tds_thumb_td_300x0
Bizim Hikaye 53. Bölüm: Dünden bugüne Rahden!

Bu bölüm genel olarak bir geçiş bölümü gibiydi. Bazı konular kapandı yerine yeni karakterler, yeni hikayeler eklendi. Durum böyle olunca Rahmet’le Deniz’in sahneleri de ilişkilerindeki yeni olaylara geçiş gibiydi ve bu sırada biz de sevgili olmuş ikilinin mutlu, sevimli ve aşk dolu hallerini izlemiş olduk. Sahnelerin kısalığını bölümün geçiş bölümü olmasına vermek istiyorum ama her ne kadar eser miktarda sahnemiz olsa da RahDen her halükarda konuşacak çok malzeme veriyor. 

Okula gelen Rahmet’in ilk işi otoparka inip Deniz’in gelmesini beklemek oluyor. Deniz ise en sevdiği asistanla barışınca okula sabah sabah damlıyor. Eğitimde motivasyon gerçekten çok önemli. Zamanında Rahmet’in Deniz’i rahatsız eden (ve benim aradan bölümler geçmesine rağmen bir şekilde bir yerden çıkmasını beklediğim) çocuğu yumrukladığı, bela sevdiği halde sevmiyormuş gibi davrandığı, Deniz’den hoşlanmadığı için ondan uzak durduğunu söylediği, Deniz’inse meşhur “bana aşık olduğunu ispatlayacağım” iddiasını başlattığı otoparkta Deniz’i bekleyen Rahmet’i, Rahmet’i görünce yüzü aydınlanan Deniz’i ve sanki önceki gün beraber değillermiş gibi özlemle sarılmalarını görünce insanın içi bir hoş oluyor tabii. Mekanların hep aynı kalması zaman geçtikçe değişen şeylerin daha fazla altını çiziyor sanki. Galiba Çavdar Tarlasında Çocuklar’da okumuştum, kitabın ana karakteri Holden hiç değişmediği için müzelerde olmayı çok seviyordu çünkü bu aynılık ona huzur veriyordu. Ama bizim durumumuzda huzur ve umut veren şey mekanda ufacık bir değişim olmadan iki insanın hayatlarının, duygularının, ilişkilerinin ne kadar çok değişebileceğini ve gelişebileceğini görmekti. Çöp toplayan hademe Rahmet’ten asistan Rahmet’e, Rahmet’e ukala ukala “Bana aşık olduğunu ispatlayacağım” diyen Deniz’den otoparkta onu bekleyen Rahmet’i görüp “Yaa sen beni mi bekliyordun? Ben senin odana gelirdim.” diye sevindirik olan Deniz’e… Dizileri sevmemizin nedenlerinden biri de bu çok açık “nereden nereye” karşılaştırmaları bence… Özellikle RahDen’de böyle paraleller çok fazla, önceki yaşananlar unutulmadan yaşananlar onların üzerine ekleniyor. Mesela Deniz’in, pardon bir manyağın, Rahmet’i Ali Hoca’ya öğrencisiyle bastırması sebebiyle otoparkta egzoz kokuları eşliğinde buluşmak zorunda kalmaları… Gerçi o odada sarılamamalarının Deniz’in Rahmet’e ağzının payını vermesiyle değil de daha çok odanın yarısının cam olmasıyla alakası var. Ah ah o odayla ilgili ne hayallerimiz vardı ama işte… Neyse ki dört bir yanı duvar olan amfiler var! Ayrıca bu sahnede en sevdiğim detaylardan biri Rahmet’in hemen cenazeye gideceğini ve olan bitenleri Deniz’e anlatmasıydı. Genelde dizilerde şöyle bir sorun oluyor; ya çiftler ayrılıp kendi evlerine gidince birbirlerini unutur ve aile yaşantılarına çok fazla dalar, ya da birbirlerinin yanına gelince diğer sıkıntılarını resetleyip saçma sapan şeylerden konuşup yalnızca birbirlerine kur yaparlar. Ama böyle günlük hayat meselelerini paylaşmaları bence çok güzel bir doğallık katıyor, dizinin içinde ayrı bir oluşum değil gerçekten o hayali hayatın bir parçası oluyorlar. 

