiçbir mutluluk bedelsiz değil. Kimi seversen sev, ilelebet senin değil.”
Atmaca’ya bile bu sözleri dedirtecek ne yaşanmış, Sultan kızından neden ayrı kalmış bilmiyorum fakat bu son yaşananlardan sonra ortalığın daha da karışacağından eminim. Umarım Rüya bu karmaşadan çok yara almadan kurtulur. İzleyip göreceğiz…