Kesinlikle yalnızca Bizim Hikaye’nin değil, bu sezonun en büyük sürprizlerinden biri Rahmet-Deniz çifti oldu. Geçen sezon tekrarlarından birazcık takip ettiğim dizinin ikinci sezonunun ilk bölümlerini boş vaktim olması sebebiyle izleyebilmiştim. Rahmet’in üniversiteye hademe olarak girdiğini görüp içim acımıştı ve aslında bu konuya da burun kıvırmıştım, sevmemiştim. Nelere yol açacağını nereden bilebilirdim ki? Rahmet de bilemezdi muhtemelen! Ama Deniz’le Rahmet’in daha ilk karşılaşmasında aralarındaki elektriği alabilmiş olmamla övünmeden edemeyeceğim doğrusu! Diziyi izlerken dış sesim “Özel üniversite böyle bir ortam değil ya! Kimse kimseye böyle davranmıyor.” dese de iç sesim “Bu kızda bir iş var ama… Sadece Rahmet’in başına bela açacak bir zorba olmasa keşke!” diyordu. Masada oturan Derin’i ve Rahmet’e bayık bakışlarını gördükten sonra da “Aman, bu kıza yapacaklar işte güzelim deha çocuğu. Deniz de bunların Kötü Kraliçeleri olacak… En baştan ilgimi çekmedi… Ne sıkıcı! Ama Türk senaristlerinde diğer kızla yapacak vizyon ne gezer!” diye bir de sinirlenmiştim. Buradan senaristlerden de özür dilemek isterim, gerçekten vizyon sahibilermiş! Daha sonrasında Deniz’in Rahmet’i temizlik odasında sıkıştırdığı o malum sahnede ise “Ne? Aaa… Valla yazmışlar bunu! Buradan mı yürüyecekler?” diye bayağı bir şok yaşamıştım. En büyük sürpriz ise “Deniz benim sevgilim!” sahnesinde oldu. O andan sonra geri dönüş yoktu, biliyordum. Olur mu olmaz mı derken bir işin içine girivermiştim.
Ve oldu da! Deli dolu, az biraz manyak, çılgın çiftimiz bölümde maksimum on beş dakikalık sahneleriyle çok ilginç, çetrefilli ama bizim açımızdan manzarası bayağı güzel bir yol çizdiler kendilerine. Şimdi o yolu anlatmaya kalksam biliyorum ki bu yazı sayfalarca sürecek ve ben detayların arasında boğulacağım. Bu sebeple ben hemen 49. Bölümdeki sahnelerine zıplamak istiyorum. Yani çiftimizin on beş günlük, ketçaplı yanmış makarnayla, tek göz odayla, bozuk para-fındık-toka üçlüsüyle oynanan kart oyunlarıyla ve çokça dağıtarak, eğlenerek, mutlu olarak geçirdikleri ilişkilerinin sonrasına… Öyle bir on beş gün ki, ikisinin de kolay kolay unutabileceğini sanmıyorum. (Ve bundan biz de flashbacklerle nasipleniriz diye düşünüyorum!) Bence birini gerçekten tanıyıp sevebilmek için bütün sırlarını, gizemlerini, biyografisini bilmeye gerek yoktur. Bu kadar bilinçli bir şey değildir sevmek… İkisi de o on beş gün boyunca anı yaşadılar ve o anı beraber paylaştılar. Bir insanı ne kadar sevdiğini en iyi onunla yaşadığında anlarsın. En iyi o zaman tanırsın… En kötü halini bilirsin, en güzel halini ilk sen görürsün. Tek göz odaya sıkışmış özgür kahramanlarımız on beş gün boyunca hiç sıkılmadılar, küçücük bir yeri bile kendi dünyaları kılmayı bildiler. E böyle olduktan sonra nasıl unutacaksın ki? Hiç unutulur mu?
