tds_thumb_td_300x0
Bizim Hikaye 59. Bölüm RahDen: Peşinden Koşulacak Kız

Geçen haftaki yazımı şöyle bitirmişim: “Galiba Filiz ve Deniz arasındaki bu çatışma devam edecek çünkü Filiz gerçek Deniz’i tanıyıp, kardeşini ne kadar sevdiğinden emin olana kadar onun ‘kardeşimin Amerika’ya gidip hayatını kurtarmasına engel olan, babası Barış’ın pislik babasıyla kirli işler çeviren süs bebeği sevimsiz kız’ olduğunu düşünecek. Bu süre zarfında Rahmet’e sabırlar dilemekle beraber ben bu çatışmayı gayet bencilce merakla bekliyorum. Uğraşınlar dursunlar bakalım…”. Hakikaten de bu bölüm bu beklediklerimi buldum ve oldukça eğlendim, üzgünüm Rahmet. Zaten en başından beri Filiz ve Deniz arasındaki dinamiği merak ediyordum ve anlaşamayacaklarına emindim, bu bölüm de tescillendi. Rahmet’le Deniz’in ilişkisi bölümün ana temalarından biriydi ve neredeyse her üç sahnede bir Deniz’i görmek bizim için oldukça şaşırtıcıydı. Mesela şu an ben ne yazacağımı, nasıl toparlayacağımı bilemiyorum çünkü şaşkınım! İlk defa bu kadar fazla RahDen’in geçtiği bir bölüm izledik, ben daha çok maksimum üçer dakikalık iki sahneden sayfalarca yazı çıkarmaya alışkınım, böyle cümleleri öğelerine ayıra ayıra, ıncık cıncık ede ede… Şimdi ne yapacağım bilemiyorum! Neyse, bir yerden başlamak lazım…

Barış’ın Tufan’ın kahvesindeki kumar baskınında az kalsın yakalanıyor oluşu herhalde en çok Rahmet’le Deniz’in canını sıktı. Tamam, belki Cemil’den sonra… Çünkü Barış saklanmak için onların aşk yuvasını kullandı. Zaten bir göz oda… Ama tabii bu sayede biz hem aşk yuvasını, hem de RahDen’i daha fazla görmüş olduk ve benim bu konuda şikayetim tabii ki de yok. Bölümün ilk sahnesinde gecenin bir vakti olması sebebiyle haliyle Rahmet’le Deniz uyuyorlardı. Bu onları beraber uyurken üçüncü görüşümüz ve üçü de Deniz’in telefonun çalmasıyla bölündü! Bir kerecik de huzurlu huzurlu uyansınlar, ne olur? Hayır, her gelen telefon da ayrı bir felakete gebe… Her neyse, onları beraber uyurken üçüncü kez gördüğümüz için hep aynı pozisyonda uyuduklarını biliyoruz. Yani Deniz tamamen Rahmet’in tarafını işgal etmiş, Rahmet de yatağın kenarına doğru kaymış. Deniz bir de asla kendi yastığını kullanmıyor çünkü yastık olarak Rahmet’in göğsünü kullanıyor. Rahmet’in kolu da Deniz’in omzuna dolanmış, muhtemelen her sabah kolu hissizleşmiş bir şekilde uyanıyor. Aynı uyku pozisyonunu üç kez görünce ve bu pozisyon asla değişmeyince bunun bilerek yapılmış bir şey olduğunu anlıyorsunuz, yani bu planlanmış bir duruş. İnsanların nasıl uyuduğu, uyku pozisyonları kişi hakkında çok fazla ipucu veriyor. Örneğin, uyku problemi sebebiyle bir psikiyatristle görüşseniz size ne zaman, kaç saat uyuduğunuzla birlikte nasıl uyuduğunuzu, yatakta kaç yastık olduğunu, nasıl bir yatakta yattığınızı vesaire de sorar. Mesela duyduğumda çok şaşırmıştım, yatakta üçten fazla yastıkla uyuyan bir kişi kendine anne cenini yaratmak istermiş aslında çünkü anne cenini tamamen güvenli bir ortama karşılık geliyormuş. Yalnız ve bundan rahatsız olan insanlarsa daha çok yastığa veya pelüş oyuncağa sarılıp uyumaya, başını yastıkların arasına gömmeye meyillilermiş. Dolayısıyla Rahmet’le Deniz’in yatış şekilleri ilişkileri ve karakterleri hakkında çok fazla şey anlatıyor. İlişkilerinde en başından beri bir adım atan, Rahmet’in üzerine giden ve Rahmet’in aksine daha çok ilerlemeci bir tavır güden Deniz. Ayrıca Deniz Rahmet’in iğrenç tişörtlerini, gömleklerini ve hatta çoraplarını bile giyen bir insan, diyor ki madem sevgilim var yastık olarak da kullanabilmeliyim! Üstelik daha çok dokunarak seven taraf da Deniz. Dolayısıyla sürekli olarak Rahmet’in varlığını fiziksel olarak hissetmeye ihtiyaç duyuyor. Kıyafetlerini giyerek, geçen haftaki sahil sahnesinde gördüğümüz üzere koala gibi beline sarılarak, öperek ve tabii ki de geceleri ona sarılıp uyuyarak. Olabildiğince ona yakın olmaya çalışarak uyuyor. Uyurken kendi güvenli bölgemizi inşa etmeye ihtiyaç duyarız çünkü uyku anı kişinin en savunmasız olduğu andır. Anlaşılan o ki Deniz’in güvenli bölgesi de Rahmet’in kollarının arası… Bu sırada Rahmet de Deniz’in rahat edeceği şekilde yatıyor, Deniz’in omzunda olmayan eli ise yanında değil de karnının üstünde duruyor, gerektiğinde hemen iki koluyla sarılabilmek için. Evet, bu uyku pozisyonu incelememden sonra ne iyi gider biliyor musunuz? Haftaya başka bir pozisyonda uyuyup benim bu yazdıklarımı boş çıkarmaları! Neyse, onu da inceleriz, sıkıntı yok.

