Nefes Nefese 3. Bölüm: Gül Kuruttum

Hani tam da oldu diyeceğimiz anda olmayıveren türlerden… Kalbinin kıpır kıpır ettiğini yeni yeni hissetmişken bir de bakmışsın ki ellerin boğazına gitmiş. Sevdayı kucaklayacakken nefretle dolmuşsun. Bambaşka bir yerde bambaşka bir zamanda bambaşka koşullarda karşılaşsaydık diye bir masal vardır ya hani bir teselli cümlesidir, büyük yalandır. Her şey bambaşka olsaydı bile sen yine aynı kişisin. O ilk gün daha adını bile bilmeden gözyaşlarına kıyamadığın kızın senin hayatına bomba gibi düşmüş, görünüşte nefretini kazanmış hâlinin de hüznüne dayanamıyorsun. Yine kesebiliyor nefesi nefesini, yine gülebiliyorsun onun gülüşüyle. İşin kısası koşulların değişmesini istiyorsan başta kendini değiştireceksin. E aşkta da böyle bir şey olmadığına göre…

Rüya’nın arkadaşı Sibel’le konuşurken Yusuf’a yakalanmasıyla başladı bölüm. Yusuf babasını kaybetme korkusuyla koşarken Rüya da annesini bulma umuduyla kaçıyordu. İkisi de aynı yerden güç alıyorlardı aslında, aynı yerden acıyordu canları. Bunu bilmeden koştular, koştular ve koştular… İlk kovalamacanın galibi Rüya oldu.

Aynı zamanda da Alacan Konağı’nda kızın kaçmasına yardım eden hainin kim olduğu bulunmaya çalışılıyordu. Tüm oklar damat Muhittin’i gösteriyordu ki onun suçlu olmadığı ortaya çıktı. Suçlu, oyun vaadiyle kandırılan şeker yürekli küçük Azap’tı. Peki ama karısına aldığı hediyeyi neden kömürlükte zeminin altına saklar ki bir insan? Ya da sırf bir hediye kutusu saklamak için öyle bir yer yapmaya uğraşır mı? Muhittin’de bir şeyler var ama çözemedim henüz. Kömürlük çıkışında yaptığı “Para önemli değil.” dediği telefon konuşmasının içeriğini merak ediyorum mesela ya da karısı Mihriban ona sarıldığında yüz ifadesinin görünmeyeceği bir konumda neden değiştiğini… Muhittin’i canlandıran Deniz Hamzalıoğlu Hayat Şarkısı’ndaki Kaya rolüyle gönlümü öyle bir kazandı ki işin sonunda onun sadece “Cansu’nun babası, Mihriban’ın biricik aşkı” çıkmasını çok istiyorum. Belki de oyuncuya duyduğum sempatiden dolayı bazı detayları göremiyorumdur, onları da siz görüverin canım 🙂

Yusuf’a izini kaybettirmeyi başaran Rüya boş durmadı. Boran’a tekrar ulaşarak kaçak yollardan onu Suriye’ye götürecek adamın ismini ve adresini öğrendi. Bakırcılar Çarşısı’nda ona en babacan tavırla “kızım” diyen Cabbar Bey bir anda katil suratına büründü ya, tövbe estağfurullah. Neyse ki Boran yetişti imdada ve şimdilik ölümden kurtardı Rüya’yı. Boran’ın sevgisinin Rüya’yı kötü adamlardan koruyacağına şüphem yok ama kendisinden koruyabilir mi bakın işte o kısımdan emin değilim. Baştan beri onun Rüya’ya olan yaklaşımını sorguluyorum, özellikle bu bölümün son sahnesindeki anlık bakış değişimiyle kendini biraz daha ortaya koydu gibi. Sahiplenen, esir eden bir sevgi onunkisi. Böylelerine sevgi demek de hoşuma gitmiyor ama henüz Türkçede bunun yerine kullanabileceğim daha uygun bir kelime bilmiyorum. Bu sevginin direk Rüya’ya mı yoksa güzel bir genç kız olan Rüya’ya mı olduğu da tartışmaya açık, zamanla göreceğiz. Şu an söyleyebileceğim şey Rüya Boran’a ilgili davranır, onu hoş tutarsa Boran’dan ona zarar gelmez, başkalarından da korunur ama Boran onun Yusuf’a olan ilgisini fark ederse o işin sonu kötü. İçinden bir canavar çıkması yakın.

Bu arada Rüya için kullanılan “gelin” ifadesini her duyduğumda içim ürperiyor. Bosna Savaşı geliyor aklıma. Savaşın en acı yönlerinden biri de genç kız ve kadınlara yapılan tecavüzdü. Sırp erkek çocuklar doğurmaları istenirdi taciz ettikleri Boşnak kadınlardan. Buradaki ifade de benzer bir his uyandırdı içimde. Rüya da Boran’la evlenirse onların amaçlarına hizmet edecek ve sayılarını çoğaltacak çocuklar doğurması istenecek ondan. Bu ideoloji tüylerimi diken diken ediyor.

