tds_thumb_td_300x0
Bizim Hikaye 57. Bölüm RahDen: “İnsan aşık olduğu birine ancak böyle bakar”

Bu hafta Bizim Hikaye’de Sevgililer Günü fırtınası esti. Yayınlanan bölümün de tam olarak 14 Şubat’a denk gelmesi güzel bir tesadüf oldu. Yeni yıla bile kapitalist sisteme baş kaldırıp girmeyi reddetmelerine rağmen “Sevgi neydi? Sevgi emekti.” diyen karakterlerimiz bu bölüm Sevgililer Günü için bir ayrıcalık yaptı. Çok da iyi oldu bence, önceki haftalarla karşılaştırıldığında gayet keyifli bir bölüm izlemiş olduk. Bu Sevgililer Günü furyasından her ne kadar geçen hafta onları küs bırakmış olsak da Rahmet’le Deniz de nasiplerini aldılar.

Bölümün ilk RahDen sahnesinde Deniz Rahmet’e soğuk davranmayı sürdürüyordu ama birazcık daha yumuşadığı her halinden belliydi. Rahmet de elinde beyaz peçete sallayarak onun yanına gitti. İlk görüşte Deniz’i halaya davet ediyor gibi bir yanılgı olsa da asıl amacı ateşkes için beyaz bayrak sallamaktı. İlişkilerindeki düzenli savaş-barış, kazanmak-kaybetmek temalarına güzel bir vurguydu. Zaten Rahmet’le Deniz ilişkilerini bir orta noktadan yaşayamıyorlar. Ya didişip kavga ediyorlar, ya da sürekli yan yana olup aşkın dibine vuruyorlar. Rahmet’in barışma teklifine ve “Ben seni çok özledim de.” itirafına Deniz çözmesi gereken bir soru olup olmadığıyla ilgili laf sokarak cevap veriyor. Kafası genel olarak biraz daha rahatlamış olan Rahmet bu sefer Deniz’le gayet özgüvenli, rahatça konuşuyor. Suratında da “Ya sen bana kıyamazsın, dayanamazsın!” diye okunan muzır bir ifade var. Oraya sadece bunu belirtmek için gelmiş, şapşal. Tabii Deniz hemen yumuşayacak değil, bir hocayla otururken görülmek istemediğini belirtiyor Rahmet’e. Vakti zamanında da bir hademeyle konuşurken görülmem istemiyordu, bir hademeyle sevgili olduğunun duyulmasındansa okuldan atılmayı tercih ediyordu; dolayısıyla Rahmet alışkın olduğundan hiç bozuntuya vermeden kalkıp gidiyor. Gitmeden önce de akşam babasıyla tanışacağını söylüyor Deniz’e. Bir an Rahmet sadece Derin’le iş çevirip Deniz’e babasıyla tanıştığını söylemeyecek diye korkmuştum çünkü bu Deniz’de ters bir tepki yaratabilirdi. Ama öyle olmadı, Deniz bayağı bir şaşırsa da bir şey demedi. Ben ondan daha farklı bir tepki beklemiştim ama Deniz’in şaşkın ama umursamaz tavrı bana hoşuna bile gitti diye düşündürdü. Rahmet Deniz’in yanından ayrılmadan yine cool cool “Derse geç kalma, yok yazarım.” demeyi de ihmal etmedi; e yani madem Deniz onun bir hoca olmasının altını çiziyor… Keşke bu ikiliyi beraber derste de görebilsek, nasıl bir iletişimleri oluyor çok merak ediyorum doğrusu. Tuhaf anlar da ortaya çıkabilir tabii, sonuçta her ne kadar Deniz bir hocayla otururken görülmek istemese de o okulda Deniz’le Rahmet’in beraber olduğunu anlamayan biri kaldığını sanmıyorum ben.