Rahmet’le Deniz her ne kadar sağlıklı ve huzurlu bir uyku için düzeneklerini güzel kursalar da maalesef olaylı hayatları huzurlu bir uyku uyumalarına izin vermiyor! Bu sefer de Çiçek Deniz’in telefonundan arayıp Rahmet’e Barış’ın başına gelenleri anlatıyor. Rahmet koştur koştur ablasının yanına gidiyor ama gidişi boşu boşuna… O gidene kadar ablası olup biteni öğrenmiş, “aslan gibi” kocası yanında olmamasına ve içinde bulunduğu tehlikeye rağmen Rahmet’le Deniz’in beraber kalmasına takıyor. Rahmet o eve Deniz’le beraber kalabilmek için mi çıkmış… Zaten daha sonra Barış’ı ziyaret edip Deniz’in geceliğini gördüğünde de bir huzursuzlanıyor, bu kız iyice yerleşmiş diye. Hayır, orası Deniz’in de evi ve misafir olan sensin, niye Rahmet’le Deniz’in yatağında oturmuş kaçak/ölü kocanla konuşup Deniz’in geceliğine dokunuyorsun acaba? Sorgulanması gereken bu bence. Keşke gecelik yerine rafa yerleşmiş belli ki derin bir anlamı olan fotoğrafı sorgulasaydı… Neyse ki, Rahmet “Kocanla ilgilen” diye ablasını sustururken Deniz de gecenin bir vakti kaçarak Rahmet’in evine sığınan Barış’la ilgileniyordu. Barış’ın Deniz’i seveceği başından beri belliydi çünkü “Su bitti” kızı olduğu için bir kanı kaynamıştı.

Sonrasında ise “Aşkları için fedakarlık yapanlar” kervanına Rahmet de Deniz sayesinde katıldığı için bir kader ortaklığı oluştu. Barış belalı damat, Deniz belalı gelin; üstelik ikisi de zengin ve ikisinin de babası karanlık tipler. Deniz’in yaşadıkları Hikmet sağ olsun Barış’a da aşina… Dolayısıyla ikisinin iyi anlaşmasını çok tuhaf görmüyorum ben. Bölümün sonunda hapse girmeseydi Filiz’le Deniz’in arasını da en azından bir nebze düzeltebilirdi, tüh yazık oldu! Barış ve Deniz o sahnede gayet normal normal konuştular, hatta fakir ailenin istenmeyen zengin ve şımarık gelini olmasıyla ilgili şakalaştılar. Ama bu sırada haliyle Deniz uyuyor olduğu için üzerinde geceliği vardı. Etrafta da sabahlık gibi bir şey yoktu, e kız ne yapsın? Adama “Sen sapıksın” damgası yapıştırıp çarşafa dolanıp üzerini giyinmeye mi gitsin? Olmuş olan. Ayrıca Deniz’in o anki rahatlığı, oturuşu, beden dili, konuşma tarzı tam bir “Ev benim, sen misafirsin.”di. Ne içersinler, kahve yapmalar, yatağın üzerine bir güzel kurularak oturmalar… Barış’ın bütün bunları Filiz’e anlatacağını da biliyor ve ben ne bırakılacak, ne de bırakacak bir kızım mesajı veriyor, ben bu sahneden bunu çıkardım. Özellikle Barış’la şakalaşırken “Ama oyuncağım elimden alınırsa zengin şımarık kızlar gibi kötülük yapmak zorunda kalacağım.” demesinden… Daha sonrasında Rahmet eve gelip Deniz’e “Gel seni evine bırakayım” deyince Deniz bir bozuluyor, bir ters ters bakıyor… Malum ev onun! Deniz daha sonra da altı çizileceği üzere bu tek göz oda ev konusunda acayip hassas.

