Güçlü, dimdik bir Ülfet… Ya da kırılmış bir kadın… Hangisi?
Süreyya ile merdivenlerde karşılaştığı o an anlamıştık Ülfet’in bir çocuk yarası olduğunu. Ama geçen bölümde bu yaranın ne kadar derin olduğunu gördük. İstanbullu Gelin’in 62. bölümünde ise Süreyya bu gerçek ile yüzleşti. Ülfet’in yaralarını gördü.
Bir insanla yakınlaşmanız için ona kendinizi açmanız büyük bir adımdır. Ülfet’in en derinine inebilen Süreyya belki de uzun zamandır onu bu kadar iyi anlayan ilk insan oldu. Bu da Ülfet için oldukça garip bir duygu olsa gerek. Süreyya ve Ülfet ikilisinin bu şekilde derin bir yaklaşma yaşaması ilerideki bölümlere nasıl yansır merak ediyorum doğrusu.
Fikret Boran – Faruk Boran kardeşler! Size her bölüm hadi öpüşün barışın artık demekten tam yorulmuştum ki bu bölümde çok güzel bir bromance sahnesi izledik. Arkadan iş çeviren ve her şeyi elini yüzüne bulaştıırıp etrafına kinlenen Fikret gitti, hata yapan ve abisine sığınan küçük kardeş Fikret geldi. Zaten Faruk’un hep istediği de buydu. Ne olursa olsun bir kalabilmek, aile kalabilmek, kardeş kalabilmek. ”Ne olursa olsun sen hep yanımda olacaksın” derken de bunu kast etti tam olarak Faruk. Aferin işte böyle kardeş kardeş oynayın canılarım benim.
Şuraya taze aşıklar Esma ve Garip’i çizelim, bir de gördüklerini bir süre aklından çıkaramayacak olan Süreyye ve tabii ki biz seyirci. 🙂 Ama çok tatlı değiller mi? Ha bu arada Esma ve Garip ilişkilerini bir üst seviyeye daha atlatmakta kararlılar. O da şu ki: Garip Bey, Esma Sultanımızla aynı evi paylaşmak için oldukça sabırsız. Eee gençler vermiş kararını bize laf düşmez!
Adem git gellerine devam ediyor. Yine çocuksu yanı, baba yanı uyanık kalmış olacak ki her şeyi göze alıp bir kez daha Dilara’nın karşısına çıktı. Hem de bir istekle. Bir sonraki doktor randevusuna Dilara ile birlikte gitmek isteyen bir Adem. Çocuğunun kalbinin sesini duymak için heyecanlanan bir baba. Keşke böyle kalsan be Adem. Karanlığı değil böyle güzel şeyleri görsen. Hayat daha güzel olmaz mı?
Derken bölümün sonlarına doğru Adem’i hiç olmadığı kadar aydınlık gördük. Çocuğunun kalp seslerini duyduğu andaki duygu değişiminden etkilenmeyen bizden değildir. Büyük oyuncusun Fırat Tanış!
Artık bu arsa meselesinin çözülmesi gerekiyordu değil mi? Bence de. Şimdi hakkını yemeyeyim Faruk’u hiçbir zaman karşısındaki insanı yaralı yerinden tehdit eder bir konumda görmedik. Ama bu bölümde bu biraz dokunduruldu gibi oldu sanki. Hoş kendisi de açık açık Ülfet’in karşısına çıkıp tehdit etmedi ama ”Bitsin artık bu çile” diye bakan gözlerinin ardından ”Ülfet, ya kabul edersin ya da kabul edersin” dediğini hepimiz gördük. Bu konu da böyle tatlıya bağlandı. Ülfet’in derin yaralarını hepimiz kalbimize gömeceğiz mecbur!
Ve Ülfet Hala’dan beklenmeyecek sözler duyulur:
”Kısa sürede de olsa hayatımda olmanız güzeldi.”
Kendini bildiğinden beri yarım kalan Ülfet, kısa bir saniyeliğine de olsa aile sevgisini hissetti belki de o an. Aslında kendini tamamen Boranlara açsa o da o kadar rahatlayacak ki. Çünkü anlaşıldığı üzere Boran ailesi ona kucak açmaya niyetli.
