tds_thumb_td_300x0
Bizim Hikaye 54. Bölüm RahDen: Sevdikçe Kendini Tanımak

Bu bir aylık ara sonrasında çok şükür sevdiğimiz dizilerimize, karakterlerimize ve çiftlerimize kavuştuk! Ama tabii ki de biz o bir ayı uzun uzun yaşarken sevdiğimiz karakterlerin hayatında pek bir değişiklik olmadı. Hayali evrende zaman bir süreliğine durdu. Rahmet’le Deniz’i ise biz bir ay önce Ali Hoca’nın verdiği gizemli soruda bırakmıştık. Bu bölümde de Rahmet’in odak noktası o soruydu. Soruyu bir türlü çözemeyen Rahmet kafayı yeme derecesine gelmişti çünkü nasıl olur da o matematiğin dilinden anlayamaz? Deniz ise Rahmet’in cebelleştiği sorudan habersiz onu akşama kadar okulda beklemişti. Normalde okula gelmeyen Deniz artık Rahmet için okula geliyor artı bir de herkes gitmesine rağmen onu bekliyor. (Gerçi ara sıra o da derse girse de biz de bu kız neden Sanat Tarihi okumayı tercih etti diye öğrensek…) Deniz tatlı tatlı, aşkımlı Rahmet’le konuşuyor ama tabii Rahmet’te kafa kalmamış… Kızı o saate kadar bir “bulmaca” için bekletmesi ve haber vermemesi yetmiyormuş gibi bir de “Sen git o zaman, ben sonra gelirim” diye onu başından savmaya çalışıyor. Deniz Rahmet için ikinci plana atılmaya alışkın olmadığından hemen tepki veriyor haliyle: “Bu söylediğine çok pişman olacaksın, Rahmet Elibol!” deyip gidiyor Deniz. Rahmet de hemen “Ben ne yaptım ya?” diye düşünüyor. Soruyu çözemediği için Deniz’i kırdığını ve bir soru için kendi hayatını askıya aldığını fark edemiyor. 

Burada Deniz’in tepkisi Rahmet’in onunla değil soruyla ilgilenmesi değil. Zaten anladığımız kadarıyla Deniz bu konuda çok da anlayışlı davranıyor ona. Deniz Rahmet bir soruyu çözemeyince onun uyuyamadığını biliyor mesela… Burada sorun Rahmet’in takındığı tavır ve onunla konuşma şekli, matematikle hayatını aynı anda götürmeyi becerememesi… Tabii ki de hepimizin tutkuları var, kimi zaman takıntıya dönüşen tutkular… Benim için bunu matematik üzerinden değil de müzik üzerinden anlatmak daha kolay olacak. Bir müzik aleti çalarsın ve bu insanın beyniyle olduğu kadar ruhuyla da yaptığı bir iştir. Notaları çözersin önce, sonra notaları parmaklarla birleştirirsin ama işin orada bitmez. Hatasız çalacak raddeye de gelsen -ki bu çoğu zaman imkansızdır- o müziği icra etmek için bütün benliğini ona aktarman gerekir. Beyin notaları ve parmakları çözer ama müziğe anlamını veren icra eden kişinin ruhudur. Ben Rahmet’i müzik üzerinden anlayabiliyorum. Bana göre Rahmet’in enstrümanı sayılar, onun da kendi içinde oluşturduğu bir müzik var. Daha da ötesi, matematik Rahmet için sıradan bir hobi değil. Çocuk bu konuda bir deha! Dolayısıyla mutlaka bir arızası olacaktı. Matematik dehası Rahmet’i diğerlerinden ayıran tek şey, hayatta sahip olduğu tek ayrıcalık, 1-0 önde başladığı tek kulvar… Ve Ali Hoca’nın büyük bir şov yaparak verdiği soruyu çözememek Rahmet için kabul etmesi çok zor bir şey. Ya sandığı kadar matematik konusunda ayrıcalıklı değilse? Ya sınav kağıtlarını okuduğu öğrencilerden bir farkı yoksa? Ya aynıysa, ya bu konuda da sıradansa? Bence üniversite sınavına bilerek girmemesinin sebeplerinden biri de bu. Kazanacağına emindi, o kadar matematik neti yapıp kazanamamak absürt olurdu. Ama üniversite sınavındaki oturup sakin kafayla uğraşsa lise öğrencilerinin çoğunun belli bir başarı yakalayacağı soruları çözebilmek Rahmet için bir şeyi ifade etmiyordu. Bu Rahmet’e başarısını kanıtlamayacaktı. Ona başarısını kanıtlayacak yol üniversiteden geçiyordu ama bu Rahmet’i korkuttu. Lisede Allah vergisi bir sayısal zekayla ortalama öğrencilere matematikte fark atmak kolay bir şey. Peki ya onun gibi matematik okumak için gelmiş diğer öğrencileri görünce, onlarla yarışınca ne olacak? Kendisinden daha iyisini görecek ve yine sıradanlığına inanacak. Kendi kişiliğinin özel olduğunu matematiğe indirgemiş bir karakter var elimizde. Kendindekileri göremeyen, kendine güvenemeyen… Rahmet’in hırsının, kendini kaybetmesinin sebebi bu işte. O soru o gün bu yüzden Deniz’den önce geldi. Konunun Deniz’le bir ilgisi yoktu, Deniz’i kırmak Rahmet’in en son isteyeceği şey… Bu soru Rahmet’le alakalı. Sıradan olmadığını kendine çok yanlış bir yolla kanıtlamaya çalışıyor ama Rahmet… 