Rahmet Deniz’i Barış’ın karşısında gecelikle görünce bozuluyor tabii. Ama sonuçta karşısındaki iki kişiye de güveniyor, hani bunun bu şekilde bir kıskançlık olduğunu sanmıyorum. Bir anlamda durum gerçekten de biraz tuhaftı ama gerçekten hayatlarında tuhaf olmayan bir şey yok. Rahmet’in sinirlendiği nokta aynı Deniz gibi Barış’ın bunları ablasına yetiştirebileceğini bilmekti. Nitekim o andan biraz önce de ablası Deniz’le aynı evde kalmalarını olay yapmıştı. Her neyse, kıskanılmak da Deniz’in hoşuna gittiğine göre bu kısmı o kadar da kurcalamaya gerek yok diye düşünüyorum.

Ertesi gün Rahmet’in hayatına burnunu sokmadan duramayan Filiz yine okula gidiyor. Derin’le karşılaşıyor ve konuşuyorlar, biz de Derin’in içinde kalanları öğrenmiş oluyoruz! Derin hala ve hala Rahmet’le Deniz’in birlikte olmasını aşamamış, yani tabii objektif olmak gerekirse bu kolay aşılacak bir şey değil. Ama bunu gidip de Rahmet’in ablasına dillendirmek çok ayrı bir boyut, kimse kusura bakmasın. Üstelik bunu Deniz’i kötüleyerek yapıyor ve daha önce Rahmet’le olan birlikteliklerinin altını çiziyor. Bunun altında iyi niyet arayamıyorum ben. Bir de böyle kibarlıktan kırılarak, dudaklarını büze büze konuşmuyor mu, “ben bir küçük hanımefendiyim” edasında, deliriyorum! Sanki Rahmet gelip “Ya Derin ben vazgeçtim Deniz’den, o benimle Amerika’ya gelmiyor, gel seninle gidelim.” dese koştura koştura gidecek gurursuzca. Filiz’in Deniz’den hoşlanmadığının farkında, resmen ateşe körükle gitti. Yok babam ablama lüks bir hayat inşa etti, yok ablam ancak eğlenmesini bilir, yok Rahmet’le yaşadıkları geçici bir şey… Allah razı olsun araya küçük bir “ama birbirlerini seviyorlar” iliştirdi! Oysaki daha fazlası olduğunun bal gibi farkında, ablasının ne zaman bu kadar uzun bir ilişkisi olmuş oradan bile hesap edebilir ama bunu bilerek Filiz’e dillendirmedi. Filiz ise Derin’le konuştuktan sonra daha da bilendi. Gerçi Derin ona ne kadar aşklarından ölüp bittiklerini, iki dakika bile ayrı duramadıklarını anlatsa bile Filiz’in Deniz hakkındaki önyargısı değişmeyecekti. En azından kendi gözleriyle görmeden…

Filiz Rahmet’i bulduğunda yanında tabii ki de Deniz var. Filiz gelip yine Amerika konusunu açınca Deniz haliyle “Biraz fazla abartmadın mı?” diye soruyor çünkü haydi evde sıkıştırırsın ama okula gelmek nedir ya? Ayrıca Derin’in sürekli samimiyetsiz samimiyetsiz, kibarlıktan kırıla kırıla konuşmasının yanında Deniz’in dobralığı ilaç gibi geldi. Rahmet bunu daha en başından fark edip Derin’in yüzüne haykırmıştı zaten, “En azından ablan samimi!” diye. Bir de Deniz’in artık kendi standartlarına göre bile kibar davranacak hali kalmadı. Çocuk iki adım öteye gitse hemen peşinden gidiyor, Amerika’ya gidecek diye ödü patlıyor. Her an Rahmet’i Filiz ikna edecek korkusuyla yaşamak da onu delirtmiş durumda… Tabii bir de Rahmet’in hayatında en çok sevip değer verdiği kişi olan Filiz’in nefretini üzerinde toplamış olmak da kolay değil.

