tds_thumb_td_300x0
Erkenci Kuş 5. Bölüm: Dünyanın En Güzel Kokusu

Bildiğiniz üzere “Erkenci Kuş” bu yaz sezonunun en çok tutan dizisi. Bunda sevilen bir oyuncu kadrosuna sahip olmasının ve hep tutar diyeceğimiz türden klişeleri barındırmasının etkisi büyük. Güzel, sakar ve fakir genç kız ile yakışıklı (kaslı olmazsa olmaz), genç ve başarılı iş adamının aşkı… Adam genelde başta soğuk, buz gibi olur ama kızın aşkına kapıldıkça içinden romantik bir prens çıkar. Hadi ama, bunları uzun uzun anlatmama gerek olmadığını biliyoruz. Bu dizinin farkı ana hikâyesinin Meriç Acemi’ye ait olmasıydı. Karakterleri belli bir temaya oturtan, onları ince ince işleyerek derinlik kazandıran oldukça güçlü bir kalem. İlk bölümde bunun etkisini gördük. Bir gördüğünü bir daha unutmayan oldukça kuvvetli bir görsel zekaya sahip olan Sanem zekâsıyla başpatronu etkilemişti. Sonra bu kız bir şekilde iki kardeş patrondan birine borçlandı ve ondan parayı alırken karşılığında zekasını verdi. Yani bunca yaşananın başka bir açıklaması olamaz.

Bir kere bu holdingi satma yalanının bu kadar uzamasından hoşlanmadım.  Daha doğrusu Sanem’in çocuk gibi Emre’nin her dediğine inanması artık batmaya başladı. Bu bölümde ve gelecek bölümün ilk sahnesinde gördüğümüz üzere Sanem artık nihayet Emre’nin hareketlerinden şüphelenmeye başlıyor. E bi zahmet yani. Nerde bizim o ilk bölümde izlediğimiz dışarıdan saf görünen ama aslında etkileyici bir zekaya sahip olan kız? “Ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol.”* sözünün ikinci kısmını dikkate aldı sanırım.

Bu bölüme gelirsek de geçen bölüm kaldığımız yerden başladık. Kıskançlık damarı patlamak üzere olan Can en sonunda Sanem’i elinden tuttuğu gibi götürdü partiden. Tabi arkada şok içinde bir yığın insan bırakarak… Ceycey’in işin ellerinden gitmesini engellemek için uydurduğu “büyük, tutkulu aşk” yalanı oradaki meseleleri çözdü. Bizimkiler de herkesten habersiz Can’ın gizli sığınağında odun üzerinde et yemeye gittiler. Dünya yanıyor, milyon dolarlık iş gidiyormuş kime ne canım? Et mühim, hele bi de odun ateşinde bakın ^.^

Şimdi bakın, buradaki sahne istisnasız tüm yaz dizilerinde olmazsa olmaz. Güzel genç kızımızın (muhakkak aile kızı) alkolle hiç arası yoktur ama ne hikmetse bir şekilde artık gaza mı gelir yoksa açılamadığı beyle romantik dakikalar mı yaşamaları gerekiyordur bilinmez, günün sonunda körkütük sarhoş olur. Favorim Kiralık Aşk’ın Defne’sinin sarhoş hâlleri olmakla beraber aslında bu klişeyi severim. Ama tabii güzel işlendiği zamanlarda. Sanem gibi olmadığı zamanlarda… Hayır orada hazır şartlar gereği birbirine açılamayan bir çift var, e Can da zaten Sanem’in “o eşsiz kokunun sahibi” olduğunu biliyor niye biz Sanem’in albatros sevdasını dinlemedik? Ya da ne bileyim hoş çocukluk anıları, az kişinin bildiği özellikleri de olabilirdi. Kısaca Can’ın daha sonrasında Sanem’i güzel hatırlayacağı, olaylar karıştığı zaman Sanem’in suçsuzluğuna inanmasını kolaylaştıracak detaylar… Hiç olmadı romantik güzel bir sahne izleyebilirdik, hoş bir temas, iç titretecek bir dokunuş… Ama biz sadece ağzı açık salak salak bakan, Can tutmasa düşecek bir Sanem izledik. O kadar muazzam bir şarkıyla bu kadar berbat bir sahneyi nasıl çektiniz? Daha doğrusu nasıl yazdınız? Belki ekran karşısında izleyen hatta şuan bu satırları okuyan kişilere çok romantik gelmiştir ama ben şahsen çok daha güzellerini izlediğim için zerre etkilenmedim, bakamadım desem yeterli olur herhalde. Kız karakterlerin kendini rezil ettiği sahneleri değil samimiyet içeren aşkın gelişimine katkıda bulunan sahneleri izlemek istiyorum artık.

Gelelim bölümde sevdiğim nadide sahnelerden yemek sahnesine… Kayseri-Paris olayını sevdim. Çiftin komedi sahnelerinde enerjisi yüksek. Hadi bunu bol bol kullanın, gıkımı çıkarmadan izleyeyim. Can’ın onların gerçek ilk tanışmasını anlatır gibi bir duyguyla yarattığı hikâyeyi sevdim ve açıkçası sahneden etkilendim de. Can Yaman’ın böyle sahnelerde kullandığı çok güzel bir bakışı ve ses tonu var. Ne olur kaslarını unutun ve bunlara yoğunlaşın canım senaristler. Bakın aslında şuan canım değilsiniz ama elinizde çok güzel imkânlar var, biraz daha özenli olursanız en içten dileklerimle gözlerimden kalpler çıkartarak dolanabilirim buralarda.