Açıkçası bu bölümle ilgili büyük endişelerim vardı. Deniz Rahmet’ten nasıl ayrılacaktı, sonra nasıl davranacaktı, biz ne hissettiğini görebilecek miydik, Rahmet iyice mi dağıtacaktı gibi gibi… Ama bütün endişelerim bölümde Deniz’in Rahmet’i ilk gördüğü sahnedeki halini izleyince uçup gitti. Hani şu “içinin gittiği” sahne… Rahmet kendince dağıtırken, beklediği ama pek de kaldıramadığı ayrılığı yatak-bira ikilisi arasında geçirip dağıtırken Deniz’de kendince dağıtmıştı, hatta kafası iyice uçmuştu diyebiliriz. Sanki Derin’e kanıtlamak istermiş gibi peşine yine birilerini takmış, orada burada partilemişti muhtemelen. Derin’e karşı tavrı da çok manidardı. Her zamankinden daha acımasız, daha zalim, daha vurdumduymaz, daha duygusuz görünmek istiyordu. Oysaki Derin onun olmayan duygularından bahsederken Deniz kendi kendini kalbine sağır edebilmek için yeni yollar bulmaya çalışıp duruyordu. Derin yine Deniz’in başkalarının duygularına saygı duymamasından bahsederken Deniz’in duygularının üzerinde nasıl tepindiğini de asla fark edemiyordu. Deniz ise büyük büyük laflar atıp tutarken çok kısa sürede o lafları yutmak zorunda kaldı. Rahmet okula gelmişti. Uzun bir süre boyunca Deniz’in okula gelme sebebi olan Rahmet… İlk önce Deniz’in yüzünden ince bir tebessüm geçti onu görünce, o an iç sesini duyabilmeyi o kadar çok isterdim ki! Sonra da onu nasıl terk ettiğini hatırladı, istediğinde yanına gidemeyeceğini, o on beş gündeki mutluluğu tekrar yakalayamayacağını, ona tekrar ulaşamayacağını, anca böyle uzaktan bakabileceğini… Büyük ihtimalle Rahmet’in onun yanına geleceğini düşündü ama o gelmedi. Hemen yüzü düştü, gözleri doldu.
Rahmet’i tekrar gördüğünde Rahmet girdiği mantık dersinin hocasının asistanı olmuştu! (Ayrıca buradaki tatlı ironinin de altını çizmeden edemeyeceğim. Hakikaten Deniz ne arar mantık dersinde? Bir de tabii mantığa yer kalmayacak kadar aşık olan çiftimizi de mantık dersinin buluşturması pek bir hoş olmuş.) Deniz Rahmet’i asistan olarak görünce bozulur sanıyordum, fragman öyle bir yanılgı bırakmıştı üzerimde ama Deniz daha çok “Sonunda kafasını kumdan çıkardı!” diye sevinip gururlandı. Hemen bir saçlarını düzeltti, gözlerini Rahmet’in üzerinden ayırmadı. Bilmiyorum Rahmet ona bir adım atsaydı Deniz ne yapardı! Ama açık bir şekilde Rahmet’in ona gelip konuşmasını, hiç değilse “Neden?” diye sormasını bekliyordu. Tabii bizim kendini terk edilmeye daha en başından hazırlamış Rahmet’imiz büyük ihtimalle kıza tek bir mesaj bile atmadı, sormadı ve direkt Derin’in dediklerini kabullendi. Belki sorsaydı Deniz böyleyken böyle diye çözülüverecekti bir süre sonra. O an Rahmet’e bakarken Deniz’in gözlerinde bunu gördüm ben. Ama tabii Rahmet ona bakmayınca yavaş yavaş o gülümseme yine soldu. E bir de psikoloji öğrencisi -ama yakın tarihte Deniz’in büyük ihtimalle bizzat psikolojisini bozacağı- kız Rahmet’e asılınca kızımızın tadı iyice bir kaçtı. Ben fragmanı izlediğimde sanmıştım ki Deniz Rahmet’i görmeye katlanamadığı için sınıftan çıkıyor, meğerse kıskançlıktan kendi saçını başını yolmamak çıkıyormuş! Rahmet ona asılan kıza ters ters cevaplar vermesine rağmen -ki bu sırada Deniz’e laf çarpması da gözlerden kaçmadı, vay be sen neymişsin Rahmet?- Deniz yine de çok bozuldu. Bir de Rahmet kıza iki güler yüz gösterseymiş ne yapacakmış acaba Deniz Hanım?