Filiz Rahmet’i Deniz’in yanından çekip alıyor ve konuşmaya gidiyorlar. Filiz bu sefer argümanlarını Derin sayesinde güçlendirmiş ve “Kardeşi bile ne mal olduğunu biliyor!” diyor Rahmet’e. “Lüks hayatını senin için bırakmazmış” da diyor üstelik ama Rahmet bunların doğru olmadığını o kadar iyi biliyor ki… Gerçek Deniz’i tanıyan Derin değil ki, Rahmet. Kaç kere Deniz’in aralarındaki ekonomik farkı önemsemediğinden bahsettik, Rahmet’le beraber olduğunda ne yediğinin, ne giydiğinin, nerede olduğunun bir önemi hiç olmadı. Dolayısıyla Rahmet ablasının dediklerinden de pek etkilenmedi. Zaten Deniz de Rahmet de bile bile lades demişler, hani daha kötü ne olabilir ki biz kendimizi dağılmaya hazırladık diyorlar. Rahmet de gayet rahat bir şekilde “Deniz benimle evlenmek istemiyor” diyor ki zaten o yaşta kimse evlenmeyi düşünmesin bence… Yani sonunda evlilik olunca mı aşk oluyor veya ilişki ciddi oluyor? Eğer karşındaki sana bir şeyler katabiliyorsa, seni senin onu sevdiğin gibi sevebiliyorsa ve sana “beraber dağılalım” diyebiliyorsa bu zaten oldukça ciddi bir ilişkidir! Bu konuşma Filiz’in Rahmet’ten Deniz’i ve ailesini akşam yemeğe davet etmesini istemesiyle son buluyor. Filiz aklı sıra Rahmet’e meydan okuyor, tenezzül edip bizimki gibi bir mahalleye gelmeyecekler diyor. Ama bir yandan da Deniz’in zamanında onun için garsonluk yaptığını ve onun kardeşlerine baktığını unutuyor!

Rahmet hemen Deniz’e yalvarmaya gidiyor. İşin içine babasının dahil olması haklı olarak Deniz’i geriyor. Aile buluşması ne ya? Hem de Filiz Deniz’den o kadar çok nefret ederken… Çıkabilecek rezaletler insanın gözünün önüne geliyor zaten, böyle bir buluşma büyük ihtimalle her şeyi mahvetmeye zemin hazırlar. Deniz’in çenesini tutup tutmaması -ki denese bile tutamaz- bir şeyi de değiştirmez. Dolayısıyla Deniz önce kabul etmek istemiyor ama Rahmet’e kıyamadığından çabuk yumuşuyor ve babasına sormayı kabul ediyor. Tabii karşılığında Rahmet de onun istediği bir şey yapacak! İşin içinde babası ve Filiz olmasaydı Deniz o eve gitmek için bu kadar ayak diretmezdi, hatta Fikri ve Çiçek’le konuşup İsmo’yu sevmeye hayır demezdi.

Deniz’in aynı tahmin ettiği gibi babası tabii ki de akşam yemeğine gelmiyor, iyi ki de gelmiyor! Deniz de yanında ailesinin temsilcisi olarak Derin’i getiriyor. Bu üçlünün Elibol Malikanesi’ne gelirken yaşadığı araba yolculuğunu ben aşamıyorum, izledikçe daha çok gülesim geliyor durumun absürtlüğüne. Rahmet arabayı kullanıyor, Deniz yanında oturuyor, Derin de arka koltuğun ortasına geçmiş elinde çiçekler… Derin yine laf sokmayı ihmal etmiyor tabii Deniz’e, asli görevi Filiz Hanımcığını Deniz’in şerrinden korumak! Deniz hala akşam yemeğine gittiği için söylenirken Rahmet ise başına geleceklerin korkusundan Deniz’e laf çarpıp duruyor. Derin de onların atışmalarını tenis maçı izler gibi bir Deniz’e, bir Rahmet’e bakarak izliyor. Büyük ihtimalle de içinden “Sürekli kavga edip duruyorlar işte… Asıl akşam yemeğine giden ben olsaydım böyle olmazdı. Kıyamam kendime ya…” diye geçirip duruyor. Ne yapacaksın Derincim, hayat bu… Bazen hayatta tatlı, masum, sevimli, dürüst, teyzelerin gözdesi, samimiyetsiz iyi Pamuk Prensesler kazanmıyor; Deniz gibi Kötü (?) Kraliçeler kazanıyor…

Rahmet Deniz’den hiç değilse biraz gülmesini istediğinde Deniz de onun karşılığında derslerde yok yazmamasını talep ediyor. O derslerde ne yaşandığını bir türlü görememek üzüyor tabii… Deniz’inse akşam yemeğinden tek dileği Fikri’in de evde olması çünkü böyle kasıntı bir ortamı ancak Fikri dağıtabilir. O kadar ki eve gittiklerinde Rahmet bile evlerinin neşesi babalarının nerede olduğunu soruyor, gerçekten Fikri bu kadar çok özlediğini bilse gözyaşlarını tutamazdı!