Deniz’in sen gideceksen ben niye okula geldim diye sitem etmesi, sonrasında hem Fikri’yi görmek için – ne hayırlı bir gelin!- hem de Rahmet’le daha fazla vakit geçirmek için sahte cenazeye gitmesi de çok hoştu. Her ne kadar Deniz’in oradaki varlığının sebebi senaryo mantığına göre Nihal’i görmesi olsa da! Bu tanışıklıktan bir şeyler çıkacak da haydi bakalım… Bu sahne bize en tuhaf anlarından birinde Elibolların arasına karışan bir Deniz Çelik verdi. Fikri’nin de gelininin oyun kabiliyetine güvenip diğerlerinin beceriksizliğine laf attıktan sonra “hah benim yeni gelin geldi, o ağlar şimdi” demesi çok komikti. Tabii o sırada Rahmet dahil herkes sahte sahte ağladığı için Deniz durumu pek ciddiye alamadı, eee tek manyak sen değilsin Denizcim. Hele kızlar Nihal’e saldırdığında kaosun ortasına düşen Deniz’in yüzündeki “İşte benim olmam gereken yer!” ifadesi… Welcome to the Life of Elibols, yeni gelin; daha seninle çok eğleneceğiz! (İnşallah.)

Rahmet’le Deniz resmi olarak barıştığına göre minicik, küçücük aşk yuvaları da geri döndü. Deniz’le barışınca evin önemi bir anda arttı Rahmet için çünkü artık eskiden yaşadıklarını düşünüp üzülmektense kendilerine yeni anılar yaratabilirlerdi. Gerçekten o evde Fikri ve Hatun’u beraber görmedik ya, böyle bir şeyi görmediğimiz için ne kadar mutluyum anlatamam… Hatun evi küçücük diye, havuzu yok diye beğenmiyor olabilir ama Rahmet’le Deniz o küçücük ev üzerine bütün dünyalarını kurabiliyorlar; o kadar ki birinden biri gidince evin anlamı kalmıyor, sanki ev iyice daralıyor. Deniz isterse o evden büyük olan odasının bulunduğu evinde rahat rahat yaşar, istediği her türlü fırsata istediği her anda sahip olabilir ama o bütün bunları önemsemiyor. Önemli olan Rahmet’le vakit geçirebilmek. Bunun için o minik evde de kalır, sahte cenaze törenine de katılır, garsonluk da yapar Deniz; hiç gocunmaz. O evde televizyon yok, internet yok, günümüz şartlarında çoğumuz bunlar olmadan yaşayamıyoruz. Ama bu ikili bunlar olmadan beraber vakit geçirebiliyorlar, zamanlarını birbirleriyle dopdolu geçiriyorlar aslında. En sevdikleri aktivitelerden biri de kart oyunu oynamak tabii ki… Bu sefer Rahmet “dahi çocuk” olarak eli Deniz’e kaybediyor ama neyse ki Rahmet Deniz’e kaybetmeye çok alışkın. Ama bu kez Rahmet’in derdi başka… Utana sıkıla, sorduğuna pişman olacağını bile bile -ki pek pişman olmadı sanki sonunda- Deniz’e Derin’in yumurtladığı lisede aşık olduğu çocuğu soruyor. Bu kadar tatlı bir kıskanmak olamaz, böyle usul usul, burnunu sokmamaya çalışarak ama yine de meraktan delirerek… Gerçi zamanında hademe üniformasını falan çekiştiriyordu ama neyse… Deniz de tabii ki de ondan bekleneceği üzere önce geçmişini sorguladığı için Rahmet’e çıkışıyor çünkü sonuçta şu an Rahmet’in yanında ve geçmişin -hatta geleceğin de- ne önemi var? Ama sonra Rahmet’e anlatmaya başlıyor “ilk ve tek” aşkını. Zaten Rahmet “tek” kısmını duyduktan sonra morarıyor, oysaki bu kız önceki gün sana aşık olduğu ilk ve tek erkeğin sen olduğunu söylemişti Rahmet! Oradan bile jeton düşmüyor çünkü hala inanamıyor Deniz’in ona aşık olduğuna… E, bu kız daha ne yapsın kendini ispat etmek için bilmiyorum. Kaç kere üstü kapalı söyledi, olmadı. Gayet açık ve net bir şekilde iki kez söyledi, yine olmadı. Kız karşısında, minicik evinde, üzerinde senin artık yer bezi olması gereken bordo tişörtünle oturuyor; seninle kart oynuyor ve Rahmet hala kimdi o aşık olduğun çocuk… Ama kızamıyorum çünkü hem çok sevimli hem de haklı bir yerde, bana da hala sevdiğin kişi tarafından aynı şekilde sevilmek mucizevi gelir! Deniz ise üşenmeden, bütün açık kalpliliğiyle anlatıyor Rahmet’e ilk ve tek aşkını…