Deniz’in Rahmet’e çıkışması abartılacak bir durum değildi ama Deniz’in önceki vukuatları düşünülünce Rahmet onun son söylediğini çok ciddiye aldı. İnsanın karşısındakini çok dikkatli dinlemesi de bazen böyle sıkıntılara sebebiyet verebiliyormuş! (Ben sizin kavga sebebinizi severim!) Belki de o an Deniz’in attığı küçük bir tripti ve Rahmet’e anlayış gösterdiğinden sonra da unuttu gitti. Zaten Deniz’in Rahmet’e aşık olmasını sağlayan etkenlerden biri Rahmet’in zekasıydı. Üstün zeka hayranlık uyandırır, hele ki beklenmedik birinden gelince… Ama Deniz’in Rahmet’e aşık olmasının sebebi sadece zekası değil, Rahmet de bunun farkında değil.

Ertesi gün Rahmet’in Deniz’in söylediği cümleyi çok ciddiye alması sebebiyle onu bir erkekle samimi bir şekilde konuşurken görüp kıskanıyor ve sinirleniyor. Bana misilleme yapıyor, intikam alıyor diye düşünse de içi rahat etmiyor çünkü bir yandan aklında hep aynı soru: “Deniz benden şimdi mi gidecek?” Deniz artık bin kere üstü kapalı, açık her türlü söylemesine rağmen beyimiz bir türlü inanamıyor Deniz tarafından sevdiği kadar sevilmesine… Bu Deniz’in sevgiyi gösterme konusundaki başarısızlığını değil, Rahmet’in o sevgiyi algılama konusundaki tecrübesizliğini gösteriyor. Nasıl ki matematikte x’i bulursun sonra sıra y’ye gelir; aynı o şekilde Rahmet Deniz tarafından neden sevildiğini anlayamadığı için onun sevgisini de kendinden az görüyor. Bu durumda, sorun Deniz’de değil Rahmet’te yani… Sorun Rahmet’in kendini bilmemesi, görmemesi… Deniz sevgisini çok güzel gösteriyor çünkü! Kim derdi ki ilk bölümlerdeki umursamaz, acımasız ve soğuk kız sevgisini bu kadar net, bu kadar açık ve bu kadar savunmasız gösterebilecek? Bu Deniz için de kolay olmadı tabii ki, onun kendiyle değil aşkla barışması gerekiyordu. Güvenmesi, kalbini sevgiye açabilmesi gerekiyordu. Sevgi zaten ulaşmasını bilene onun içindeydi. Deniz’in açık açık söylemesine gerek yok, Rahmet’e duyduğu sevgi günlük hayatın küçük ayrıntılarında gizli: akşama kadar onu beklemesi, Rahmet’in ailesinin sorununu kendi sorunu bellemesi, kavgalı olmalarına rağmen, Rahmet onunla ilgilenmemesine rağmen o soruya taktığı için bütün gün boyunca bir şey yemediğini bilecek kadar onu tanıyıp ona sandviç getirmesi… 