Eve girer girmez Rahmet ablasına “Bak nasıl geldi Deniz buraya!” dercesine zaferinin tadını çıkaran bakışlar atıyor ama bu zafer konusunda çok da erken konuşmamak lazım. Deniz her ne kadar gülmesi karşılığında Rahmet’ten yok yazılmamayı istemiş olsa da eve gelir gelmez onların gelmesi beklenmeden yemeğe başlandığını görünce bayağı bir bozuluyor. Zaten Filiz’in ona karşı önyargısını, nefretini ve ondan ne yapmasını beklediğini biliyordu. Bir de karşısında tam takır kuru bakır masayı ve Filiz’in beş karış suratını görünce iyice gıcık oldu. Üstelik bu sofranın altındaki mesaj direkt şuydu: “Biz fakiriz, beş parasızız, bak misafire bile kuru makarna sunuyoruz. Burası senin gibi zengin, şımarık bir kıza uygun bir yer değil. Arkana bakmadan kaçıp gidersin herhalde?” Deniz de ilk önce Filiz’e onun ondan beklediği şekilde davrandı: Soğuk, kibirli, alaycı ve şımarık. Ki dış kapının dış mandalı biri bana da benim babamla ilgili “İşi kızından daha önemli demek ki…” dese ben belki de Deniz kadar alttan alttan laf sokamayıp direkt sana ne derdim… Bu cümlenin altında bile “Siz zengin ve şımarık çocukların aile değerleri bile zayıf.” vurgusu var çünkü. Deniz ne Rahmet’e, ne de ailesine hiçbir zaman fakir sınıflandırması yapmadı, maddi zorluklarından öte bir şekilde olduğu kişiyi gördü ama Filiz Deniz’i direkt bir sınıflandırmanın içine yerleştirdi, yargıladı ve cezasını da kesti!

Deniz’in Filiz’e cevabı “Yoo… Her merhaba dediğimin ailesiyle tanıştırmaya kalksaydım eğer evde oturacak vakitleri kalmazdı diyelim biz ona.” oluyor. İşte “Filiz’in beklediği şekilde davranmak”tan kastım tam olarak buydu. Sonra daha da Filiz’in beklentisine uyarak Fikri’nin Cücü’yle içtiğini duyunca “Ben de mi gitsem, dağıtırım biraz?” diyor. Çünkü orada ağzıyla kuş da tutsa Filiz’e yaranamayacak ve tabii Deniz’in de hak edene hak ettiği gibi davranma gibi bir huyu var. Hatta Filiz Deniz’in Fikri’yle iyi anlaşmasının altını çizince Deniz tek kaşını kaldırıp alttan alta “hani senin düşündüğün üzere…” mesajını vererek “Hani o da benim gibi hayatı fazla ciddiye almıyor ya ondandır.” diyor. Bu sırada Rahmet ise kalpten gitmek üzere, bir ara Cemil gibi panik atak geçirip oraya yığılacak sandım. Bayağı bayağı nefes almayı unutmuştu çünkü. Daha geçenlerde tek derdi çözemediği matematik sorusuydu, şimdi bu dertlere nasıl düştü zavallım…

Önlerine makarna geldiğinde Filiz asla sormadığı için ve asla kardeşini dinlemediği için Deniz’in Rahmet bile suratına bakmazken ketçaplı yanmış makarna bile yediğini bilmeden “Kusura bakmayın böyle makarna koyduk önünüze ama yapacak bir şey yok, bizim de durumumuz bu…” diye lafı sokuveriyor. Deniz’in şalterleri ise direkt bu andan sonra atıyor: “Anlamadım, makarnayla mı gözümü korkutmaya çalışıyorsun şu an?” Hayır zaten Deniz korkmaz ki, muhtemelen Rahmet’le de 7/24 makarna yiyorlar, bünyesi alışık. Deniz’in bir kez kafası attı mı çenesini durdurmak imkansız olduğundan hemen aslında yemeğe gelmek istemediğini, Rahmet’in zoruyla geldiğini anlatıyor. Ondan sonra iş akşam yemeğinden, makarnadan çıkıyor ve asıl dertlerine geliyorlar. Rahmet Deniz’i susturmaya çalışınca Deniz tabii ki de susmuyor ve olayların bu duruma gelmesinin suçlusunun o olup olmadığını soruyor. Ama tabii Filiz’e göre başlarına gelen her şeyin suçlusu Deniz çünkü Rahmet bu zengin, şımarık kızın oyuncağı olmaya devam etmek için önüne gelen Amerika fırsatını tepiyor! Eğer durum böyle olsaydı şayet sorun direkt Rahmet’in geri zekalı olmasıydı, burada Filiz’in yaptığı Deniz’le beraber kendi kardeşini de aşağılamak ve onu herkesin gözü önünde kendi kararlarını almaktan yoksun biri olarak göstermek oluyor. Bu laf dalaşı en sonunda Filiz’in Deniz’e “Terbiyesiz!” demesine kadar sürüyor. Bundan sonra Deniz kendini öyle güzel ifade ediyor ki açıkçası benim herhangi bir şey eklememe gerek bile kalmıyor:

Evet ya, evet ben gerçekten terbiyesizim! Zengin bir kızım, ben zenginim anladın mı? Şımarığım! Benim önüme bir tabak makarna koymadan da bunu söyleyebilirdin. Tamam? Böyle aşağılamana gerek yok. (…) Aşağılıyorsun tabii ya… Misafir gelmeden sofraya oturmak ne demek? Ya ben ailemle gelmiş olsaydım o zaman ne yapacaktın? Terbiyesiz olan ben değilim, sensin.