Ya, böyle biraz ukala, haddini bilmez, serseri falandı ama sanki bana baktığında başkasının görmediği şeyleri görüyordu.

Rahmet daha ilk cümleden çoktan nakavt olmuştu ama Deniz’in bu işin peşini bırakacağı yoktu. Acaba ukala, haddini bilmez ve serseri sıfatları da mı tanıdık gelmedi ki? Hep dahi denmesine alışmış belli ki… Rahmet her ne kadar Deniz’in onu nasıl gördüğünü pek kavrayamasa da Deniz’in dediği gibi ondaki kimsenin görmediği şeyleri görüyordu. Duvarlarını, maskelerini, vurdumduymaz ve acımasız tavırlarının ardına sakladığı aslında çok kırılmış kızı… Ama bütün bunların ötesinde acısıyla tatlısıyla, iyisiyle kötüsüyle bir bütün olarak Deniz’i seviyor Rahmet. Deniz’in dikenlerine rağmen değil, onlarla birlikte… 

Hatta en ilginci neydi biliyor musun? Başkası ona yaptıklarımın yarısına bile katlanamazdı ama o çoktan benden gelecek her şeyi kabullenmişti.

Şimdi bir düşününce Rahmet hakikaten bela seviyor. Gözümde canlanır koskoca mazi… Yere dökülen kahveler, Deniz’i çöpe atmasının karşılığında dövülen Rahmet, Deniz’in büyük ihtimalle anı olarak sakladığı şantaj fotoğrafları, gecenin bir vakti okula sızıp sınav kağıdı değiştirmeler, beraber soruşturmaya çekilmeler, küçük tatlı fotoğraf oyunları, sınırsız aşağılamalar ve laf sokmalar, bana aşık olduğunu ispatlayacağım iddiası, her yaşadıkları ana oyun gözüyle bakan panik atak Rahmet’in birlikte geçirdikleri on beş günden sonra terk edilmesi, sonra doymayıp “Aşık mısın” sahnesinde hayır cevabını alarak tekrar terk edilmesi, sonrasında bu da yetmez diyerek kendi rüyasında Deniz’in onu terk ettiğini görmesi falan derken liste bayağı uzuyor. Hakikaten de başkası olsa katlanamaz, aşık olmayan katlanamaz. Ama tabii Deniz Rahmet’i süründürürken Rahmet de boş durmuyordu, o “ukala” ve “haddini bilmez” sıfatları da o zamanlardan geliyor Rahmet Bey!

 Hatta onu ne kadar mutlu ettiğimi kendi mutluluğumdan anlıyordum falan…

Bu ne kadar güzel bir cümledir ya… Deniz’in Rahmet’i mutluğu ettiği kadar Rahmet’in de Deniz’i mutlu etmesi ve Rahmet’i mutlu gören Deniz’in de onun mutluluğuna mutlu olması… Özetle onların birbirlerini mutlu etmesi beni mutlu ediyor çünkü bu aşkın en güzel tanımlarından biri olabilir. Hele bunu zamanında aşık olmak gibi bir hataya düşmeyeceğini iddia eden, rahat rahat “Ben aşık olmam” diyen, üstüne üstlük bir de Derin’le Tolga’ya “Merhaba dediğinize aşık oldum falan sanıyorsunuz. Sizin iki zırlayıp unuttuğunuz şeye moralimi bozarak yoramayacağım kendimi.” diye hava atan Deniz deyince daha bir hoş oluyor. Onları söylerken de yalan söylediğini biliyorduk ama bunu hem kendine hem de Rahmet’e itiraf edebiliyor oluşu o kadar güzel ki…

