Bizim Hikaye 58. Bölüm RahDen: Her Şeye Değer

Rüzgar gibi geçen bir Bizim Hikaye bölümden sonra yine beraberiz. Rüzgar gibi diyorum çünkü bölüm tamı tamına 96 dakika sürdü. Ne yaptınız ya, Türk televizyonları bu kadar kısa diziye hazır değil henüz. Kısa dizili günler eskilerde kaldı. Bunun bir seferliğe maruz olduğunu, nedeninin de senaryoda acil revizyon gibi bir şey olduğunu düşünüyorum. Öte yandan, her karaktere ve olay örgüsüne makul bir zaman ayrıldığı sürece 96 dakika süren dizi izlemeyi kim istemez? Bazen dizinin sonunu izlerken başını unutuyorsun, o kadar uzun!

Her neyse, beni şok eden bölümün kısalığını bir yana bırakıp deli aşıklarımız Rahmet’le Deniz’e geçiyorum. Bu bölüm çiftimizin ana konusu Amerika’ydı, üstelik bu Amerika’ya bir de abla faktörü eklenmişti. Ali Hoca’nın Rahmet’e çözsün diye soruyu verdiği ilk günden beri çoğumuz bunun bir yurt dışında burs ile sonlanacağını, Rahmet’in Deniz yüzünden gitmek istemeyeceğini ve bu durumun Filiz’le Deniz arasında ve tabii ablasıyla Rahmet arasında gerginlik yaşatacağını tahmin etmiştik. Büyük umutlarının hepsini omzuna bindirdiği küçük dahi kardeşi Rahmet’in Amerika’da burs kazandığını duyan Filiz tabii ki de çok mutlu oldu. O kadar ki ayranımız yok içmeye demedi, bu adamın da şekeri vardır zaten yiyemez demedi gitti Ali Hoca’ya teşekkür için baklava aldı. Keşke çocuklara yedirseydi. Her neyse, Rahmet en başta hamile olduğunu yeni öğrenen aşırı duygusal ablasına Amerika’ya gitmek istemediğini ve nedenini anlatamadı. Filiz’in Rahmet’in gitmemesinden ve gitmeme sebebinden nefret edeceği aşikardı. Okulda yanlarına geldiğinde bile Deniz’i yok saymasından, onunla tanıştığı andan beri hoşnutsuz bakışlarından Deniz’den zerre kadar hoşlanmadığı belliydi. Üstelik Filiz “Ay canım kardeşim! Amerika’ya gidiyormuşsunnn!” diye bir anda gelip şapır şupur Rahmet’i öpünce bu sefer Deniz de Filiz’e gıcık olmaya başladı. Deniz’in o sahnedeki tepkilerine hala gülüyorum, Filiz’e bakışları öyle komikti ki! Sanki “Sus, şimdi gitmeye karar verecek sana kıyamadığından! Gitme de diyemiyorum zaten neden bozuyorsun? Rahmet için ailesi, matematik ve ben önemliyim; bu şimdi ablası deyince matematik için gitmeye kalkmasın?” der gibiydi.

Deniz Filiz’e bakıyor… Ürkütücü.

Rahmet de ablası üzülmesin diye o an sessiz kalıp gitmeyeceğini söyleyemeyince Deniz yine sinirlendi tabii, Rahmet’i her şeyi eline yüzüne bulaştırmakla suçladı ve üstüne bir de “Git o zaman Rahmet!” diye trip attı. Burada Deniz Çelik aslında kendi dilinde “Gitme” demeye çalışıyordu ama tabii Rahmet hala “Benimle gel gideyim”de olduğu için karşılığı “Niye boş yapıyorsun kızım” oldu… Ne güzel didişiyorlar sıfatlarını sevdiklerim! Galiba bu sahneye biraz daha güleceğim ben. Deniz’in kontrolünü kaybettiği anları çok seviyorum çünkü o da tam bir “control freak” dediklerimizden. İpler onun elinde olsun istiyor, her şeyi kontrol etmese de her şeyin farkında olmak, her şeyi bilmek istiyor. Dolayısıyla sürekli kendini de kontrol ediyor, önceden planlanmış şeyleri söylüyormuş gibi hissediyorum bazen. Mesela bu bölümde Filiz’le olan konuşmasında Filiz’in ona böyle çıkışacağını bildiği için hazırlanıp gelmiş gibiydi.