Rahmet’in Deniz’in babasıyla Derin’le beraber tanışması bayağı bir tuhaftı ama hem Deniz’le Rahmet’in arasının soğuk olması, hem de Rahmet’in ailesi konusunda fazla hassas olan Deniz’e böyle bıçak sırtı olan bir durumu anlatıp beni babanla tanıştır demesi çok daha tuhaf kaçardı. Gönül isterdi ki Rahmet Deniz’in babasıyla sadece Deniz için tanışsın ama eğriye eğri, doğruya doğru kim sevgilisinin ailesiyle kendi hür iradesiyle tanışmak ister ki? Rahmet de istemeyecekti doğal olarak, Barış’ın durumu arada bir köprü görevi görerek Rahmet’le Tevfik’in tanışmasına vesile oldu. Zaten onunla ilgili duyduğu onca şeyden sonra Rahmet’in Deniz’in babasını merak etmesi çok doğaldı. Bir de eve gelince “Deniz daha önce hiçbir erkek arkadaşını babasıyla tanıştırmadı mı?” diye salak salak sevindirik olup kendini Deniz’in hayatında farklı bir yere koymak istemesi çok tatlıydı. Derin “Seni de Deniz tanıştırmıyor ki, sen kendi kendini tanıştırıyorsun.” deyince biraz bozuldu ama yazık. Rahmet’le Deniz’in babası tanışınca da Deniz’den bahsettikleri için bu kısım çok da rahatsız edici bir boyuta ulaşmadı benim için.

Deniz’in babası Rahmet’e düşündüğümden daha ılımlı yaklaştı, Derin babasına Rahmet’i “Ay baba, valla çok dahi bu çocuk; bu yaşta asistan oldu okulda biraz da benim sayemde, canım ben ne iyi bir insanım! Neyse, büyüyünce profesör olacak, bana kitabını ithaf edecek!” diye anlattığından olabilir. Dolayısıyla Deniz’in hayatında ilk defa doğru düzgün biriyle arkadaşlık ettiğini düşünen Tevfik Çelik daha olumlu yaklaşıp mutlu olmuştur ama nereden bilsin Rahmet Elibol’un arızanın önde gideni olduğunu! Zamanla öğrenecektir zaten. Rahmet’inse Deniz’in babasına yürek yiyip “Ben Deniz’i çok seviyorum, onun için her şeyden vazgeçerim.” demesi de çok iyiydi. Tevfik ise rahat rahat “Bu yaşta olur böyle şeyler.” deyip geçiştirdi ama Deniz’le Rahmet’in ilişkisinin gerçek boyutunu gördüğünde ve tabii Elibol Ailesi’nin Servet’le ve Nihal’le bağlantısını çözdüğünde bu kadar rahat olabileceğini sanmıyorum ben.

Rahmet eski sevgilisi sayesinde onun ablası olan sevgilisinin babasıyla tanışıp ajanlık yapadursun, bu sırada Deniz ise eski sevgilisiyle beraber sevgilisine Sevgililer Günü sürprizi hazırlamakla meşguldü ve bu tuhaf dörtlünün en bedbaht üyeleri olan Tolga ve Derin Sevgililer Günü’nü dörtlü olarak kutlayabileceklerini sanıyorlardı, neyse en azından Tolga sanıyormuş gibi yapıyordu da Derin’e ne oluyor onu çözemedim ben. Her neyse, Ali Hoca Rahmet’e soruyu çözdüğü için Amerika’yla ödüllendirildiğini söyledikten hemen sonra Rahmet Deniz’e haber vermeye gidiyor. Tabii ki de bu Amerika haberi Rahmet’i çok mutlu ediyor, kimi etmez ki? Rahmet artık yavaş yavaş zekasının, emeğinin ve başarısının karşılığını almaya başlıyor; yavaş yavaş şeytanın bacağını kırıyor. Ama karşılığını aldığı tek şey zekası da değil, sevgisi de aynı zamanda… Amerika’da öğrenim görebileceğini, hayatının tamamen değişebileceğini duyduktan sonra aklına gelen ilk isim Deniz. Bir an bile olsun araları bozuk olmasına rağmen Deniz olmadan gidebileceğini düşünmüyor. Hemen onun yanına gidip “Benimle Amerika’ya gelir misin?” diye soruyor.  Deniz afallıyor haliyle, ne Amerika’sı diye… Rahmet Deniz’e durumu anlatıyor ve “Ali Hoca beni Amerika’ya göndermek istiyor. Ben de senin vereceğin cevaba göre ya gideceğim, ya gitmeyeceğim.” diyor. “Ben sensiz hiçbir yere gitmem.” diyor; bunun Rahmet için bir ortası yok.