Deniz’in bu samimi, sevgi dolu halini gören Rahmet tabii ki de bozuluyor haliyle ama Deniz’in ona aşık olduğu ilk ve tek erkeği anlatması o an çok normal geliyor ona. Her ne kadar kırılsa da, sinirlense de, üzülse de yine de o an Deniz’den çekip gitmeyi bir an bile düşünmüyor Rahmet çünkü gidemiyor ki… Çünkü zaten bu aşkta akıl karı olan pek bir şey yok… Bunun üzerine Rahmet kendi kendine Deniz’in ona olan aşkının büyüklüğünü şöyle dillendirmiş oluyor, safım:

Ne oldu? Öldü mü? O yüzden mi dağıldın? Çünkü öyle büyük bir aşkmış ki ölmeden bitmezdi herhalde. Öldü herhalde çocuk.

Rahmet’in bu yorumu Deniz’in başka birine böyle aşık olduğunu sanarak yapması çok iyi oldu. Böylece belki Deniz’in ona aşık olduğu gerçeğini tamamen idrak edebilir. (Bu sefer oldu, inanıyorum ben!)

Rahmet’in devrelerini yaktığını gören Deniz mecburen bu oyunu bitirmek durumunda kalıyor. Tabii bu durumun Rahmet’in sevimli agresifliğinin tatlılığıyla da alakası olabilir, Deniz’in içi gitti… Dolayısıyla Rahmet’in yanaklarını sıkıp kucağına oturmak suretiyle şöyle diyor Deniz:

Yoo, ölmedi. Sapasağlam, dimdik, aslan gibi karşımda duruyor hatta. Benim tek aşkım sensin, şapşal.

Denizsizlikten geceleri kabus görüp “Deniz!” diye haykırarak ve ağlayarak uyanan Rahmet bu muhteşem ve açıklayıcı itirafı duyunca büyük ihtimalle zevkten dört köşe oluyor, yüzüne bir tebessüm yayılıyor. Rahmet yaşadığı yoğun kıskançlıkla ve dolambaçlı yollardan gelen itirafla o kadar afallamış olacak ki kapı çaldığında Deniz bile “Sen de bir kendine gel” demek zorunda kalıyor. Bence de kendine gel; ailenin mükemmel çocuğu, matematik dehası ve Kraliçe Deniz Çelik’in ilk ve tek aşkı Rahmet Elibol’sun sen! Biraz özgüven, dimi ama?

İki dakikalık sahnemizin ortasına dalan genç yaşında aile babası olup bu sebeple erken yaşta andropoz krizleri geçiren fikirsiz Hikmet’e kapıyı Deniz açıyor. Hikmet’in ilk tepkisi ise korkuyla “Yenge!” demek… Hem Deniz’den öldürücü bir sarışın olması sebebiyle korkuyor hem de Deniz’le abisinin şeyini şey ettiğinden… Tabii böylece Deniz’le Rahmet’in barıştığını ve artık abisinin evine de habersiz, zart zurt gelmemesi gerektiğini öğrenmiş oluyor. Hikmetcim sen saçma sapan ablanın sevgilisine karışıp Zeynep’e yardım edişini bininci kez kafasına kakıp kızı hayatından bezdirirken Rahmet fark ettiysen hayatını yaşıyor. Sen erken yaşta aile babası olmayı tercih ettin diye abinin de durgun bir özel hayatı olacak diye bir şey yok. Gecenin devamında Deniz’le kayınbiraderi ne yaptılar, bu üçlü ne konuştu, Hikmet nerede uyudu, çocuklarımın arasına mı yattı yoksa mutfak tezgahında falan mı uyudu bilemiyoruz maalesef. Umarım başka bir zaman bu kaçan fırsat değerlendirilebilir.

