Call Me By Your Name: “Söylemek mi daha iyi, ölmek mi?”

André Aciman’ın 2007 yılında yayımlanan aynı isimli romanından beyazperdeye uyarlanan ‘’Call Me By Your Name’’ dünya prömiyerini Sundance Film Festivali’nde yapmıştı. 90. Akademi Ödülleri’nde ise dört adaylığıyla dikkatleri üzerine topladı ve  ‘’En İyi Uyarlama Senaryo’’ ödülünü kazandı. Luca Guadagnio’nun yönetmenliğini üstlendiği film ilk aşkın heyecanını, ait olmayı, saf tutkuyu sade ve doğal bir dille anlatıyor.

1983 yazı. Kuzey İtalya’nın küçük bir kasabasında, şeftali ağaçlarının arasında geçen; sanat ile  deniz kıyısında, havuz başında ya da bir öğleden sonra piyanonun başında rastlaşılan güneşli günler… Şehir hayatından uzak, yemek masalarında entelektüel sohbetlerin edildiği, kitaplarla dolu bir ev… Bu kurulan sımsıcak atmosfer beyazperdeden öyle güzel aktarılıyor ki, film bittiğinde sanki son yazınızı İtalya’da o kasabada geçirmiş gibi hissediyor ve özlem duymaya başlıyorsunuz.

17 yaşındaki Elio (Timothée Chalamet) evinde klasik müzikler dinleyip çalarak, kitap okuyarak ve ailesiyle vakit geçirerek gündelik yaşamını sürdürmektedir. Entelektüel birikimi sayesinde yetişkin gibi gözükse de henüz aşktan ve onun getirdiği duygulardan bi’haber olan bakir, saf bir gençtir. Biz kitapta da filmde de aşka ve hayata Elio gözünden bakıyoruz. Greko-Roma kültüründe uzmanlaşmış olan profesör babası, araştırmalarına yardımcı olması için her sene bir öğrenciyi yaz boyunca misafir olarak ağırlamaktadır. Bu yıl ise Amerikalı 24 yaşındaki yüksek lisans öğrencisi Oliver (Armie Hammer) konuk olarak kasabaya gelir. Oliver ile Elio altı hafta boyunca yan yana odalarda kalacaklar ve aynı banyoyu paylaşacaklardır. Elio’ya göre Oliver büyüleyici bir güzelliğe sahip, ‘’görüşürüz’’ demek için ‘’later (daha sonra) kelimesini kullanan ukala ve kibirli biridir. Filmde Oliver Elio’ya hak verir bir şekilde Helenistik dönem heykelleri gibi görkemli bir bedene sahiptir. Hatta bir sahnede Oliver sudan çıkan sanat eseri kolu kendi koluymuş gibi tutup Elio’nun elini sıkar. Bu da bu durumu desteklemektedir. Hikayeye dönecek olursak; Oliver’e misafir olduğu evde ve kasabada Elio rehberlik eder. Günler ilerledikçe birlikte çok fazla zaman geçirirler ve aslında birçok ortak özelliklerinin olduğu ortaya çıkar. Hatta din bile onları ortak paydada buluşturmuştur. İkisi de Yahudi’dir ve Oliver’in boynunda Davut Yıldızı kolyesi vardır. Oliver Yahudi olmasını önemsemez ve Katolik bir ülkede rahatça kolyesini sergiler. Bundan güç alan Elio da daha rahat davranır. Bu konuyu bile aşabilmesi Elio için çok önemli bir gelişmedir. Film ilerledikçe Elio ve Oliver daha da yakınlaşır. Önce sanat konulu sohbetler, bisiklet ile dolaşmalar ve flörtöz tavırlar başlar. Elio’nun önleyemediği tutkuyu farkına varmasıyla aklını kurcalayan, annesinin dolaylı yolla sorduğu ve filmin ana sorusu olan soru devreye girer. Bu aşkın bir karşılığı var mı? ‘’Söylemek mi daha iyi, ölmek mi?’’

Elio ve Oliver bisikletleriyle kasabanın meydanına doğru giderler. Bisikletleri park edip bir savaş heykelinin etrafında yürürler. Elio heykelin bir tarafında, Oliver diğer tarafındadır. Elio bu sahnede açılmaya başlar. Kamera tek ve geniş bir açıdadır. Oliver heykelin etrafını dolaşır. O sırada seyirci Oliver’ın reddedeceğini sanarak gerilir. Fakat sonrasında heykelin etrafında yürümeyi tamamlayan Oliver’ın yüzündeki mutluluk ile seyirci de derin bir nefes alır. Bundan sonraki sahnelerde iki aşık arasındaki ruhsal ve bedensel çekimi gerek kamera hareketleriyle gerek diyaloglarla iliklerimize kadar hissederiz. Aynı anda hem kitap okuyor hem film izliyor gibi büyüleniriz. Çünkü edebi dil ile sinemanın dili gerçek ve doğal bir biçimde harmanlanmıştır.

Oliver ve Elio’nun birlikte çıktıkları tatil ise sanki bir hikayenin sonunun yaklaştığı hissine kapıldığımız, hem heyecanlı hem buruk sahnelerden oluşuyor. Oliver gittikten sonra Elio’nun yoğun duygularla baş başa kalması, annesini arayıp onu almasını istemesi ve annesiyle yaptığı eve geri dönüş yolculuğu izleyiciyi epey sarsıyor. Fakat eve döndükten sonra babası ile yaptığı ders niteliğindeki konuşma takdire şayan. Filme damga vuran sahnede babası oğluna böyle güzel duygulara nadir rastlandığını, getirdiği acıları da öylece kabul etmesi gerektiğini ve bunu yaşamanın bile ne kadar değerli olduğunu anlatıyor. Bu sahne filmin en vurucu sahnesi olabilir. Bir diğer vurucu sahne ise şüphesiz ki final sahnesi. Elio’nun ayrılmalarının üzerinden bir süre geçtikten sonra Oliver ile telefon görüşmesi ardından şömine başında 4 dakika boyunca ağladığı sahne… Sahnenin sonunda kamera bakması, Elio ile seyircinin göz göze gelmesi ve o hisleri paylaşmanın ağırlığı…

Call Me By Your Name’i bir Lgbti+ filmi olarak değerlendirmek yanlış olur diye düşünüyorum. Çünkü bu filmde sadece iki erkeğin birbirlerine duydukları aşk yok. Aynı zamanda bir büyüme hikayesi anlatılıyor. Elio’nun kendini keşfetmesi, daha önce tatmadığı duyguları tatması ve ‘’Beni Adınla Çağır’’ cümlesini niteler şekilde birlikte olma hissi ince ince işleniyor. 22 yaşında Oscar adaylığı olan Elio rolünde Timothée Chalamet ve Oliver rolünde Armie Hammer unutulmayacak performanslara imza atmışlar. İki oyuncunun uyumu, filmdeki sıcak renkler, sanat eserleri, yeşilin hakim olduğu görüntüler, sizi sıcak bir yaz günü İtalya kasabasına doğru yolculuğa çıkarıyor.