Deniz ise bu her ne kadar güzel bir hayal olursa olsun hem kendine, hem de Rahmet’e hala nedenini bilmesek de bir gün ayrılmak zorunda olduklarını, Rahmet’in onun için bu fırsatı kaçırmaması ve gitmesi gerektiğini anlatıyor. “Biz de şimdi ayrılırız o zaman.” diyor ama bunu dile getirmek Rahmet’ten çok kendi kalbini kırıyor. Zaten Rahmet’in gitme ihtimalini duyduktan sonra afallayıveriyor, gözleri doluyor. Onun senaryolarında giden taraf hep kendisiydi çünkü, hiç Rahmet’in arkasından bakmak zorunda kalabileceğini düşünmemişti. Rahmet’in önüne gelen fırsatla Deniz kendinden fedakarlık yaptığını düşünerek ayrılığı öne çekiyor, oysaki onlar için tek bir gün bile çok değerli.  Aşkı kendine yakıştırmayan, “Aşık olduğu insanları eninde sonunda yalnız bırakacak insanlara yakışmaz…” diyen Deniz Rahmet’in denkleminden hemen kendini çıkarıveriyor. Ama Rahmet için böyle bir şey söz konusu bile değil. Anın heyecanıyla ve sonunda şansının dönmesinin verdiği mutlulukla Deniz’e yeni bir hayata başlamayı teklif ediyor, içinde sadece ikisinin olduğu… Ailesini bile düşünmüyor bu noktada. Ayrılacakları gerçeğini o kadar sevmiyor ki bu gerçek yokmuş gibi, sanki başına gelen bu mucize bunu değiştirebilirmiş gibi davranıyor. Deniz’in ona bunu tekrar hatırlatmasıyla da yıkılıyor haliyle. Deniz ağlayarak sınıftan çıkıp giderken Rahmet yine çöküyor, kim bilir o an aklından ışık hızıyla hangi düşünceler geçiyor… Aynı gün içinde başarısının karşılığını alan Rahmet, sevgisinin karşılığını alamadığını düşünüyor belki de o an… “Ayrılmak onun için bu kadar kolay mı?” diyor. Tabii Deniz’in yanından ağlayarak gittiğini bilmiyor. Zaten aralarının da bozuk olmasının üstüne bunlar yaşanınca her şey üst üste geliyor.

Neyse ki Rahmet’i ilginç bir şekilde çok seven Tolga RahDen’in yardımına yetişiyor. Birazcık da saf bir arkadaşımız olduğu için anında Deniz’in Sevgililer Günü sürprizini açık ediveriyor. Bunu duyan Rahmet’in aklından ışık hızıyla negatif düşünceler gidiveriyor tabii. Kendisi öküzlük üstüne öküzlük yapmasına, üstüne üstlük bir de “Bugün mü Sevgililer Günü?” diye sormasına rağmen meğerse Deniz ona bir sürpriz hazırlıyormuş! Ve kızgınlığı geçmiş olmasına rağmen vakit kazanabilmek ve sürprizi daha iyi yapabilmek için Rahmet’e soğuk davranıyormuş. Deniz’le elişi kağıdından sayı kesmekten yorulan Tolga’nın ağzından kaçırdığı sürpriz Rahmet için kendine gel uyarısı oluyor.