Ertesi gün Deniz, beraber ağlaşıp durduklarından kader ortağı olmuş ve yakın zamanda inşallah birbirlerine yapacağımız Tolga ve Derin’le beraber otururken Rahmet’in uzaktan kaş göz etmesiyle hemen onun peşine takılıyor. Böyle okulda gizli saklı buluşmalar da çok keyifliymiş, zaten bu boş amfiler de olmasa nerede buluşacak bu çocuklar? Deniz amfiye girer girmez Rahmet’e “Ben kahvemi nasıl içerim?” diye soruyor çünkü Tolga belki de o zamana dek trajik bir şekilde ilk defa Deniz’i etkileyen bir şey yapmayı başarıp Derin’in içtiği kahvenin türünü ezbere biliyor. Tabii ki Rahmet’in şovu Tolga’nınkinden etkileyici oluyor:

Türk kahvesi çabuk bitiyor diye sevmiyorsun. Diğer kahveyi en büyük bardakta sade içiyorsun ama yarısına kadar geldiği zaman soğuduğu için onu da yarım bırakıyorsun. Çok beklediği zaman da miden yanıyor, onu da içmiyorsun.

Kahve üzerinden kişilik tahliline ayrı, Rahmet’in Deniz’in içtiği kahveyi ezbere bilmesine ayrı bayıldım. Çok uzun zaman değil, kısa süre önce bilerek yere dökülen bir kahveyle “Şşşt, hademe! Buraya birazcık kahve döküldü!” diye tanışan iki insandan nereye… Deniz’e kahve götürmeye direnen Rahmet şimdi Deniz’in kahvesini nasıl içtiğini soluksuz anlatacak kadar iyi gözlemlemiş. Deniz’in de haliyle biri tarafından; hem de öyle sıradan biri değil, sevdiği adam tarafından; bu kadar iyi gözlemlenmiş olmak, onun tarafından bu kadar iyi tanındığını görmek hoşuna gidiyor. Çoğu zaman özel günlerde bile sevdiklerimize alacak hediye bulamıyoruz çünkü o kadar tanımıyoruz ki karşımızdaki kişiyi, o kadar dikkat etmiyoruz ki o kişinin karakterinin detaylarına onun için ne anlamlı olur diye aklımıza bir şey gelmiyor. Günün sonunda genelde bir kahve kupası kurtarıcımız oluyor çünkü kahve kupasını kim sevmez? Ama işte sanırım önemli olan karşımızdaki kişinin o kahve kupasını nasıl dolduracağını bilecek kadar onu tanımak… Kahve sadece bir örnek tabii ki, hatta çeşitli türü olmasıyla çok da güzel ve zorlu bir örnek… Ama asıl olay Rahmet’le Deniz’in kısa süre içinde birbirlerini bu kadar iyi tanımış olmaları. Örneğin, Deniz Rahmet’in projeye katılmasını sağlayacak planı kurarken hiç zorlanmamıştı; oysaki Derin’se uğraşmasına rağmen onu ikna edememişti. Deniz’in istediğini elde etmesi uzun sürmemişti çünkü Rahmet’e nasıl yaklaşması gerektiğini çok iyi biliyordu. Bir şekilde birbirleriyle aynı dili konuşmayı başarıyorlar. Bunun için de çok benzemelerine gerek yok aksine ortak özellikleriyle de çatışan özellikleriyle de birbirlerini tamamlamanın, ortak bir dilde buluşmanın bir yolunu buluyorlar. 

Deniz Rahmet’in kahveyle ilgili bu dikkatinin yine dehasıyla ilgili genel bir durum olup olmadığını anlayabilmek için Derin’in kahveyi nasıl içtiğini de soruyor. Rahmet’in cevabı ise “Ne bileyim ben, kardeşine sor.” olunca Deniz zevkten dört köşe tabii. Neden sana soruyor Rahmet acaba, bir düşün istersen! Deniz’e kahve getirmeyi şiddetle reddederken Derin’e kahve götürdüğün günleri unutamamış olabilir mi acaba? Hatta şuraya Deniz’in Rahmet’in elinden içtiği ilk kahvenin aslında Derin’e gelmiş olduğu zamanı hatırlatan küçük bir fotoğraf koyalım da Rahmet’in de Deniz’e az çektirmediğini hatırlamış olalım:

 Rahmet’in “Akşam garsonluk yapar mısın?” sorusuna imalı imalı “Kime hizmet ettiğime göre değişir.” diye cevap veren Deniz’in o amfiye bu sorudan çok daha başka umutlarla gittiği çok açıktı. Oysaki kızımızın elinde kalakalan Rahmet’e Filiz için garsonluk yapma sözü oldu. İşin şakası bir yana, Rahmet’in hemen Deniz’e gitmesi de çok hoşuma gitti çünkü ondan böyle bir şey isteyebileceğini, Deniz’in ona gocunmadan yardım edeceğini çok iyi biliyor. 