Sandviçin sonu Rahmet’in kıskançlık ve kaybetme korkusu kriziyle kötü olsa da Deniz’in Rahmet’i düşünmesi ama bunu yaparken kendinden de ödün vermemesi çok güzeldi. Hemen “Ay ama aşkım o çocuğu ben Derin’e ayarladımmm! Sana çay da getireyim ister misin?” demek yerine terbiyesizlik ettiği için o çocuğun kim olduğu sorusunun cevabını hak etmediğini söyledi. Yersiz olay çıkarmadan, gayet havalı ama sınırlarını da belli ederek… Biliyor zaten Rahmet’in kafası yerinde değil, onun için endişeleniyor ama bu Rahmet’in ona terbiyesizlik etmesine izin vereceği anlamına gelmiyor. Deniz kendi duruşunu belli etti, gayet de güzel yaptı. 

Rahmet de bu kavganın sonunda Ali Hoca’nın yanına giderken Deniz’i ne kadar kırdığının farkındaydı. Aralarındaki kavganın sebebi olarak Ali Hoca’nın verdiği soruyu görüyordu. Ve tabii o soruyu çözemediği için dolayısıyla kendisi de suçluydu. Gidip Ali Hoca’ya da çemkirdi bu soru yanlış diye… Ama Ali Hoca ona çok mantıklı bir şey söyledi:

Şimdi de işin yüzünden hayatını mı aksatıyorsun?

Rahmet’e de çok da güzel bir ders vermiş oldu. Deniz’leyken nasıl matematiği ve işini boşladıysa çözemediği sorunun varlığı da Deniz’i ihmal etmesine sebep olmuştu. Ama Deniz’i ihmal etme düşüncesi Rahmet için soruyu çözememe düşüncesinden daha ağır bastı. Dolayısıyla Ali Hoca hanım kızın Rahmet için ne kadar değerli olduğunu bu halinden tavrından ve bakışlarından anladı. Zaten daha en başında Ali Hoca bu soru üzerine hanım kızla beraber düşünün demişti, hanım kızı tamamen boşla değil! Ama “Çözebileceğin bir soru değildi” diyerek Rahmet’i gaza getirmeyi de ihmal etmedi. İşe yaradı da… Rahmet yine sabahlamaya hazırlanıyordu ki ablasının ısrarıyla akşam yemeği için Filiz’le Barış’ın evlerine gitti. Benim için bölümün en sinir bozucu kısmı burasıydı kesinlikle. Barış’ın genelde her akrabasında olduğu gibi var olduğundan haberdar olmadığı kız kardeşi Merve ve sinsi gözleri bizim dahi çocuğa değmeden edemedi, maalesef! Rahmet Merve’ye Barış’ın kardeşi olduğu için başta olumlu yaklaşsa da Merve’nin ablası için söyledikleriyle gerçek kişiliğini hemen çözüverdi. Sonra da Merve’nin ona yürümesiyle iyice bir soğudu. Rahmet’ten yana bir kuşkum yok, Deniz’in de yok ama Merve ve sinsi gözleri, yapacağı planlar, sürekli içten pazarlıklı hali beni oldukça rahatsız ediyor. İşin aslı uzun zamandır televizyonda bu derece irrite edici bir karakter izlememiştim, eğer senaristlerin ve oyuncunun bu karakteri yaratırken amacı buysa çok başarılı olmuşlar, tebrik ederim! Umarım bu kızı Rahmet’in yanında çok görmeyiz diye temennimi de şuraya iliştireyim. 

Merve sevimsiz olsa da kapıda Rahmet’e direkt “dahi çocuk” diyerek bölümdeki en gerekli sahnesine imza attı. Rahmet’in verdiği cevap ise bu dahilikle ilgili hislerini açıklar nitelikteydi: “Haydaaa! Ne taktınız şu dahi lafına hepiniz yaa!” Rahmet birine anlatılırken direkt “dahi çocuk” deniyor. Ama o dahi çocuk bir matematik sorusunu çözemiyor. O zaman Rahmet’ten geriye kendisiyle ilgili ne kaldı?