Rahmet önce evine gitmekte olan Çiçek ve çocukları durduruyor. Her ne kadar Çiçek’in kalbi herkes plan yapmış, sözde benim de sevdiğim var diye kırılsa da gelin hanıma selam söylemeyi ihmal etmiyor. (Neyse canım, o da günün sonunda evlenme teklifi aldı… Her ne kadar yüzüğü yutarak da olsa…) Sonra da Rahmet koştura koştura Deniz’in yanına gidiyor. Deniz de bu sırada kendine gelmiş tabii herkesin önünde ağlayacak değil, yine Tolga ve Derin’le kafeteryada oturuyor. Rahmet yine koştur koştur geliyor, Deniz’i gelmesi için çağırıyor. Deniz “Sen de buna iyi alışkanlık haline getirdin.” dese de Rahmet’in Amerika’ya gitme ihtimalini duyduktan sonra korktuğu ve üzüldüğü için daha yumuşak davranıp Rahmet’le beraber gidiyor. Rahmet ise hocaların önünde beraber sınav kağıdı çaldıkları için Deniz’i ve kendini kurtarmak için “Deniz benim sevgilim!” dediği soruşturma sahnesinden sonraki en büyük şovuna imza atıp Ali Hoca’yla o meşhur hanım kızı tanıştırıyor, Amerika’ya gitmeyeceğini söylüyor, Deniz’in elinden tutuyor ve “Hocam, ben Deniz’i çok seviyorum. Bunu artık siz de çok iyi biliyorsunuz. Eğer benimle gelmeyi kabul etseydi ben gitmeyi çok istiyordum. Ama etmedi. Üstelik kendisi bir gün bırakacakmış beni, o ne zaman olacak bilmediğim için o geri kalan zamanı da ben Denizsiz geçirmek istemiyorum, hocam.” diyor.

Üzgün 🙁

Ali Hoca büyük hayal kırıklığına uğrayıp Rahmet’e “Sen bir geri zekalısın” bakışları atarken, benim aklım “Biz yurtdışına gitmek için neler yapıyoruz, beyimizdeki lükse bak…” derken kalbim “Ay ay ay, Deniz’in onu terk edeceğini bilerek, buna rağmen ‘nasıl olsa ayrılacaktık ben gideyim bari’ demiyor ama başka bir taraftan bakıp ‘zaten zamanımız az, hepsini Deniz’le geçireceğim’ diyor!” diye pıt pıt atıyordu. Deniz de “Rahmet saçmalama” dese de o an en az benim kadar etkilendiğine eminim, gözleri dolu dolu olmuştu onun da. Ya seninle giderim, ya da hiç gitmem; diyor Rahmet ve birinin sırf onunla biraz daha çok beraber olabilmek için kendinden bu kadar fedakarlık yapması Deniz için çok yeni bir şey, hatta belki de bir ilk… Ve aynı zamanda Deniz de Rahmet için kendi hayatından fedakarlık yapmaya hazır. Zaten Rahmet’e ne demişti? “Ben seninle kaybetmeye de paramparça olmaya da hazırım. Sen de hazır mısın?” Demek ki Rahmet de hazırmış.

“Sanmıyorum ama hayatta başarılar.”

Geçen gün bir şeyler okurken Mevlana Celaleddin Rumi’nin bir sözüyle karşılaştım, bana hemen tabii bu bölümden sonra okuduğum için Rahmet’le Deniz’i çağrıştırdı. Maalesef sözün orijinalini bulamadım, elimde yalnızca İngilizcesi var ama yine de paylaşmak istiyorum:

For when the flames of love arise,

Then self, the gloomy tyrant, dies.