Her ne kadar Deniz genel olarak misafirlikti, aile buluşmasıydı, akşam yemeğiydi gibi ortamlar konusunda umursamaz görünse de tabii ki de sevgilisinin ablasının bu aşağılayıcı, küçümseyen ve saygısızca davranışına çok bozuluyor ve sinirleniyor. Deniz’in bu sinirinden Rahmet de nasibini alıyor tabii ki çünkü olacakları bile bile yangına körükle giderek Deniz’i bu akşam yemeğine gelmeye zorlayan kişi Rahmet. Üstelik ablasının soktuğu laflara sessiz kalıp araya girmeyen de Rahmet… Gerçi araya giremedi o ayrı bir konu, her şey çok hızlı ve şiddetli cereyan etti! Bu sırada Deniz evden çıktıktan sonra Derin’in herkesten onun adına özür dilemesi ise dikkatlerden kaçmadı. Üstelik Deniz haklıydı çünkü Filiz en başından beri bilerek onun damarına basıyordu. Sabır taşı olsa çatlar ki Deniz’in sabır taşı olduğu da söylenemez. Ama merak etme Derincim, o masada sen ve Filiz dışındaki herkes bir şekilde Deniz’in aslında nasıl biri olduğunun farkındalar. El kadar Kiraz ve Fiko bile ablalarına “Aslında iyi bir kız, bize bakmıştı, çok eğlenmiştik” diye Deniz’i savunurken Derin’in gerçekten ablasını tanıyamamış oluşu çok acıklı bir durum… Hatta en başta Rahmet’le de olduğu gibi tanıdıkları herkese bir şekilde kendi melekliği, iyiliği ve masumluğuyla alttan altta ablasını kötüleyenin de Derin olduğunu düşünüyorum. Hafif yaramaz ve şımarık bir çocuk olarak Derin gibi bir kardeşle aynı çatıyı paylaştığınızı bir düşünsenize! “Babaa, ablam Barbie bebeğimin kafasını koparmış.”, “Anneee, ablam yine ödevlerini yapmıyor.”, “Baba, Deniz bugün müdür yardımcısının odasına gitti biliyor musun?”… Kabus gibi gerçekten.

Yemeğin devamında Deniz Rahmet’i dinlemeden çekip gidiyor, ertesi gün de didişmeleri devam ediyor. Rahmet Deniz’in gelmesini yine garajda bekliyor ama Deniz’in siniri hala geçmiş değil, dolayısıyla Rahmet’i dinlemek istemiyor. Rahmet yine onun peşinden koştura koştura kendini dinletmeyi başardığında Deniz onu rahatsız eden bir diğer düşünceyi de dile getirmeyi başarıyor: Rahmet’in Amerika konusunda ablasına karşı Deniz’in arkasına saklanması ve Deniz’in onu korumasını beklemesi. Bunun üzerine Rahmet de başka önemli bir şeyin altını çiziyor. Deniz’in son dönemlerdeki sinirinin, hırçınlığının sebebini anladığını gösteriyor. “Ben senin arkana saklanmıyorum, ben seni seçiyorum. Arada fark var. (…) Ama beni suçlayarak da bu işten sıyıramazsın kendini haberin olsun. Bak, senin için geleceğinden vazgeçen biri var karşında. Bunun ağırlığını kaldırmak çok zor, farkındayım.” Rahmet’in bu konuda haklı olduğunu Deniz’in bu sözlerin üzerine hemen gitmeye davranmasından anlıyoruz çünkü buna karşı diyecek bir şeyi yok. Gerçekten Rahmet’in Amerika’ya gitmeme nedeni olması onu rahatsız ediyor, üstelik üstüne düşeni yapıp git demiş olmasına rağmen. Zaten ne zaman ona sinirlense lafı hemen “Git o zaman Rahmet!”e getiriyor, konu hep Rahmet’in gitmesine geliyor. Çünkü içten içe, bencilce bir şekilde Rahmet’in gitmesini istemiyor ve böyle düşündüğü için de muhtemelen kendini suçlu hissediyor. Filiz’in bu konuyu kurcalaması onu bu yüzden de rahatsız ediyor. Hem Rahmet’in kararını değiştirecek diye korkuyor, hem de bu konu tekrar tekrar açıldıkça yine Rahmet’e kötülük yapıyor olduğu düşüncesi aklına düşüyor. Bunu Rahmet’le tartışıp “gitmeni istemiyorum” diye dile getirmek istemediği içinse bu konu açıldığında tartışmak istemeyip kaçıyor. Rahmet de bunun üzerine içinde bulundukları zor durumu işaret ederek “Hani birlikte batacaktık biz?” diye soruyor. Yani beni neden yalnız bırakıyorsun, neden bana yardımcı olmuyorsun, neden yanımda durmuyorsun, neden “gitme” demiyorsun diye serzenişte bulunuyor ona. Deniz’den aldığı karşılık da “Belki de battığımız noktaya gelmişizdir, Rahmet. Zorlamayalım.” olunca Rahmet günlerdir yaşadığı stresten sonra artık kendinde uğraşacak takati bulamıyor çünkü günlerdir iki ayrı cephede kendi seçiminin ve aşkının savunmasını yapmaktan yorulmuş. O yüzden o an bence en doğrusunu yapıp Deniz’in üzerine gitmeden sakince “İyi. Zorlamayalım, Deniz.” deyip çekip gidiyor. Belki de şu ana kadar bu sahne Rahmet’i en iyi anlayabildiğim ve ona hak verdiğim sahnelerden oldu. Kendini çok açık bir şekilde ifade etti ama Deniz’e ulaşamayacağını düşündükten sonra da daha fazla üstünde durup kavga çıkarmadan çekip gitti. Deniz de bunu beklemiyor olacak ki Rahmet gider gitmez arkasından bakakaldı. Bakışlarında “Beni bırakıp nasıl gider?!”den çok “Ama gitti…” vardı. Zorlamayalım dediği andaki özgüveni uçup gidivermişti. Şimdi ise korkuyordu.