Ertesi gün Rahmet Deniz’i yine o gizemli uzun çocukla görüyor, tabii Deniz’in o çocuğu sırf Tolga Derin’e olan aşkını kendine itiraf edebilsin diye Derin’e ayarladığından habersiz… Yani tabii insanın aklına gelen ilk şey bu olmuyor! Ama olsun o kadar tahmin edilememe durumu, Kraliçe Deniz Çelik’ten bahsediyoruz! Rahmet’in sinirli sinirli baktığını gören Deniz hemen yanına gidiyor ama Rahmet yine aynı yersiz tepkiyle cevap verince Deniz de yelkenleri suya indirmeyip, senin kıskançlığınla uğraşamam deyip gidiyor. Aferin ona! Rahmet’in sinirinden nasibini de yine zavallı Tolga alıyor. Deniz’in peşinden giden Tolga ile Deniz arasında güzel bir diyalog geçiyor:

Sizin aranız mı bozuk?

Terbiyesizliğinin bedelini ödüyor, Tolgacım. Bırak sürünsün biraz.

Süründüreceğim diye kendin sürünme de!

Her güzel şeyin bir bedeli vardır.

Tolga haklı, birbirlerine ne yapıyorlarsa aslında kendilerine yapıyorlar. Rahmet Deniz’i kırdığı için kendi üzüldü; Deniz ise Rahmet’e yardımcı olamadığı, ona ulaşamadığı ve ondan uzak olduğu için üzüldü. 

Deniz her ne kadar Rahmet’le küs de olsa Fikri kahveye müşteri çekmesi konusunda “ateş topu”ndan yardım isteyince hemen onun yardımına koştu. Fikri’yle tanışan Derin ise Rahmet’in babasının böyle biri olmasına bariz bir şekilde şaşırdı ve onunla iletişime geçmekte zorlandı. Fikri’nin Derin’e alttan alttan laf soktuğu kısımda da itiraf etmem gerekirse bayağı bir keyiflendim. Zaten Derin de kendi kafasında oluşturduğu Rahmet’e hayrandı, onun ileride bir gün olacağını düşündüğü akademisyene… Derin de Rahmet’i yalnızca dahi çocuk olarak görenlerdendi. Ama Deniz ise onu olduğu gibi kabul etti, değiştirmeye çalışmadan, başka kalıplara sokmadan, onu tek bir sıfata indirgemeye çalışmadan… Matematik dehası, abi, serseri, ukala, haddini bilmez, hademe, asistan… Ne Rahmet’in yaşam koşullarını yadırgadı, ne de bundan utandı. Fikri’yle beraber sıradan bir mahalle kahvesine müşteri toplamak için uğraştı. Bu kolaylıkla ters tepebilir ve Deniz’in popülaritesini kötü etkileyebilirdi. Ama Deniz’in ben çağırdıysam tabii ki de gelecekler diye kendine güvenmesi dediklerini yaptırabilmesindeki en büyük etken. Deniz’in kimi zaman egoya varan özgüveniyle Rahmet’in sürekli kendini eksik hissetmesine, kendini suçlamasına sebebiyet veren ilk bakışta göze çarpmayan ama içinde saklanan özgüvensizliği birbiriyle çatışıyor. 

Deniz kahveye götürmeye ikna ettiği gruba demeç verirken Rahmet onu yine aslında Deniz’in Derin’e ayarladığını bilmediği çocukla görüyor. Hikmet’in karakola düştüğünü duymasının üzerine bir de Deniz’i böyle görünce iyice deliriyor Rahmet. Deniz’i grubunun arasından çekip alıp sınıflardan birine götürüyor. Bunlar geçen bölüm okulda deşifre olmamaya çalışırken “Anında yakalanırlar” demiştim, nitekim öyle de oldu. Saklanacak bir Ali Hoca da kalmayınca maşallah iyice bir rahatladılar. Gruptan kimse “Ya asistan Deniz’i nereye götürüyor?” diye de sormadı, ilginç.

Sınıfa girer girmez kavga etmeye başlıyorlar tabii. Deniz resmen hiçbir şey yapmamasına, bilerek Rahmet’i kıskandırmamasına, ona inat yapmamasına rağmen Rahmet’i delirtmeyi başarıyor. Rahmet’in Deniz’i kaybetmekten korktuğu için kafasındaki şalterler iyice atıyor. Rahmet ona sinirlenmesine rağmen Deniz yine kendinden ödün vermeyen tutumundan vazgeçmiyor ve Rahmet ona saçma sapan davranmaya devam ettikçe ona açıklama yapmaya girişmek istemiyor. 