Ama konu Rahmet olduğunda ve Rahmet’le beraber olduğunda biz Deniz’in kontrolünü kaybettiğini görüyoruz, bu sahne de onun örneklerinden biri gibiydi. Rahmet de ondan farklı değil. Ailenin mükemmel, dahi çocuğu; her hareketi ailesi için derken hep kendini tutmuş, saklamış bir yerlerde ama o içinde sakladığı kişiyi Deniz’e gösterebiliyor. Bu sebeple aralarında dışarıdan “bu ikisi ne alaka ya” denmesine sebep olabilecek başkalarının algılayamadığı bir bağ oluşturabiliyorlar. Derin mesela bir kez olsun şüphelenmedi Rahmet’le Deniz arasında bir şey olabileceğinden. Rahmet’in ona pat diye “Ablanın sevgilisi var mı?” diye sorması gibi kör göze parmak gibi olaylardan sonra bile Rahmet çat çat “Ben ablana aşık oldum” diyene kadar çakamadı durumu. Filiz de bir türlü Rahmet’le Deniz’i aynı kare içine koyamadı, Rahmet “süs bebeği”nin güzelliğine kapıldı, Deniz de salak (?) kardeşini kullanıyor sandı. (Allah aşkına Deniz niye Rahmet’i kullansın? Hayır, Rahmet’i sevmese Elibol Ailesi ve problemleri uğraşılacak dert değil çünkü…) RahDen’i bir tek Tolga anladı ama o da nasıl anladı, çok acayip. Bozuk saat misali işte, günde iki kez doğruyu gösteriyor. Rahmet’le Deniz şahit olunmadığı sürece aynı çerçevede düşünülemeyecek bir ikili, ama bir kere o çerçevenin içinde görüp şahit olduğun zaman aralarındaki zıtlıkların yanındaki uyumu da görebiliyorsun.

Filiz Ali Hoca’yla konuştuğunda Rahmet’in Amerika’ya gitmek istemediğini öğreniyor. Rahmet’le konuşurken ise hemen onun gitmeme sebebinin ailesi olduğunu düşünüyor, Rahmet o güne dek hayatını ailesine adadığı için ve Filiz Rahmet’in aslında kendi hayatı olduğunu göremediği için… Bu aslında hepimizin unuttuğu bir şey. Ailemiz bazen bizim için varlar sanıyoruz, her şeyleri biziz sanıyoruz ama aslında ailenin her bireyinin kendi hayatı var ve istedikleri gibi yaşamakta özgürler. Bazen özellikle anne ve babalar için, bu durumda Filiz için bir abla olarak küçük kardeşinin kendine ait bir hayatının olduğunu görmek daha da zor olabilir çünkü o hala senin küçüğündür, kardeşindir, baktığındır, kolladığındır, senden gizlisi olmayandır. Ama sonra bir bakarsın elinde büyüyen çocuk karşına geçmiş “Ben burs alsam da Amerika’ya gitmeyeceğim çünkü Deniz’i bırakamam!” diyor! Çıldırırsın. Her mantıklı insan gibi Filiz de Rahmet’e “hayatını mahvediyorsun” diyor. Ama aslında Rahmet’i yine en iyi anlayabilmesi gereken kişi Filiz çünkü Rahmet’in de daha sonra dile getirdiği üzere Filiz aşkı için hapis yatmış bir insan. Ama iş biricik kardeşine gelince Filiz bu şekilde düşünemiyor.

Öncelikle Deniz’in dışarıya karşı gösterdiği maskesini gören Filiz bu ikilinin birbirleriyle gönül eğlendirdiğini düşünüyor, işlerin ciddi olmadığını. İşlerin ciddi olması demek Filiz için evlenmek demek ama Rahmet’ten de yok öyle bir şeyi duyunca iyice çıldırıyor haliyle. Hatta daha sonrasında Deniz’den tokat gibi “Benim Rahmet’le bir geleceğim yok, varmış gibi de davranamam” cümlesini duyuyor. Ama işte işlerin ciddi olması için ille de evlilik planlamasına gerek yok, zaten o yaşta normal bir birey evlenmeyi düşünmemeli, ne evlenmesi? Bu bir yana dursun, evlilikle aşk bazen doğru orantıda giden şeyler değiller. Evlilik düşünülmeden de aşk ciddi olabiliyor, o kadar ciddi olabiliyor ki hatta insanın geleceğini etkileyen kararlar almasındaki bir numaralı sebep oluyor. Rahmet’in durumunda da olduğu gibi…