Rahmet-Deniz-Derin-Tolga tuhaf dörtlüsünden garsonluk macerası sırasında ayrı bir vukuat beklemiştim çünkü başlı başına Deniz ve garsonluk ilginç bir ikiliydi. Ama hiçbir sıkıntı çıkmadı aksine Filiz bu dörtlünün sayesinde işi alıverdi. Deniz’in hemen yardıma gelmesi, hatta işini almasına yardım etmesi bile Filiz’e Deniz’i sevdirmeye yetmedi. Oysaki Deniz kendi ortalamasına göre pek kıymetli görümcesine kibar kibar davranıyordu. Zaten Rahmet Deniz’le birlikte olduklarını söyleyince “ne yani kardeşinin sevgilisiyle mi beraber olmuş bu kız” deyip bu tuhaf dörtlüye bakıp hayrete düştü Filiz. Oysaki önce bir kendi hayatına baksa… Malum daha bir gün önce yeni kocasının sahte cenaze töreninde onların düğünlerine bile katılmış eski kocası ağlayarak Barış’ı toprağa verdi. Rahmet’in dediği gibi herkesin bir halt yediği bu aileye bir de Deniz fazla kaçmaz herhalde? Hatta direkt sahip olması gereken aileyi bulmuş olur! 

Büyük ihtimalle içinden Deniz’i ayrı tutarak bu dörtlüye yardımları için teşekkür ettikten sonra Deniz’den “Abartmayın, ben Rahmet’ten tahsil ederim sonra onu.” cevabını alan Filiz’in bakışları bu ikilinin çatışmasının daha da artarak devam edeceğinin göstergesi gibiydi… Ne yalan söyleyeyim, ben merakla bekliyorum. Rahmet’e de sabır diliyorum.

Önceki gece garsonluk yardımının karşılığı Rahmet’ten tahsil edilmiş olacak ki Deniz yine alarm kurmayı unuttuğundan Rahmet okuldaki sınava geç kaldığını ancak sabah sabah bas bas bağıran Derin’den öğrenmek durumunda kaldı. Sinirle ve yine işsiz kalma korkusuyla Deniz’e söylenmesine ve çok geç kalmasına rağmen evden çıkmadan önce Deniz’i öpmeyi ihmal etmedi. Rahmet için ne kadar çok işi olursa olsun, ne kadar çok geç kalmış olursa olsun Deniz’i öpmek öncelikli gelir! 

Okula gittiğinde Rahmet Ali Hoca’dan önce bir azar yiyor, hayatındaki hanım kızı kariyerinden önde tuttuğu ve işlerini savsakladığı için. Ama sonra da Rahmet’in silkelenip kendisine gelmesini istediğinden olsa gerek henüz açılmadığından içinde ne olduğunu bilmediğimiz bir zarfla gelen bir fırsat sunuyor ona. İçindeki soru her neyse Rahmet çözemezse üzülmemeli ama çözerse de şu an olduğu yere değil, daha da yukarıda bir yere ait olduğunu gösterecek. Bu zarfın içinde gerçek bir matematik sorusu mu var yoksa bu kariyeriyle aşkı arasında bir tercih yapması gerektiği anlamına mı geliyor, emin olamadım. Ama öyle veya böyle olay yine aynı yere çıkıyor: Matematik ve Deniz. Aslında bu Rahmet için cevaplaması çok da zor bir soru olmamalı. Yani “Üzgünüm Deniz, kariyerim için senden ayrılıyorum.” diyecek hali yok! Ayrıca Rahmet’in işine konsantre olamamasının en büyük sebebi zaten Deniz değil. Tabii ki ilişkinin cicim aylarının da etkisi var ama örneğin önceki gece Rahmet ablasına yardım etmek için garsonluk yapıyordu veya ondan önceki gün de Barış’ın sahte cenazesine katılıyordu. İşlerini savsaklamasında Rahmet’in kişisel sorumsuzluğunun da etkisi olduğu bir gerçek. Zaten şu zamana dek Deniz hep Rahmet’in matematikle barışması konusunda onu hep kendi yollarıyla destekledi, onun önünde bir engel olmayacaktır aksine yardım etmeye çalışacaktır. Yani Rahmet bir gün matematikle onun arasında tercih yapmak zorunda kalırsa Deniz Rahmet için daha iyi olduğunu düşünürse onu matematiği seçmesi için ikna etmeye de çalışır. 