Esma’nın kendini dinlemesi, kendi ile yüzleşmesi. Bu olgunluk bu kalite bu güzellik ah Esma ah! Ülfet’in halinden anlayan, onu incitmeye çalıştığı her saniyeden her şeye rağmen pişman olan Esma. Sen çok güzel şeyleri hak ediyorsun. Hoş sen zaten çok güzel bir şeye sahipsin. Sonsuz bir aşka. 🙂
Garip vurdu ve GOOOLL! Ama biz demiştik, o konak buraya gelecek demiştik. Garip yaptı yapacağını, Esma’nın hayalini gerçekleştirmek için Adem ile karşı karşıya gelerek konağı almaya niyetlendi. Öyle tehdit, maddiyat vs ile de değil. Sadece gerçekleri konuştu: ”Senin bu konak içinde varlığın koskocaman bir yalnızlık”
Adem’in aklını başına getiren şeyler her zaman bu vurucu cümleler olmuştur. O yüzden bir an bile şüphe duymadım Adem’in konağı vermeye ikna olacağından. Arada bir doğru şeyler yapıyorsun be Adem, ama insanların senin yüzüne bir şeyleri vurmasına daha fazla müsaade etme artık. Kendin, kendine gel…
”Sen de benim gibi aynı acıları çektin mi?”
Hayır Dilara’ya değil, babasına bu sorusu. Hep karşısına aldığı hep nefret ettiği babasından bir şeyler duymaya en çok ihtiyacı olan anlardan biri bu. Adem acı çekiyor hem de çok, acaba babası da onun gibi acı çekmiş miydi? O neler yaşamıştı? Adem ne yapmalıydı? Bu soruların cevabını ne yazık ki duyamayacak Adem ama cevapları kendi içinde bulacak. Tabii bu zaman aldı, alıyor, alacak da. Bu süreçte yanındakiler her zaman sabırlı olamıyor hatta sıklıkla yanındakileri kaybediyor Adem. Ancak hala yolu var. Sabırla ilerlemesi gereken bir yol. O yolun sonunda Adem’in yanında kimler olur kestiremiyorum. Ama Adem kendisinde olacak, o kesin.
Bu arada Tilbe Saran ve müthiş oyunculuğu ile İstanbullu Gelin’in bu bölümünde de yine tokat gibi sahneler yaşadık. Adem’in Dilara’ya olan kızgınlığı aslında annesine olan öfkesinin bir yansıması. Annesinden çıkaramadığı öfkesinin bir bahanesi Dilara. Sen bunu biraz düşün Adem…
Kendiyle yüzleşmesi gereken tek kişi Adem değil. Ülfet’in bastırdığı şeyler o kadar fazlaydı ki biraz daha sussa ölecekti sanki. Herkese, her şeyi bir bir anlattı. Rahatladı, hafifledi, gevşedi, kendine geldi. ”Ben bu vicdan yükü ile yaşayamıyordum, aynaya bakabilmek istedim. Zannettim ki herkes beni kabul ederse ben de ederim. Geç ve acı bir yolla da olsa öğrendim ki formül tam tersiymiş. Bu da benim size veda hediyem olsun.”
Olması gerekendi, geç kalınmıştı. Ama bu da üzdü be hala. Bu kadar dokunaklı yazacak ne vardı sanki canım senaristlerim? Her bölüm böyle ağlatacak mısınız bizi…
Bir günah çıkarma bölümü (ya da şey mi demeliyim Sezar’ın hakkını Sezar’a verme bölümü) izledik sanırım ki Adem’den de beklenen hareket gecikmedi. Esma ile konakta buluşan Adem sonunda konağı asıl sahiplerine teslim etmeye ikna oldu.
”Bir gün eğer benim de ihtiyacım olursa böyle bir durumda ayaklarım beni nereye götürür? Ben bu soruya çocuğum için cevap verebilmeliyim ki o da böyle güzel bir bahçede kök salsın…”
Adem, çocuğunla birlikte sen de günden güne büyüyorsun… Ve inan bunu izlemek çok keyifli!