Deniz Filiz’e bakıyor vol. 2…

Rahmet’in aşktan gözünün kör olduğunu, beyninin fonksiyonlarını yitirdiğini, “süs bebeği” Deniz’in Rahmet’e büyü yaptığını düşünen Filiz soluğu Deniz’in yanında alıyor. Deniz’le konuşması tahmin edilebileceği üzere pek de iyi geçmiyor, özellikle Deniz’le Filiz’in birbirlerine bakışlarını gören biri bu konuşmadan hayırlı bir sonuç çıkamayacağını kolaylıkla anlayabilirdi. Filiz önce Deniz’i “neden gitmiyorsun onunla, kardeşim senin yüzünden bu fırsatı kaçırıyor” diye suçluyor sonra da Deniz gitmeyeceğini söyleyince “senin hayatın kolay tabii, bari onu gitmeye ikna et” diyor, Deniz ise gayet olgun bir şekilde Rahmet’in kararlarına karışamayacağını söylüyor. Burayı özellikle çok beğendim çünkü Rahmet’in en nefret ettiği şeylerden biri işine karışılması, ona bir şey dayatılması ama Deniz bunu hiçbir zaman yapmadı. Rahmet’i istemiyorum dediği bir şey için zorlamadı, sınırlarını aşmadı. Yani en azından ilişkileri sırasınca… Hatta Rahmet’i proje yarışmasına sokarken bile başkasının adıyla projeye soktu ki kazandığı zaman eğer isterse bu birinciliği sahiplenebilsin. Şimdi de eğer zorla Rahmet’i “ay ama Rahmet ölümü gör bak” diye göndermeye çalışsaydı, türlü türlü oyunlarla entrikalarla onu Amerika’ya postalasaydı Filiz’in dediği gibi fedakar bir aşık değil saygısız bir sevgili olacaktı. Çünkü aşk bu değil, karşındaki kişiye aşıksın diye onun için en iyisini düşündüğünü iddia edemezsin, istediğin zaman onun sınırlarını aşamazsın. Ancak o sınırlara saygı duyduğun zaman karşındaki kişi o sınırları senin için kaldırır. Dolayısıyla

Deniz’in Filiz’e karşı tutumu bence çok iyi ve Denizlikti. Filiz’e karşı savunma maskesini takmıştı, soğuktu çünkü Filiz’in onunla ilgili düşündüklerini anlamamak için aptal olmak gerekiyor. Her ne kadar Filiz’le konuşurken gayet soğukkanlıysa da o masadan kalkarken bir o kadar sarsılmıştı. Çünkü Deniz üzülüyordu. İçten içe o da Rahmet’le gitmek istiyordu, bütün sorunları arkasında bırakmak… Ama elini kolunu bağlayanlar her neyse ona engel oluyordu. Sürekli bu olayın yüzüne vurulması ise Deniz için acıydı çünkü olabilecekken olamayanlar her zaman daha acı verici olur. Olacakmış gibi yapar, umut verir ama olmaz. Elini uzatsan orada gibidir ama o eli bir türlü uzatamazsın. Ayrıca

Deniz korkuyordu. Çünkü Filiz Rahmet’i Amerika’ya göndermekte kararlıydı. Zaten Rahmet’i gördüğünde de söylediği ilk şey bu oldu. Rahmet’in ablasına ne kadar çok değer verdiğini bildiği için, ailesi söz konusuyken ikinci plana atıldığı için Deniz tabii ki de Filiz’in, üstelik de hamile olduğu yeni öğrenilen Filiz’in, Rahmet’in kararını değiştirmesinden korkuyordu. Her ne kadar Amerika’ya gitmesinin Rahmet’in geleceği açısından daha iyi olacağını bilse de aşkın bencil bir yanı vardır, Deniz tabii ki de Rahmet’in gitmesini istemiyor. Ama öte yandan da Rahmet’in gitmeme nedeninin Deniz olması da Deniz için taşıması bir hayli ağır bir yük. İnsan kendi kendini suçlamadan edemez, dolayısıyla Deniz Rahmet’e “Ben senin nedenin olmak istemiyorum” diyor. Deniz elinden geleni yapıyor aslında Rahmet için Filiz bunu her ne kadar bilmese de… Ama Rahmet’in kendi hayatı, kendi seçimi. Hepimiz kendi hikayemizi yazarız ve sonuçlarına da katlanırız.