Hadi biraz güzel şeylerden bahsedelim. Yusuf’un hayvanlarla yolu kapatma fikri güzeldi, sonrası da öyle… Ağzından öyle bir şey çıkmamış olmasına rağmen Yusuf’un onu serbest bırakacağına inanan Rüya’nın ona duyduğu güven çok hoşuma gitti. Bağ evine gayet rahat gitmesi, orada sanki bir arkadaşıylaymış gibi davranması, kurdukları hoş muhabbet ve gülümsemeleri… En çok sevdiğim detay acılarını birbirleriyle paylaşmaları oldu. Paylaşım ve güven, kişiler arası ilişkide en önemli iki unsurdur. Kişileri birbirine bağlar, değerli kılar. İlk önce Yusuf gösterdi yarasını, tamamen değil ama bir kapı araladı yüreğinin en derin kısmına. Sonra soruları devam etti Rüya’nın. Tatlı tatlı bir flörtleşme havası hâkimdi masada. Gülümsetti. En son bulaşık yıkama kısmına geldiklerinde artık yeteri kadar güvenmişti Rüya Yusuf’a. Farklı bir hikâye uydurabilirdi ama yapmadı. Annesini anlattı ona, Suriye’ye asıl gidiş sebebinin onu bulmak olduğunu söyledi. O esnada Yusuf’un yüz ifadesinde beliren rahatlamayı siz de fark ettiniz değil mi? Rüya “çok yakın birisi” diye bahsettiği zaman aşkının peşinden gittiğini düşündü, oysa kızımız annesinden bahsediyordu. İlk görüşte aşkın dile dökülmesi uzun sürecek belki ama bakışlardan taşıyor işte yetmez mi?.. Aralarında artık bir yalan olmadığı için de keyifle izleyebiliriz. Bir sevgi pek çok şeyi kaldırabilir ama art arda söylenen yalanları kaldıramaz. Yıpranır, canı acır, can acıtır. Güzel çiftimizin bu güven olayını baştan halletmeleri olayını sevdim. Hadi buradan senariste bir sürü kalp ♥♥♥

Gelelim Salih’imizin jelibon naifliğindeki güzel aşkına… Mercan kızımız çok güzel olabilir, oyuncu kontenjanından gözümüze çok tatlı da gelebilir ama Salih’imizi çok üzecek, yetmeyeceği gibi bir de kendi üzüldüğünde onu yara bandı olarak kullanacak gibime geliyor. Oğulcuğumuzu üzecekler Sultan Abla. Ayrıca neden o canım hediye öyle boş geçti ben anlamadım. Sen ye diye mi koyuldu o oraya Mercan Hanım? Arkada tek bir tatlı gülüşüne tabii olacak bir minnoş duruyordu. Sarp mı gönderdi sandın anlamadım ki, hayır yani o nasıl koysun onu oraya? Onu da hiç sevmedim zaten, kesin bir şeyler çevirecek. Bizim Salih yine sığınılan taraf olacak, ikinci tercih. Onun da bundan şikayeti olmaz ki, ah divane gönül… Hüzünlendim. Son sahneye geçiyorum.

Hiç istemese de Rüya’yı takasa götürdü Yusuf. Öte taraftaki ne kadar kırgın olursa olsun babasıydı. Adamlara telefonu vereyim, kızı almayın dedi ama yani bu çocuk niye başından beri telefon olayını hiç sorgulamadı? Hikâye akışında boşluklar var. Neden bu telefon onlar için bu kadar önemli diye hiç sormadı kendine. Telefonda konuştukları zaman telefonu sorduklarında direk evet burda dedi hiç şaşırmadı onu sormalarına. Hani ben olsam bi karıştırırım o telefonu, hiç olmadı kızı sorgularım çalışmayan bir telefon neden bu kadar önemli diye…

“İzin vermezdim. Ben ölürdüm, senin ölmene izin vermezdim.”

E bu çocuk daha ne desin Rüya Hanım?.. Fragman müthiş. Büyük ihtimalle Yusuf kızı onlara verip babasını alacak ama onların peşini bırakmayacak. Bir şekilde önlerini kesip Rüya’yı geri alacak gibi. Sonra onu konağa geri götürecek, kız oradan babasına ulaşacak. O kısımda ya Ayaz kızı olduğunu bilmeden Rüya’yı kaçırtacak ya da Rüya kendi ayağıyla ona gidecek gibi. Sonrası olaylar olaylar. Fragman sonunda Rüya’nın gittiğini öğrenen Yusuf’un yüzündeki hâyâl kırıklığına gömün beni efendiler. İçim yana yana bayram sonrası gelecek bölümü bekliyorum. Ne eski bayramlar ne de eski bayram programları kalmışken bir de üstüne dizilerimizin yeni bölümlerinden olmamız kırıyor beni. Bu haftalık benden bu kadar. Sonuna kadar okuyup yorulan gözlerinizden öperim. Yeni bölüm fragmanını da -bendeniz gibi- izlemeye doyamayanlar için yazının sonuna bırakıyorum.

Bayramınız güzellikle dolsun 🙂

Sevgiyle kalın…