Kamp ve sahte nişanlı Osman olayına geçersek… Ali Yağcı orada Biscolata erkeği gibi dururken sırf entrika uğruna Emre olayına girilmediğini öğrendiğimde bildiğiniz havalara uçtum. O kadar kesmişim ki umudu, Zebercet’i koyacaklar da saçma sapan rezillikleri komedi adı altında izleteceklerinden korkuyordum. Şükür ki öyle olmadı. Kendisinin olaya tek katkısı o muazzam klas arabası oldu (ekrandan ben aşık oldumm). Can Beyimiz de kıskançlıktan kudurdu yalan yok ama keşke gelecek bölümün fragmanı gibi onların kendi arasında dost olarak yakınlaştığı ama Can’ın bunu dışarıdan görüp yanlış anladığı sahneler şeklinde izleseydik ya da Osman Leyla’nın gözüne girmek adına bir şeyler yapsaydı. Ne bileyim böyle Sanem’in hareketleri, ikide bir Can’a bakması falan çok feci itici geldi; izlerken ben utandım onun adına. Sonra tuhaf tuhaf hareketlerle Osman’ı maçtan çıkarması… Oysa ki Osman’ın cool durması gerekirdi Can’ın önünde. Ne olur şu kızı biraz düzgün yazın. Neden sürekli kız karakterler erkek karakterlerin önünde rezil olmak zorunda? Neden tüm başrol kızlar salak, tüm başrol erkekler de cool? Ben böyle cevabı belli olan soruları sormaya devam edip de sinirimi iyice zıplatmadan diğer sahneye geçelim.

Fragmanda beklentimi zirveye çıkaran yüz tanıma sahnesi… Oranın daha anlamlı tamamlanmasını isterdim. Çünkü çekim, dokunuşlar, Can’ın gözlerini kapaması detayı falan o kadar muazzamdı ki izlerken kendimizden geçtik ve Sanem’in birden çekilmesiyle tüm duygular yerle bir oldu. Olabilecek en soğuk sesle “Hayır, tanımıyorum.” demesiyle Can’ın yıkılışı da cabası. Oysa orada o ilk âna ait kısa bir flashback izleyebilirdik. Sahnelerin birbirine karıştırıldığı bir ışık oyunu belki de… Ya da ikisinin orada yalnızca onlar varmış gibi hissettiğini ifade eden bir çekim… Herkes kaybolur, sadece iki başkahramanımız kalır sahnede. Bilirsiniz, daha önce pek çok sefer izledik. Sanem’in orada o sakallara o yüze dokunduğu an içinde bir tanıyormuş hissi uyandığını görmek isterdim. Yüz ifadesinde bir değişiklik, hafif bi el titremesi belki de. Can’ın belli etmeden hafifçe o kokuyu içine çekmesini izlemek istiyordu bu gözler. Sonra Sanem’in kaşları bir an çatılır, zihninde bi “Acaba?” sorusu uyanır. Hızlıca geriye çekilir ve göz bandını açar. Karşısında gördüğü yüzle hayal kırıklığına uğrar. Çünkü Albatros’un Can Bey olduğuna ihtimal bile vermiyordur. O uzaklaşıp gittiği yerde peşinden Can gitmeliydi. Ona “Ne oldu?” diye soracaktı. Sanem de afallamış hâlde “Bi an o sa…” diyecekti, cümlesini bitirmeyecekti bir bahane bulup oradan uzaklaşacaktı. Ama Can onun ne diyeceğini anlamış olacak, gülümseyecekti. Gülümsemesi Sanem’e doğru yürüyerek “İyi misin?” diyen Osman’ın Sanem’i belinden tutarak oradan uzaklaştırdığı elinde takılı kalacaktı. Allahım yazarken heyecanlandım, düşünsenize nasıl muazzam bir sahne olurdu ♥

Neyse işte biz bunları izleyemedik. İşin komedi düzeyi ön planda tutuldu. Son sahnede artık bu oyundan bunalan Can “Bi gelsene benle.” diyerek Sanem’i yine tutup götürdü oradan. Kendince azad etmek üzere… O komik hareketlerin altından nasıl aşık ve mağdur bir kadın profili çıkardı bilmiyorum ama “Özgürsün.” dedi. “Bu oyuna devam etmek zorunda değilsin.” Bölümün başında diyemediği şekilde “Bu iş senden daha önemli değil…” O oyunun aslında Sanem’in tek gerçeği olduğunu bilmeden…

Sanem de yine “Kal derseniz kalırım, git derseniz de giderim.” cevabını verdi. Evet duyguyu hiç geçirmeyin ama böyle büyük büyük laflar etmekten de geri durmayın tamam. Keşke kış sezonuna geçme çabasında olmak yerine bize şöyle her dakikası kaliteli bir yaz dizisi sunsalar şöyle bi 10-12  bölümlük keyifle izlesek. Olayları dallandırıp budaklandırma derdinde olmasalar… Günümüz koşulları için fazla mı hayalci? Peki. 

Toparlayalım. Can “Git.” dese bile şirkettekilerin bu işi kaybetmemek adına buna müsaade etmeyeceği aşikâr. Aylin’in hırslı tavırları çok yakında ona Emre’yi kaybettirecek. Emre’den Sanem’e doğru bir atak görebilecek miyiz bakalım. Ayhan Işık ve CeyCey işin komedi tarafı olarak devam edecekler. Can ve Emre sahasında da işler büyüyor. Can patlıyor. Bu durum yine çiftimize romantik sahneler olarak dönecek. Tabii yine hâlâ hiçbir şeyin altı doldurulmadı. Hayırlısı artık ne diyeyim…

Fazlasıyla içimde birikmişleri döktüğüm bir yazı oldu. Umarım bu kadro ve ana hikâye harcanmaz. Okurken yorulan gözlerinizden öperim. Yolları açık olsun.

Sevgiyle kalın.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Korunan İçerik!