Rahmet ise Deniz’den neden onunla gelemeyeceğini öğrenmek istiyor. Deniz’le beraber olmayı kabul ederken bile bile lades dediği sır ona iyice yük olmaya başlıyor. Çünkü bir gün seni terk edeceğinden emin olduğun birini sevmek, üstelik o şu an karşındayken, senin o sırra erişimin varken ama bir türlü ulaşıp bir şey yapamıyorken çok zor ve çok yorucu bir süreç. Bilinmeyen Rahmet’i çok korkutuyor ve zaman zaman da paranoyak hale getiriyor. Kaçınılmazı bekliyor bugün mü, yarın mı, gelecek hafta mı gidecek diye… Bir yandan da içinden bir umut bağırıp duruyor: “Hala yanında! Hala değiştirebilirsin!” O yüzden Rahmet defalarca Deniz’e soruyor bu sırrı ama o da Deniz’in gösterdiği saygıyı gösterip Deniz’den gizli bu sırrı kurcalamaya kalkmıyor. Yine de Rahmet’in de bir sınırı var, “bana anlatmak istemiyor” diye düşünüp saygı göstermek bir yere kadar ama kaybetme korkusu daha ağır basınca bu konuyu daha da irdeleyecektir diye düşünüyorum. Rahmet bu sefer sır meselesini Deniz’e karşı dile getirirken çok yanlış kelime seçimlerinde bulunuyor: “Seni ablama savunabilmem için bir nedene ihtiyacım var”. Deniz biraz yumuşasa da bundan sonrasında yine duvarlarını örüyor ve “Bunun için bir nedene ihtiyacın varsa Rahmet, hiç durma. Ablanın dediği gibi git. Ben senin kararlarının nedeni olamam.” diyor. Çünkü bu konunun Deniz’in sırrıyla bir alakası yok bir yerde.

Deniz’i ablasına savunmak için tek bir cümle yeter: “Ben onu seviyorum, o da beni seviyor.” Filiz Barış’ı hırsız ve yalancı olmasına rağmen, korkunç bir aileye sahip olmasına rağmen sevdi, değil mi? Bu durumda Barış’ın savunulacak bir yanı olmaması gerekiyor, seviyorlar birbirlerini işte; daha ne diye ama aslında iyi çocuk ya diye savunmaya ihtiyaç duysun ki? Deniz de aynı şekilde “kötü bir sırrı var ama iyi kız ya” diye savunulmaya ihtiyacı yok. En azından bu konuda. Öte yandan Rahmet’in içine düştüğü durum gerçekten insanı delirtir ve biz izleyiciler olarak Rahmet’i çok iyi anlıyoruz. Çünkü Deniz’in bölümlerdir çıkmayan sır mevzusu hafiften hepimizi delirtmiş durumda. İçimiz sıkıldı çünkü sırrı bilmediğimiz için bu bilinmeyenle karakterleri anlamaya çalışıyoruz. Bu da zor oluyor. Eksik bir soruyu çözmek gibi yani, veride eksik bilgi var ve biz hiçbir yere ulaşamıyoruz; bir noktada takılıyoruz. Rahmet’i hemen harcayabilirim, o öğrenmesin ama artık biz öğrensek olmaz mı? Umarım bu sır mevzusu bizi hayal kırıklığına uğratacak kadar basit çıkmaz diye diliyorum. Artık hiçbir tahminim de kalmadı.

Rahmet ve Filiz arasındaki bu Amerika konusu da kolay kolay kapanmıyor, eve gittiklerinde de devam ediyor. Filiz hala Rahmet’e sinirli ama bu sefer Rahmet de kendini olabilecek en sakin şekilde savunuyor. Kendini ve Deniz’i tabii… Öncelikle ona aşk için böylesine fedakarlık yapmaması gerektiğini söyleyen kişinin zamanında Barış için hapiste yattığını hatırlatmakta gecikmiyor. Sonrasında da şu an aşkı için ölü olan Barış da Rahmet’e hak vermek zorunda kalıyor çünkü durumları üç aşağı beş yukarı Rahmet’le aynı, hatta Barış’ınki daha da fena. Adam öldü, dahası var mı yani? Ama Rahmet’in İstanbul’da kalıp hem Deniz’le hem de ailesiyle birlikte kariyerine devam etme şansı var. Dolayısıyla Filiz kardeşinden önce ölü kocası ve sigorta borcuyla ilgilense daha iyi olabilir. Öte yandan, ablasıyla Rahmet arasındaki bu çatışma Rahmet’in en sonunda kendini açık açık ifade etmesine neden oluyor. Hademe olduğunu saklamasından sonra Filiz’den çok ağır bir tepki alan Rahmet’in yıkıldığını izlemiştik zaten, sonrasında barışmış olsalar da Rahmet’in de yaşadıklarından öğrendiği bir şeyler var. Rahmet Elibol Ailesi’nin umudu olmak zorunda değil.