Ben öyle senin satın alıp kenara atacağın biblo değilim. Anladın mı? Öyle iki soru çözemedin diye itip kakabileceğin biri hiç değilim, Rahmet!” 

Aslında Rahmet’in Deniz’i bir kenara atmaya, onu kırmaya hiç niyeti yok ama kendi kafa karışıklığının Deniz’e ilgisizlik olarak yansıdığının farkında da değil. Bazen hayatımızın merkezine koyduğumuz insanlara karşı ilgisiz davrandığımızı, onlara öyle hissettirdiğimizi fark etmeyiz. Çünkü onlar hayatımızda öyle büyük bir yer kaplar ki, onların varlığının etkisinin büyüklüğüne öyle alışırız ki onlara ilgi göstermediğimizi anlayamayız. Çünkü onlar hep aklımızda ve kalbimizdedir. Ama bunu her zaman dışarıya yansıtamayız. Özellikle hayatımız çok yoğun olduğunda… Deniz de Rahmet’in bu ilgisizliğine alınıyor çünkü o Rahmet’in bunun farkında olmadığı zamanlarda bile onun yanında olmaya çalıştı.

Haa, bu saçmalıklara cevabın bu yani? Kızım sen ipini koparmanın peşindesin, haberin yok.” 

Sen de beni bağlayıp kenara koyduğunu zannediyorsun ama elinde bir ip yok onun farkında değilsin bence. Aşkımdan ölsem de durmam.

Çünkü o ip Deniz’in kendinin elinde ve kendisi istediği için Rahmet’in yanında duruyor. Rahmet’inse Deniz’in ipini kendi elinde tuttuğunu düşündüğünü düşünmüyorum, eğer böyle bir yanılgısı olsaydı zaten Deniz’in ondan gitmesinden düzenli olarak korkmazdı. 

Rahmet Deniz’i çekip öpünce kavga son buluyor. Ben burada bir ton inceleme yazdım ama aslında hepsi boş. Birbirinizi özlemişsiniz işte, öpüşünce bir ohh rahatladınız. Bütün gerginlik, kavgalar, çözülemeyen soru, Rahmet’in kıskançlık sorunsalı, karakolda bekleyen Hikmet, kahveye gitmek için heyecanla Deniz’in yolunu gözleyen grup… Birbirlerinin gözlerine bakınca hepsi önemini yitirdi. Bazen tek bir bakış, tek bir an yetiyor karşındakini ne kadar sevdiğini ve onun tarafından sevildiğini tekrar tekrar anlamaya, hatırlamaya ve bütün gerginlikler, anlaşmazlıklar yersiz ve saçma geliyor. Rahmet Deniz’den özür dilemedi veya Deniz dibindeki çocuğun kim olduğunu açıklamadı ama bu kavganın son bulması için, ikisinin de yüzünün tekrar gülmesi için aslında birbirlerini ne kadar özlediklerini anlamaları yetti. Bu öpücük “Ben onu seviyorum, o da beni seviyor. Biz ne yapıyoruz?”du. 

Deniz “İşim var” deyip Rahmet’in yanından ayrılırken Rahmet onun işinin kahveye müşteri ayarlamak olduğunu bilmiyordu tabii. Dolayısıyla onu tıklım tıklım dolu kahvede görünce çok şaşırdı. Birbirlerini görünce gözleri parladı resmen. Fikri’ninse Rahmet’e “Bak seninki ne yaptı” diye Deniz’i övmesi de çok komikti. Zaten bu üçlünün dinamiğine bayılıyorum. İleride ille bir çifte randevu olacaksa bunun Deniz’in üstün çöpçatanlık yeteneğiyle çift olan Tolga ve Derin’le değil de Fikri ve Hatun ikilisiyle olmasını tercih ederim! İstanbul’da taş taş üstünde kalmaz valla… 

Rahmet önce onca insanı kahveye Deniz’in topladığını, sonra da yanındaki çocuğu aslında Derin’e ayarladığını bunu da Tolga aşık olduğunu kendine itiraf etsin diye yaptığını öğreniyor. Ondan sonra Rahmet’in Deniz’e bir bakışı var… Sanki gururla, hayranlıkla bakıyor ona. Rahmet onun gününü gün ettiğini düşünürken Deniz’in gerçekten yaptıklarını görüyor. Aslında ondan hiç kopmadığını, aksine ulaşamıyor olduğunda bile sinirle hareket etmeyip onun yanında kaldığını…

Bir daha beni biriyle aynı yatakta uyurken görürsen bile sakin seni aldattığıma ihtimal vermeyeceksin, Rahmet.