Rahmet eve gittiğinde orada olan Barış ve Tufan’a isyan ediyor. Bütün bölüm boyunca “Beni delirttiniz!” diyen Rahmet artık en sonunda gerçekten patlıyor. “Dünyayı böyle tepene çevirip ondan sonra seni suçlamıyorlar mı böyle karşına geçip, çıldırıyorum abicim ben ya. Sonra ne oluyor biliyor musun? Böyle konuşuyor, konuşuyor, konuşuyor, konuşuyor sana bir yerden sonra diyorsun ki ‘ulan ben haksızım galiba bu işin içinde’. Böyle bir şey olabilir mi ya?

Barış’la Tufan Rahmet’in serzenişine hak verdikten sonra Merve-Nihal temalı tartışmalarına geçiyorlar. Biraz tartıştıktan sonra kapı çalınıyor. Malum Barış saklandığı için haliyle kim geldi diye endişeleniyorlar. Rahmet kapıyı açınca karşısında Deniz’i buluyor. Şaşırıyor haliyle çünkü teknik olarak ayrıldıktan bu kadar kısa süre sonra -taş çatlasa bir saat olmuştur- kapısında görmeyi beklemiyor haliyle. Rahmet Deniz’i gördüğüne şaşırırken Barış’la Tufan Deniz’in geldiğini görünce Nihal’in Merve’yle oyun kurduğunu konuşurken korktuklarından daha fazla korkuyorlar. Deniz de onları yine evlerinde görünce bıkkın bıkkın “Siz niye sürekli çoğalıyorsunuz? Daha ne kadar kalmayı planlıyorsunuz?” diye soruyor. Barış ve Tufan da tırsa tırsa evden resmen kaçıyorlar. Bu sahneyi her izlediğimde o kadar çok gülüyorum ki… Kızcağız evini özlemiş ya, işgal ettiniz evlerini bir gece kalamadı resmen.