Diğer kardeşleri istedikleri haltı yerken Rahmet onların yaptığının yarısını yapsa günah keçisi oluyor çünkü o dahi, çünkü o Filiz’e emeğinin karşılığını verecek, çünkü o Filiz’in olamadığı her şey olacak. Filiz’in Rahmet’le ilgili büyük umutları var ama bu büyük umutların Rahmet’in gerçek hayalleriyle kesişip kesişmediğini pek de sorgulamadı. Rahmet de en sonunda bunu Filiz’e karşı dile getirmeyi başardı. Ablası “Sen bizim umudumuzsun. Bak böyle bir evden çıkıp koca adam olacaksın, sen Amerikalarda okuyacaksın.” dediğinde Rahmet en sonunda “Abla ben sizi kurtarmak zorunda değilim. Benim de kendime göre bir hayatım var ya.” demeyi başarıyor. Demek ki Rahmet kendine göre kurduğu hayatında ablasının ona çizdiği rolü göremiyor. Mesela Rahmet ileride paraya para demeyen ünlü bir profesör olsa, dünyanın öbür ucunda yaşasa Filiz gururlanacak, çok mutlu olacak ve Rahmet de ailesini kurtarmış olacak. Öte yandan, bu Rahmet’in mutlu olacağı anlamına geliyor mu? Belki Rahmet küçük dünyasında mutludur? Herkese nasip olmayacak bir ailesi var iyisiyle kötüsüyle, şu an da yine herkese nasip olmayacak bir aşk yaşıyor. Ama akademik kariyer herhangi inek bir insana nasip olabilecek bir şey, insanın kendi elinde olan bir şey. Burada önemli olan şey asıl Rahmet’in ne istediği… Bazen en mantıklı karar en büyük mutluluğu doğurmuyor bizim için. Rahmet’i gerçekten tek başına Amerika’da hayal etmesi çok zor, bütün gün dil öğrenecek, para kazanacak ve çalışacak. Nerede Rahmet’in denkleminin geri kalanları? Nerede aile, nerede aşk? Bu yaşına kadar ailesi için yaşamış bir adamı tek başına Amerika’ya gönderirseniz tabii ki de depresyona girer, bu hesap etmesi çok da güç bir şey değil.

Öte yandan eğer Deniz’le gidebilmiş olsaydı bu Rahmet için yeni bir sayfa, temiz bir başlangıç olurdu. Bazen tek bir insanın varlığı hayat dengemizi değiştirebiliyor. Kimse tanımadığı, dilini bilmediği bir yerde tek başına olmak istemez. Ama böyle bir yerde sevdiğin kişiyle birlikte yaşamak, zorluklarla onunla birlikte savaşmak, sıfırdan başlamak belki de dünyanın en güzel hayalidir. Hem de sevdiğin işi yapacaksın, bir süre sonra ailene yardım gönderebileceğin maddi imkanın olacak… Bunu kim istemez? Ama aşk ve aile sevgisi akademik kariyer ve parayla takas edilebilecek şeyler değil bence. Deniz’in de dediği gibi, değerli olan vaktimiz… Ve bu vakti nasıl geçirdiğimiz. İnsan sevmedikten ve sevilmedikten, bunu hissetmedikten sonra bazı şeylerin anlamı yokmuş gibi geliyor bana. Böyle olunca da mantıklı bir fırsat buz gibi bir demir kafese dönüşebiliyor bazen… Kalbin üşüdüğü zaman aklın rahata ermesi pek bir şey ifade etmiyor. Hayatı çok ciddi yaşıyoruz, mantığımızı önümüze katıp bizim için en mantıklı yolu seçmeye çalışıyoruz. Ama hayatı ciddi yaşamak değil, hayatı ciddiye almak gerekiyor. Çünkü hayat bir tane, ikinci şans olmayacak ve nasıl yaşayacağımızsa sadece bizi ilgilendirir. Hayatı bize maksimum mutluluğu getirecek şekilde yaşamaya çalışıyoruz, bazen yanlış hesaplar yapsak da bu hepimizin hayat yolunu değiştiriyor. Demek ki Rahmet de kendi hayatını böyle yaşamak istiyor, demek ki onu mutlu eden bu… Filiz de umudu ve mutluluğu kendi kardeşinin başarısında aramaktansa kendi içine dönse iyi eder belki de.