Öte yandan burada en önemli etken kesinlikle Rahmet’in gerçekten hayatından beklentisinin ne olduğu… Matematik üzerine bir akademik kariyer düşünüyor mu yoksa matematik onun için bir hayata anlam verme ve hayatını kazanma şekli mi? Filiz’in tercihi Rahmet’in matematik konusunda bir akademisyen, hatta bilim insanı olması yönünden olurdu çünkü Rahmet onun gurur kaynağı ve tabii kendi yaşayamayacağı şeyleri yaşatabileceği kardeşi… Rahmet kendi sevgisinin de ötesinde matematiği ablasını gururlandırmanın, onu ödüllendirmenin bir yolu olarak görüyor. Zaten Rahmet ne yaptıysa ailesi için yapmış, çok fazla fedakarlıkta bulunmuş. O ailenin sorumluluğu aynı zamanda onun da üstünde ama en çok ablasına karşı böyle bir sorumluluk duyuyor çünkü onun üzerinde en çok ablasının emeği var. Kendi küçük yaşında hem kendini, hem de Rahmet’i büyütmüş… Rahmet’in kendi hayatına nasıl yön vereceği sorunsalı duyduğu sorumluluk hissiyle direkt ailesini de etkiliyor. Ailesine bir gelir kapısı olmayı önemseyeceği doğru ama bütün bunların yanında kendi hayali ne? Rahmet’in yalan öğrenen Filiz’in koyduğu tepkiyle ve Deniz’in hayatındaki varlığıyla kendi hayalleriyle barışmaya başlayan Rahmet diğer bütün etkenleri bir kenara bırakıp kendi isteklerini ön plana koyabilecek mi? Kendi ağzıyla söyledi, kimse sıradan olmayı istemez. Zaten o aileye mensup olup da sıradan olmak imkansız gibi bir şey… Bu sebeple ben Rahmet için klasik, sıradan bir akademisyen hayatı düşleyemiyorum. Ayrıca Rahmet’in de hayali bu olsaydı bela Deniz yerine sakin ve inek Derin’e aşık olurdu. Ama Rahmet kendi ve aşkı dahil hayatının her yerinde sıradan olmayanı arıyor, aileden gelen genetik bir durum da olabilir bu. Rahmet kariyerinde de sıradan olmamayı isteyecektir, buna zemin hazırlayan sıradan olmayan bir zekası var zaten. Ama Rahmet’i yine kendini sevdiklerinden soyutlamış bir şekilde sürekli kafasını kitaplara gömmüş bir bilim insanı olarak hayal etmeyi başaramıyorum. Bu hayali tablo Rahmet için çok eksik ve çok soğuk kalır. Matematik Rahmet için onu diğerlerinden ayıran bir etken ve belki de hayatında önde başladığı tek kulvar ama onun için matematiği değerli kılan zaten ailesi ve sevdikleri… Hayatında sevdikleri olmadan tek başına sayıların ne anlamı var? Bu ikilem nasıl işlenecek bilemiyorum ama öyle veya böyle Rahmet’in kendisinin ne istediğini anlayacağı bir sonuca varacaktır çünkü şu an Rahmet hayatıyla ne yapacağını bilemediği bir dönemde. Deniz’in de bu arayış içinde Rahmet’e yardımcı olacağını düşünüyorum ama Deniz cephesinden de sorunların durulacağını sanmıyorum. Henüz ortaya çıkmayan sırrını hiç değilse Rahmet değil de biz öğrensek çok güzel olur artık. Nihal’le Deniz’in babasının bağlantısının da altı çizildiğine göre Deniz’in babasının hikayeye dahil olması yakın olabilir. Bu aranın sonunda dolu bir şekilde kurgulanmış Rahmet’le Deniz’in hikayesini izlemeyi merakla ve sabırsızlıkla bekliyoruz…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Korunan İçerik!