tds_thumb_td_300x0
İşte Russell Crowe ve Efsane Filmleri!

Muazzam oyunculuğu, buğulu bakışları ve etkileyici ses tonuyla girdiği her rolü yaşayarak bizi etkisi altına alan 54 yaşındaki Oscar ödüllü usta oyuncu Russell Crowe’un oynadığı filmlerinden sizler için top 10 listesi hazırladım. Açıkçası neredeyse otuz film arasından seçim yapmak çok zor olsa da IMDb puanlarıyla birlikte sıraladığım listeyi umarım keyifle okursunuz.

1.Gladiator (8,5)

2000 yılında vizyona giren Gladyatör filmi başta 5 Oscar ödülü olmak üzere 50 ödül ve 80 adaylıkla dönemin en çarpıcı filmlerinden birisi olup IMDb Top250 ve mutlaka izlenilmesi gereken filmlerde neredeyse liste başlarında. Aksiyon, macera ve dram türündeki filmde olağanüstü performansı Russell Crowe’a Oscar ödülünü getirmiş. Aynı zamanda müzikleri, görsel efektleri ve sahnelerin akıcılığıyla ne ara bittiğinin farkına varamayacaksınız. Konusuyla ilgili daha detaylı bilgi verecek olursak:

Roma İmparatorluğu’na en parlak dönemi yaşatan General Maximus, girdiği bir meydan savaşından daha zaferle çıkar, bundan böyle tek hayali bir evvel evine dönerek karısı ve ailesine kavuşmaktır. Ama, dönemin Roma İmparatoru Marcus Aurelius ,Maximus’a ciddi bir görev verir ve iktidara sahip çıkmasını ister. Bunun üzerine imparatorun oğlu olan Commodus, iktidarın elinden alınacağını anlayınca general ve ailesini öldürme emri verir. Maximus ölümden zor kurtulur ve gladyatörler arenasına sürgün edilir. Yıllar sonra Roma’ya geri dönen kuvvetli gladyatör Maximus’un tek amacı Commodus’u öldürerek karısı ve oğlunun katledilmesinin intikamını almaktır.

2. L.A. Confidential (8,2)

Eğer eski filmlere karşı ilginiz varsa; bir de içinde bolca suç, dram ve gizem de olsun diyorsanız tam da size göre bir film. Yönetmenliğini Curtis Hanson’un yaptığı, senarosuyla yılın 2 Oscar ödülünü alan film aynı zamanda 75 ödül ve 48 adaylıkla yine döneme damgasını vuranlardan. Sıkı başlayan filmin gelişme bölümü biraz yorucu olsa da sonuç kısmının akıcılığı ve ince kurgusunun sizi yakalayacağından ve nefessiz izleyeceğinizden eminim. Konusunu ve fragmanını da hemen aşağıya bırakıyorum.

50’lerin Los Angeles’ında yer altı dünyasının patronu sayılan Mickey Cohen’in hapse girmesiyle doğan boşluktan dolayı şehirdeki diğer suç örgütleri arasında liderlik savaşı başlar. Bir gece Cohen’in adamlarına bir baskın düzenlenir ve hepsi öldürülür. Öldürülenler arasında eski bir polis de vardır. Bu olayı soruşturmak üzere L.A. Polis Departmanı üç polisi görevlendirir.

Görevlendirilen polisler karekter olarak birbirlerinden çok farklıdır. Ed Exley, L.A. Polis Departmanının altın çocuğudur. Kurallara bağlı ve her şeyi kanunlara göre yapar. Bud White, çabuk sinirlenen, agrasif, gerçeğe ve doğruya ulaşmak için her türlü yola başvuran biridir. Üçüncü ve son polis Jack Vincennes ise; L.A. Polis Departmanını anlatan bir televizyon dizisine danışmanlık yapmakta, tanınmış ve gündemde olmayı seven biridir. Bu üç kişi olayı soruşturmak için bir araya gelirler. Ancak soruşturma çok çabuk sonuca ulaşır. Bu durum üç polisi rahatsız eder. Soruşturmada bu kadar çabuk sonuca ulaşılmasında bir bit yeniği olduğunu düşünürler ve araştırmaya devam ederler. Ve araştırmaları onları çok güzel bir kadına kadar götürür.

3. A Beautiful Mind (8,2)

Sıra dışı hayat hikayesi olan matematik dehası John Forbes Nash Jr. ‘un hayatını konu alan biyografi filmiyle karşınızdayım. Bu zamana kadar izlediğim en iyi filmlerden birisi desem az bile kalabilir. 4 dalda Oscar, 28 ödül ve 51 adaylığının yanında dönemin iddialı filmlerini ezerek Altın Küre ödülünü de almış. Crowe’ un Gladiator’de olduğundan bile çok daha iyi performans gösterdiği film. Zeka ile delilik arasındaki o ince çizgide sürekli gidip gelirken yaşattığı duygu yoğunluğu aslında yalnızlıklarla çevrili bir aşk öyküsünün üzerinde yükseliyor. Muazzam repliklerle bezenen sahneleri yazıya dökerek tarif etmek imkansız, kesinlikle izlenmesi gereken bir başyapıt olduğunu söylemeliyim.