Ebeveynlerin en büyük sorunlarından biridir kendi yapamadıklarını ve yapamayacaklarını düşündüklerini çocuklarına yaptırmaya çalışmak ve kendileriyle duyamadıkları gururu onlarla duymak istemek. Ama Filiz için pek de geç sayılmaz. Kendi hayatını yaşamak için çok da geç değil. Kardeşini anlayabilmesi içinse ilk önce Rahmet’le Deniz’in paylaştıklarının aşk olduğunu görebilmesi gerekiyor, işi “fedakarlık yapılacak kız”a, “süs bebeği”ne, “sevimsiz”e indirgememesi gerekiyor. Kendisinin Barış’la yaşadığı aşkın büyüklüğü ona Rahmet’le Deniz’in aşkını küçümseme hakkını vermiyor, aksine keşke sormayı denese kardeşine neden ve nasıl bu kadar aşık olmuş Deniz’e diye…

Şu mutluluğa bak, şapşallar…

Rahmet ablasıyla kavga ettikten sonra deniz kenarına gidip Deniz’le buluşuyor. Soğuk havada birbirlerine sarılarak ısınıyorlar. Rahmet Deniz’e öyle bir bakıyor ki sanki bütün gün boyunca yaşadığı stresin, ablasıyla kavgasının, Deniz’in sırrını bir önemi kalmıyor. Öyle bir bakıyor ki sanki içinden “Senin için, bizim için her şeye değer…” diye geçiriyor. İçinden geçirdiklerini Deniz’e de dillendiriyor: “Deniz, seni çok seviyorum!” Deniz “Biliyorum.” dese de Rahmet’in neden bir anda böyle aşka geldiğine bir anlam veremiyor. Zaten ikisi de dengesiz olduğu için bir anları bir anlarını tutmuyor ki… Rahmet aynı günün sabahı Deniz’e “Boş yapma” diyordu, gecesinde “Seni seviyorum”. Deniz ise aynı günün sabahı oldukça sinirli ve tripliydi ama günün akşamı sanki muhteşem bir gün yaşamışlar, hiçbir problemleri yokmuş gibi huzurlu ve mutluydu Rahmet’in yanında. Hatta o kadar sırıtık ve mutlulardı ki “İki insan neden yan yana, kol kola, beraber yürüyor diye bu kadar mutlu olur? Alt tarafı sahil kenarında yürüyorsunuz!” dedim. Ama galiba önemli olan da bu. Küçücük bir şeyi bile iki kişi yapmak nasıl keyifli hale getiriyorsa hayat için de bu geçerli…

Bu Amerika işi bitti mi, Filiz kurcalamaya devam edecek mi, Deniz zaten olması gerektiği gibi bu işle ilgili Rahmet’in kararlarına karışmama tutumunu sürdürecek mi bilemiyorum. Ama iki şeyden eminim. Birincisi, Rahmet’in belki de ilk defa ailesinden bağımsız kendi hayatını düşünüp kendi kararlarını vermeye cesaret edebilmeyi başardı. Ben artık karşımda kendi hayatını yaşamaktan korkan, hatta kendinde bu hakkı görmeyen Rahmet’i görmüyorum; bu da onun ne kadar aşama kaydettiğini gösterir. İkincisi de şu ki, galiba Filiz ve Deniz arasındaki bu çatışma devam edecek çünkü Filiz gerçek Deniz’i tanıyıp, kardeşini ne kadar sevdiğinden emin olana kadar onun “kardeşimin Amerika’ya gidip hayatını kurtarmasına engel olan, babası Barış’ın pislik babasıyla kirli işler çeviren süs bebeği sevimsiz kız” olduğunu düşünecek. Bu süre zarfında Rahmet’e sabırlar dilemekle beraber ben bu çatışmayı gayet bencilce merakla bekliyorum. Uğraşınlar dursunlar bakalım… Haftaya sevdiğimiz, keyifli sahnelerde görüşmek dileğiyle…