Yani bir insan ancak aşık olduğunda kendisini bir kenara bırakıp sadece bir başkasını düşünebilir. Sonuçta insanların en basit mekanizması hayatta kalmak üzerine kurulu ve bunun için ne gerekiyorsa yapmaya çalışıyoruz. Mağaradaki atalarımız avlanırdı, ot, böcek toplar yerdi, vahşi hayvanlarla dövüşürdü; sonra dünya düzeni değişti, doğaya hükmedince artık yeni düşmanlar insanlara karşı insanlar oldu; para var olan düzenin temel maddesi haline geldi, yüzlerce insan uğruna öldü, yüzlercesi uğruna hayatını mahvetti, hayatını değiştirdi. Ama sadece aşk ve sevgi hayatın bu sert kurallarını ve demirden kafesini yıkmayı başarabildi. Örneğin, bilmeyen yoktur Homeros’un İlyada’sında Truva Savaşı Paris’le Helen’in aşkı yüzünden çıkar. Yani, sözde. Ama büyük ihtimalle gerçekte yaşanmış olan ekonomik çıkarlar sebebiyle çıkan bir çatışmadır ve eğer gerçekten yaşamışlarsa Helen’le Paris sadece bir bahane olmuştur. Ama bugün Truva Savaşı’ndan bahsederken biz asla ekonomik sorunları umursamayız, anlatılan aşk daha önemlidir. O kadar ki İlyada’nın sonunda Helen’in kocası Menelaos’a döndüğünü pek fazla kişi bilmez veya önemsemez. Hayat döngüsünü bozan ve belki de güzelleştiren tek şeydir aşk, hesap kitap kabul etmez, içine ne parayı alır, ne savaşı, ne diğer can sıkıcı sıradan hayat sıkıntılarını… Böylece insan kendi bencilliğini unutur ve kendiyle sevdiğini iki kişilik bencillik baloncuğuyla sarıp sarmalar. İşte bu yüzden ki Deniz Rahmet’e “Delirdin mi?” diye sorduğunda Rahmet’in cevabı “Yoo, delirmedim. Ne yapayım Deniz, aşık oldum.” oluyor. Yoo, delirmedi. Aşık oldu. Ve belki de bu deliliğe eş değerdi ya da tam tersi bir insanın hayatının en farkında olduğu döneme…

Ağlayacaklar aşklarından birazdan…

Rahmet Deniz’e Tolga’nın yumurtladığı sürprizden bahsedince Rahmet’le Deniz bölümler sonra sonunda beraber aşk yuvalarına gidiyorlar ve böyle Amerika konusu da şüpheli bir şekilde çabuk kapanıyor. Ama Deniz bu işin ucunu bırakır mı, bilemiyorum. Yine de Rahmet son sözü söylemiş gibi görünüyor ve işlerine karışılmasından da pek hoşlanmıyor. Bakalım, bu kısım nereye bağlanacak izleyip göreceğiz.

Deniz Rahmet’e evlerinde küçük çaplı bir sürpriz hazırlamış. Masanın üzerinde mumlar, şarap kadehleri, peynir ve çerez tabağı, ha tabii bir de elişi kağıtlarından kesilmiş sayılar ve semboller! Rahmet sırıta sırıta sayılara bakarken “Bu ne Deniz, çocuk gibi!” diyor ama günlerdir kızın beynini soru da soru diye yemeyi biliyor! Deniz de bu soru yüzünden onu boşladığı için Rahmet’e çok kızmış olsa da yine de Rahmet’in vazgeçilmezlerinden birinin matematik olduğunu bildiği için masa süsleme konusunda sayıları kullanıyor. Zaten Rahmet yaptığı şovla tabii ki de Deniz’i matematiğe tercih edeceğini kanıtladığına göre bu soru gerginliğinin de kapandığını düşünüyorum.

Deniz masayı süsledikten kendisi de boş durmamış tabii ki, o da süslenmiş. Rahmet Sevgililer Günü unutmuş bir şekilde paspal paspal dolanadursun kızımız hazırlanmış. Rahmet’in Deniz’i böyle görünce dibi düşüyor, bir de ne zamandır küsler bir özlem de var haliyle; hipnotize olmuş bir şekilde “Çok güzelsin.” diyor Deniz’e. Bu kısımdan sonra Rahmet’in konuşmayı bir türlü beceremeyecek kadar ağzının açık kaldığı kısımlara geçiyoruz. Rahmet gibi ışık hızında konuşan, çenesi düşük bir insan için bile kelimeler kifayetsiz kalabiliyormuş bazen.