“…hüküm vermek, işin içinde olmayanların tattığı bir ayrıcalıktır.”

John Forbes Nash Jr., genç yaşında oyun terorisi üzerine geliştirdiği kuramlarla matematik dünyasının bir numaralı ismi haline gelir. Fakat kısa süre içerisinde bencilliği ve kendine olan aşırı güveni sonucunda oluşan kişisel problemleri ile baş edemez duruma düşer. Dahilik ile delilik arasındaki ince çizgide,delilik tarafına doğru sürüklenir. Uzun süre şizofreni ile mücadele eden matematikçi,yıllar sonra adeta yeniden doğarak Nobel ödülünü kazanır.

4. Cinderella Man (8,0)

Tekrar bir biyografi filmiyle devam ediyorum. Oscarlı yapımcı Brian Grazer’ın, Oscarlı yönetmen Ron Howard ile Oscarlı oyuncular Russel Crowe ve Renee Zellweger’ in filmi. İrlandalı boksör James J. Braddock’un yaşam öyküsünü konu alan filmde, rolünü daha gerçekçi kılmak için 20 kilodan fazla veren Crowe’un yine oyunculuğunun yükseldiği ve ödülleri topladığını söylesek yeridir. İzlemenizi şiddetle tavsiye ederim.

“Cinderella Man” lakabıyla tanınan ünlü boksör James J. Braddock’un gerçek yaşam öyküsüne dayanan film, Braddock ve ailesinin ABD’deki Büyük Ekonomik Kriz yıllarında yaşadığı sıkıntılı yılları ve verdikleri büyük yaşam mücadelesi. Yoksulluğun, açlığın ve işsizliğin hüküm sürdüğü bir dönemde James Braddock, ailesini açlığa mahkum etmemek için dövüşmüş ve dünya ağır siklet boks şampiyonluğuna kadar yükselmişti.

5. The Insider (7,9)

7 dalda Oscar’a aday; biyografi, dram ve gerilim türünde olan, Russel Crowe ve Al Pacino’nun başrolleri paylaştığı; oyunculuk, müzikler, kamera açıları, psikolojik gerilimi ve muazzam güzel diyaloglarıyla sizi oldukça tatmin edecek bir film. Yalnız biraz uzun ve ağır işlendiğini şimdiden söylemeliyim. Belki de kariyerindeki en iyi işlerinden birini çıkaran Crowe, filminin American Beauty ile aynı yıla denk gelmesi şanssızlığı Oscar’ı kıl payı kaçırmasına sebep olmuş.

Çok güçlü bir sigara şirketinin yönetim kurulu üyeleri, şirketin araştırma bölümünün başkanı Jeffrey Wigand’ın şirket uygulamaları konusunda kendileriyle aynı fikirde olmadığını fark edince onu görevinden alırlar ve şirketten kovarlar.
İşten çıkarılmasına rağmen şirketin, insanların sağlığı ile oynayan politikalarını eleştirmekten çekinmeyen Jeffrey’nin önüne çıkan engeller, beklediğinden de ağır olacaktır. Sessiz kalmaması halinde ailesinin başına gelecekler konusunda uyarılan Jeffrey, tüm bu tehditlere rağmen olanları açıklamaktan vazgeçmez.
Amerikan CBS televizyonunda yayınlanan ’60 Dakika’ adlı programının yapımcısı olan araştırmacı gazeteci Lowell Bergman, durumla yakından ilgilenir ve Jeffrey’yi programında konuk etmek ister. Fakat kapitalist düzenin sivri çarkları ve medya dünyasının menfaatleri el ele verecek ve hiç hesapta olmayan olaylar yaşanacaktır.

6. 3:10 to Yuma (7,7)

Efsaneler arasına girmeyi hak eden Western bir film 3:10 to Yuma. Fazlasıyla duygusal olup bir de aksiyon ve gerilimle bezenmiş filmi başından sonuna kadar tek nefeste izleyeceğinizden eminim. İçeriği ilgi çekmese bile sırf başroller Christian Bale ve Russell Crowe için izlenilir. Efsane bir sountrack albümü olduğunu da söylemeliyim.  2 dalda Oscar adaylığı, 6 ödül ve 17 adaylıkla oldukça başarılı ve sürükleyici bir yapıt.