Rahmet de Deniz de önce birbirlerine trip atmaya devam ediyorlar. Deniz sinirli çünkü Rahmet ondan ayrılmaya çalıştı! Rahmet ondan nasıl ayrılmaya çalışır?! Peşinden koşması gerekirdi, Deniz affet demeliydi, bir sarılmalıydı, öpmeliydi, her zamanki rutinlerini gerçekleştirip en az üç kere daha kolundan çekip geri döndürmeli ve rahat rahat konuşmak için sınıfa götürmeliydi falan… Ondan sonra Deniz affederdi tabii ama “Olur, zorlamayalım” diye kabullenmek ne demek yani? O yüzden Deniz Rahmet’i “Benden bir daha ayrılmaya çalışma ya!” diye uyarıyor. Rahmet de kalakalıyor tabii, “Kim ayrılmış? Ben mi? Allah Allah, bana kalsa ayrılmam ki hiç!” diye. Sonra da “Kızım ben mi ayrıldım senden? Manyak mısın nesin ya? Sen ayrılalım gibi bir şey şey yaptın, ben de olur dedim, ne diyeyim?” diyor. Ama bu Deniz için bir şey ifade etmiyor çünkü… Çünküsünü Deniz şöyle anlatıyor: “Ben hemen olur denilecek kız mıyım Rahmet? Peşinden koşulacak kızım.” Dedim ya, şu onların her zamanki koldan en az üç kez tutup çevirmeli sınıfa kapatmalı rutin gerçekleşmedi diye oluyor bunlar. Rahmet de haklı olarak “Yok ya, ne yapacakmışım ben? Ne zamana kadar peşinden koşacakmışım?” diye soruyor. Ama şanslı ki Deniz gibi bir sevgilisi var, Deniz hem ne zamana kadar koşması gerektiğini söylüyor hem de nasıl koşmalı, ne yapmalı uygulamalı olarak gösteriyor Rahmet’e. Biraz da aynı kendisi gibi oldukça çene sahibi olan sevgilisini susturmak için çekip öpüyor. Sonra da “Ben bıkana kadar…” diye cevabını da veriyor. Sanki Deniz “Ben bıkana kadar…” dememiş gibi Rahmet pamuk gibi oluyor. Vallahi biz daha ayrılmalarını algılamamışken bir de bunlar üstüne barıştılar! Deniz’in Rahmet beklenmedik bir şekilde gidince korkarak hemen fıt fıt peşinden gelmesine o kadar güldüm ki… Bir de kuyruğu dik tutup “Benden ayrılamazsın!” diye olay çıkartıyor sanki Rahmet’i kaybedeceğim diye ödü patlamamış gibi. Rahmet’ten iki dakika sonra eve geldiğine göre hemen onun peşinden okuldan çıkıp gelmiş bir de… Peşimden koştururum ama ne kadar inkar etsem de peşinden de koşarım diyor. Aslında şu ana dek peşinden koşan taraf genel olarak da Deniz’di yani, görümce hanım da bunu bilsin lütfen.

Kaç gündür didişip durmuyorlarmış gibi Rahmet’le Deniz hemencecik yumuşamışlardı. Biz artık alıştık zaten, kavga ederek anlaşıyorlar, bu da onların tarzı diyelim ne yapalım… Rahmet yine makarna yapıyordu muhtemelen çünkü malum önceki gece bir türlü yiyemediler. Hem de bu sefer kuru kuru da değil yani, domatesli! O bıkana kadar peşinden koşturacak kız Deniz’de de bu sefer bir sırnaşıklar, bir sevimlilikler aman aman… Tam her şey yoluna girmişti ki evi polisler bastı. Yine makarnayı yiyemediler, üstelik ocağın altı da açık kaldı! Elibollarda sular hiç durulur mu? Durulmaz tabii. Filiz’in buradan hesap etmesi lazım işte, Deniz Rahmet’i gerçekten sevmese böyle bir ortama bir dakika bile katlanır mı? Polisler gelince Rahmet’in panik panik “Ben üniversitede hocayım!” diye bağırması çok komikti. Bu çocuk bu bölüm kalpten gitmediyse başka hiçbir zaman gitmez gerçekten. Bu sırada Deniz ise polise “Sakin, kadın var karşında…” diyor rahat rahat. Polisler de çok sert davrandılar çocuklarıma, Barış’ı bile bu kadar sert yakalamadılar yemin ederim. Rahmet bölümler öncesinde “Bir karakola düşmediğimiz kaldı” demişti Deniz’e, evet galiba şu an o da oldu.

Barış’ın hapisten çıkmasına ortak düşmanları Servet ve Nihal sebebiyle Tevfik yardımcı olur mu haftaya göreceğiz. Haftalardır gelin-görümce çatışmasını beklediğimden dolayı benim için izlemesi keyifli bir bölümdü. Filiz’le Deniz’in ilişkisinin ne yöne gideceğini merakla bekliyorum. Filiz Deniz’in hayatını ve kişiliğini öyle küçümsüyor, onu öyle sorunsuz sanıyor ki muhtemelen Deniz’in hayatındaki sorunlarla bir şekilde karşılaşacaktır. Hatta eğer son bölüme falan saklanmıyorsa Deniz’in sırrını herkesten önce Filiz bile öğrenebilir. Aralarındaki bu şiddetli gerilim bana bunu düşündürüyor. Ama çıkan fragmandan da anlaşıldığı üzere (İlk defa ilk fragmanda RahDen var, başımıza taş yağacak!) gelin-görümce arası ipler daha da gerilip Rahmet’i çok daha kötü etkilemeye devam edecek. Teori kasmaya gerek yok, izleyip göreceğiz. Umarım haftaya da en az bu haftaki kadar keyifli sahnelerde buluşuruz dileğinde bulunarak bu oldukça uzun yazıyı artık bitiriyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Korunan İçerik!