Deniz yaptığı sürpriz yetmemiş gibi bir de Rahmet’e hediye hazırlamış. Rahmet tabii iyice yerin dibine giriyor, hani yediği haltlar ve saçmalaması yetmemiş, üstüne gitmiş Sevgililer Gününü unutmuş ve hediye almamış. Ama Deniz asla işin bu kısmında değil. Biz bile yeri geldiğinde çok duygusal olan bu çocuk niye bu derece odun da olabiliyor diye sorgularken Deniz “Aslında sen de bana hediye aldın.” diyor… Çünkü hediye paketinin içinden Rahmet’in Deniz’e “tutkulu, öfkeli, hayran” baktığı (“İnsan aşık olduğu birine ancak böyle bakar.”) fotoğraf çıkıyor. Rahmet fotoğrafı görünce şok oluyor tabii çünkü o fotoğrafı en son Deniz görmesin, ona baktığı anlaşılmasın diye çalıp pantolonunun cebine sıkıştırmıştı. Biz de bu fotoğrafın peşine düşmüştük acaba Deniz bu fotoğrafı ne zaman görecek diye. Çünkü o fotoğraf sahnesi bence RahDen’in temelini oluşturulduğu sahne ve o an Rahmet’le Deniz için olduğu kadar bizim için de değerliydi. Deniz ise bu fotoğrafı görmekle kalmamış, üstüne bir de bunu Rahmet’e sürpriz yapmak için kullanmış. Gerçekten Deniz’i Rahmet de biz de hafife almışız, kızın her yerde gözü var resmen. Peki acaba Deniz bu fotoğrafı nereden buldu? Bununla ilgili kafamda üç ayrı teori ürettim, bence üçü de birbirinden güzel ve hangisinin olmasını istediğimi seçemedim. Bu teoriler şöyle:

  1. Deniz Elibolların evine gittiği iki seferden birinde fotoğrafı Rahmet’in odasında bulup duygulanıp aldı.
  2. Rahmet fotoğrafı yanında taşıyordu ve o yüzden fotoğraf aşk yuvalarındaydı. O dağınıklığın arasında kendi eşyalarını ararken Deniz fotoğrafı buldu.
  3. Rahmet yine ya öküzlük yapıp fotoğrafı banyo ettikten sonra buruşturup çöpe attı ya da düşürdü. Sonrasında da Deniz fotoğrafı bulup sakladı.

Her neyse, bütün bu ihtimallerin arasında Deniz’in o fotoğrafı bulup sakladığı sonrasında da Rahmet’e hediye ettiği bir gerçek çünkü Rahmet’in ona hep öyle bakmasını istiyor. Tutkulu, öfkeli, hayran; yani aşık… Rahmet ise şaşkın şaşkın gülümseyerek bir fotoğrafa, bir de Deniz’e bakıyor. O fotoğraftan bu yana biz nasıl bu hale geldik dercesine… Gerçekten nereden nereye, insan düşündükçe duygulanıyor. Deniz Rahmet’e “Bana hep böyle bak olur mu?” derken kendisinin de Rahmet’e ne kadar güzel baktığının farkında değil. Rahmet de “Olur.” diyor, ki aksi zaten onun için mümkün değil. Deniz’e öyle güzel bakmamayı denediği çok zaman oldu ama hiç başaramadı, bundan sonra da bunu başarmaya uğraşmaz bile. İşte aşk böyle bir şey…  İnsanı kendiyle çeliştirir, kendini kaybettirir, sonra da bu sefer bir başkasının elini tutarak insana kendini tekrar buldurur.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Korunan İçerik!