Kanun kaçağı Wade yakaladığında Evans, bu azılı katili mahkemeye götüremeye gönüllü olur. 3:10 Yuma trenine canlı olarak teslim etmek üzere hareket ettiklerinde, Evans ve Wade birbirlerine saygı duymaya başlarlar. Ancak, Wade’in çetesi ve her köşede bekleyen tehlikeler yüzünden, yolculuk kaderlerine doğru bir göreve dönüşür.

 

7. The Nice Guys (7,4)

Fragmanıyla bendeki beklentiyi yükselten, ardından filmi izlememle beklentilerimi kat kat karşılayan kara mizah, aksiyon ve suç filmi. Ryan Gossling’in daha çok komedi sahnelerindeki döktürüşü,  Russell Crowe’un aksiyon sahnelerinde parlaması ve ikisinin yakaladığı müthiş enerjisini izlemek inanılmaz bir haz veriyor. Son zamanlarda çıkan en iyi filmlerden denilebilir. Çözülmesi zor olan senaryosuyla gülmekten gözünüzden yaş getiren oldukça neşeli bir film, izleyelim izlettirelim.

1970ler Los Angeles?ında, şanslı fakat sakar özel dedektif Holland March ve dikkatli araştırmacı Jackson Healy bir gizemi çözmek için bir araya gelirler. Beraber, herkesin aradığı ve önemli bir sırrı saklayan kayıp kızı bulmaları gerekmektedir. Bu kız, ünlü bir porno yıldızı olan Misty Mountain?ın gizemli ölümünü çözebilecek bilgilere sahip tek kişidir. Bu araştırma esnasında 2 dedektif kendilerini yüksek statüdeki devlet yetkililerinin hedefinde bulur.

8. State of Play (7,1)

Başından itibaren sürükleyici, sonlara doğru ters köşelere yatıran ve bu zamana kadar izlediğim en iyi final sahnelerinden birine sahip olan politik bir film. Biraz gerilim biraz gizem olsun derseniz tam size göre olduğunu söyleyebilirim. Konusu çoğu kişiye klişe gelip ilgi çekmese de izlendiğine pişman etmeyecektir. Bu sefer de gazeteci rolünde izlediğimiz Russell Crowe yine oyunculuğa imzasını atmış.

Kongre üyesi Stephen Collins (Ben Affleck) savunma harcamalarını denetleyen komitenin başkanlığını yürütmekte ve yaklaşan başkanlık seçimlerinde dikkatleri üstüne çekmektedir. Asistanı ve aynı zamanda metresi öldürülünce, eski arkadaşı gazeteci McCaffrey (Russell Crowe) hem iş hem de arkadaşlık ilişkilerinin etkisiyle olayı araştırmaya başlar. Genç ve tecrübesiz gazeteci Della Frye ile beraber olayı araştırmaya başlayan McCaffrey politik filmlerden ve kendi ülkemizin siyasi atmosferinden dolayı aşina olduğumuz bir komployu ortaya çıkartır. Ama aşina olmadığımız bir sona doğru ilerler…

9. Fathers and Daughters (7,1)

Çok dokunaklı, derin bir konusu olan, baba-kız ilişkini oldukça ince bir şekilde dokuyan sade bir film. Kötü eleştiri alsa da bazı konularda hassasiyetiniz varsa sizi içine çeken ve o duyguları alttan alttan veren bir kurgusu var. Russell Crowe ve Amanda Seyfried’in baba kız rolünü paylaştığı filmde, yönetmenin yarattığı o dünyaya bir şekilde siz de giriyorsunuz ve film bittiğinde, üstünüzde duygusal anlamda bir yük hissediyorsunuz.

Küçük kızı ve eşiyle mutlu mesut bir yaşamı olan Pulitzer ödüllü bir yazar, trafik kazasında eşini kaybeder. Bundan sonra artık dul bir baba olarak kendisi de rahatsızlanınca kızından da ayrılır. 27 sene sonra yetişkin bir kadın olan kızı, bağlantıları kendi başına kurmalıdır.

10. Noah (5.8)

Nuh: Büyük Tufan filmi dini açıdan ele alındığı için hak ettiği IMDb puanını ve eleştirileri almadığını düşünüyorum. Görsel efektleri, kurgusu ve müzikleriyle dini mitolojileri işin dışında tutarak ele aldığımızda oldukça güzel bir aksiyon/macera filmi. Ben heyecanla beklediğim için vizyona girdiğinde de büyük keyif alarak izledim. Sonrasında dini bakış açısının uyuşmamasından dolayı ülkemizde yasaklanan filmin böyle bir muameleyi hak ettiğini düşünmüyorum.

Noah, İncil’de geçen Nuh’un Gemisi hikayesinin uyarlamasıdır. İnsanların işlediği günahlarla harap edilen bir dünyada, Nuh’a ilahi bir görev verilir: dünyayı yok edecek olan Büyük Tufan’dan önce insanlığı kurtaracak bir gemi inşa etmek.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Korunan İçerik!