Deniz burada demeye çalışıyor ki senden gitmeye hiç niyetim yok ama sen de bana güven. Bence Rahmet’in güvenmediği Deniz’den çok kendisi.

Rahmet ise böyle bir şeyin mümkün olmayacağını, Deniz’i kıskanmaya devam edeceğini şöyle dile getiriyor: 

Yok ya! Valla var ya bu dediğin ancak biz dedeyle nine olduğumuzda gerçekleşir, haberin olsun.

Deniz nedense bu dedeyle nine işine bir eriyor, bir hoşuna gidiyor. Kızım sen bir gün gitmeyecek miydin? Ne dedesi ne ninesi? Belki de bu yüzden hoşuna gitmiştir veya Rahmet’in onu kıskanmasını seviyordur çünkü Rahmet kıskanınca çok komik oluyor. Bu kısımla ilgili ne düşüneceğimi şaşırdım ama her izleyişimde “Çok salaklar” diye düşünüp gülesim geliyor. Yani Rahmet’le Deniz’i dedeyle nine olarak hayal edemiyorum, tuhaf geliyor. Ama galiba aşık olmanın böyle olur olmaz şeyleri sevimli bulmayı sağlayan saflaştırıcı bir etkisi var. 

Rahmet kendine güvenmeyedursun ve Deniz’in onu neden sevdiğini anlamayadursun, Deniz Rahmet’i dede nine benzetmesine eriyecek kadar çok seviyor. Onu dahi çocuk olduğu için sevmiyor. O soruyu çözememesinin Deniz için hiçbir anlamı yok. Evet, Rahmet Deniz’in ilgisini zekasıyla çekti ama Deniz’in umurunda olan matematik değil ki… Dahi olması Deniz için Rahmet’in yalnızca tek bir özelliği, sevgisini de tek bir özelliğe indirgeyecek değil. Rahmet onun ilgisini önce onu takmayarak çekti. Sonra onu çöpe atacak kadar yürek yemiş olmasıyla! Soruşturmada sivri zekasıyla hem kendini hem de Deniz’i kurtarıp aynı anda Deniz’den intikamını almasıyla… Bela sevmesiyle… Hazırcevaplığıyla, onunla baş edebilmesiyle, inadıyla… Sıradan değil farklı oluşuyla… Deniz hiç çaktırmamasına rağmen onun içindekileri görebilmesiyle… Dengesizliğiyle… Ve sevgisiyle… 

Rahmet kendini yalnızca matematik zekasına indirgerken Deniz onu Rahmet’in kendisinin bile görmediği özellikleriyle seviyor. Bu yüzden birini sevdiğimizde onunla beraber kendimizin yeni yönlerini, kendi karakterimizi keşfederiz. İçimizde olan ama ortaya çıkmasına fırsat verilmeyen ve sevildikçe farkına vardığımız özelliklerimiz… Umuyorum ki Rahmet için de böyle olacak. Rahmet şu an hayatına nasıl bir şekil vereceğini bilemiyor, bunun kendini görmemesiyle de alakası var. Ama sevdikçe, sevildikçe, kendini tanıdıkça hayattan kendisi için de beklentileri oluşmaya başlayacaktır diye umut ediyorum. Kendini ailesine adamış ve yalnızca matematik zekasıyla kendini onlardan ve yaşıtlarından ayırabilmiş Rahmet Deniz’in varlığıyla kendini fark edecek ve hayattan başkaları için değil kendi için bir şeyler istemeyi öğrenecek. Çünkü artık ikisi de yalnız savaşmak zorunda değiller. Hayata karşı beraber savaş veren Rahmet’le Deniz ikilisini -ve mümkünse birazcık daha uzun sahnelerle- izleyebilmek dileğiyle bu bölümün yazısını noktalıyorum…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Korunan İçerik!