“Yok Fight Club” dediğinizi duyar gibiyim.. Ama yapacak bir şey yok. İnsan bazen güzel filmlere biraz geç kalabiliyor. Şimdi bana neler düşündürdü, neler hissettirdi onlardan bahsedeceğim.Spoiler İçerir.
Öncelikle, başka filmlerde de yaşamış olduğum “bunu daha önce izleseydim kesinlikle daha çok etkilenirdim” hissini bunda da yaşadım ne yazık ki. Bu biraz üzücü çünkü, izlerken herhangi bir olay veya detay tarafından şaşkınlığa uğratılmak, çarpılmışa dönmek muazzam bir lüks ve doğru işe doğru zamanda denk gelmeyince bunu yaşamak pek mümkün olmuyor. Her neyse. 🙁
Film, konusu itibariyle beklediğimin aksine oldukça akıcıydı. Sanata, sanat eserlerine dair zihnimizde sorular oluşturan ve bir karakterin gözünden tutkuyu, saplantıyı anlamaya çalıştığımız bir yapısı var. Başlangıçta farklı düşünseniz de, (hastalığın odak nokta olacağı gibi) biraz zaman geçtiğinde hikaye yön değiştiriyor ve bir şeylerin ters gittiğini, beklenmedik olumlu gelişmelerin büyük bir fiyaskoya delalet ettiğini anlıyorsunuz.
Ana karakterimizin Virgil Oldman’ın tek vurucu yönü saplantısı uğruna yasadışı yöntemlerle elde ettiği şeyler değil. Hayatı boyunca iç içe olduğu konulara dair edindiği bilgiler sebebiyle kendini eski dönemlere, o tablolarda resmedilen mekanlara ait hissetmesi ve en önemlisi de en güzel, en “özel” kadınlara layık görmesi. Claire’in yarattığı gizeme bu kadar tutulmasının ve ona aşık olmasının başlıca sebebi de bu “nadir” olanı bulma hissi zaten, bence.
Hayatını tek bir amaca adayan bir adam izliyoruz filmde. Sahip olmak istediği bir “ulaşılmaz” var aklında ve onu elde edemeyeceğine inandığı için onu simgeleyen cansız nesneleri biriktiriyor ömrü boyunca. Ta ki aradığını bulana kadar. Sonrasında yaşadığı büyük hayal kırıklığı ve hayatının kadınından duyduğu “eğer bize bir şey olursa, aşkımızın gerçek olduğunu bil” sözleri sayesinde varlığını sürdüren umudu oldukça etkileyici.
Virgil’in koleksiyon odasının boş halini gördüğü an, çaresizlik ve yıkılmışlığın en sağlam hissedildiği sahnelerden biri. O korkunç manzaraya rağmen sonrasında Paris’e gitmesi ise hem ne kadar güçlü duygular besleyip onlara tutunduğunun hem de başka çaresinin olmadığının göstergesi benim gözümde.
Bildiği tek bir şey vardı çünkü onun, hayatı boyunca öyle olmuştu. Sonra o değişti ve yerini yeni bir “şey”e bıraktı. Dolayısıyla bundan sonraki zamanda da (geriye çok uzun bir ömrü kalmadığını da varsayarsak) başka herhangi bir değişimin olması mümkün değil. Onun gibi takıntılı, alışkanlıklarına bağlı bir adamın yapacağı, yapabileceği yegane şey tutunmak. Aşka, aşk sandığına, bir masala.