Deniz’in sınavdan birkaç dakika sonra kıskançlık krizi sebebiyle -valla bayağı da geçerli bir sebep, rapor falan alsaydın Denizcim- çıkmasına Rahmet tabii ki de göz yummamış ve bir güzel şikayet etmiş. Ki bunu zaten bir asistan olarak yapmak zorundaydı ama Deniz bunu direkt yok sayarak “Benden intikam almak için yapıyor, benim canımı acıtmak için yapıyor. Sonunda onu terk etmeme bir tepki veriyor! Ama böyle mi tepki veriyor ya?” diye düşünüyor. Hemen de hesap sormaya gidiyor. Karşısında hiç görmeyi beklemediği bir Rahmet var. Eskiden onun attığı her adımda bakışları yumuşayan, içi giden, ona kayıtsız kalamayan adam ona onu umursamadığını söylüyor, “eğlendik bitti” diyor, onu terk ettiği için intikam aldığı görüşüne ise “çok yanılıyorsun bebeğim” diyerek rahat rahat cevap veriyor! Tabii bu sırada Rahmet’in “Ne oldu sana?” sorusuna “Aşık oldum. Aldı beni böyle bütün hücrelerine kadar, sonra da terk etti gitti. Bittim yani.” diye cevap verdiğini, dolabın üzerindeki Deniz’in “Su bitti :)” yazıp öpücükle imzaladığı post-it’i atamadığını, kalemliğinde tokasını sakladığını, çalan kapıya onun geldiğini sanarak koştuğunu bilmiyor Deniz. Deniz’in gözünde manzara aşık olduğu -belki de bunu kendine bile itiraf edemediği- Rahmet’in ona böyle kayıtsızca davranıyor oluşu… Deniz kimsenin kendisine kayıtsız kalmasına alışkın biri değil, “Kimse bana böyle davranamaz” diyor ama burada asıl önemli nokta Rahmet’in onu umursamaması… Rahmet’in annesiyle ilgili dediklerinden sonra bile bu kadar sinirlenmeyen Deniz bu sefer savaş bayraklarını açıyor. Çünkü Deniz bu kadar umursarken, bu kadar değer verirken Rahmet nasıl umursamaz, nasıl değer vermez? Rahmet de yalnızca Deniz’in egosu sebebiyle bu umursanmamayı kaldıramadığını düşünerek yanılıyor. Deniz’in aslında ondan neden ayrıldığını bilmiyor ve bunu sormaya bile tenezzül etmiyor!
Derin’e rağmen Rahmet’e sürekli adım atmaya devam eden Deniz’in Derin’in iki sözüyle Rahmet’ten vazgeçmesini pek anlamlandıramadım önce. Çünkü Deniz hep Derin’le Rahmet’in arasındakinin aşk olmadığının altını çizdi ve Derin’e çoğu kez sert çıkıştı. Ama ne hikmetse bir an önce Rahmet’e dönmek motivasyonuyla gittiği Derin’le konuşmasından dönmedi! Konuşmada altı çizilen “Aşık mısın ona?” detayı ve Deniz’in zar zor yalanlaması, bakışlarını Derin’den kaçırması bence asıl ayrılık sebebiydi. Deniz gibi sevilmemiş bir kız için birini çok sevmek çok zor olsa gerek… Hem nasıl seveceğini bilmezsin, hem de o çok sevdiğin kişi tarafından sevilememekten çok korkarsın. Bu sefer de Derin’in arkasına sığınan Deniz oldu bence. Deniz belki de ilk defa yarını düşündü. Yarın Rahmet onu sevmezse ne olacaktı? Birine kardeşini böyle üzecek kadar aşık olmasını da kendine yediremedi belki… Ama Rahmet’e onu terk ettiğini bile kendi söyleyemedi. Oysaki Tolga’ya ve diğerlerine çat çat söylemişti. Eğlendik bitti diye geçiştirilen şey birazcık daha uzasaydı Deniz’in en güzel yerinde uyanmaktan korktuğu bir rüya olacaktı. Annesinin terk ettiği, babasının umursamadığı, kardeşinin hor gördüğü, erkeklerin sadece güzel olduğu için ilgisini çektiğini düşünen Deniz için böyle bir şey çok ağır olmaz mıydı? Yani Rahmet’i terk eden o olmasına rağmen Rahmet onu umursamayınca kılıç kalkan kuşanan bir Deniz varken hem de…
Bundan sonra bu iki birbirinden habersiz aşığın ne yöne gideceğini gerçekten çok merak ediyorum. Bu çiftle ilgili en çok sevdiğim şeylerden biri de her bölüm sonu “Eee, şimdi ne olacak?!” diye sordurmaları. Bizimkiler önce kaybedip ancak ondan sonra kazanabilecekleri bir savaşa girdiler. Her şeylerini ortaya koydular. Siyaset terminolojisinde bir söz vardır “no-holds-barred-war” diye, yani tarafların savaşı kazanmak için artık hiçbir kuralı tanımayacaklarını anlatır, bütün limitler kaldırılmıştır. Dolayısıyla yaralamaya da yaralanmaya da çok açık olacaklardır, varlarıyla yoklarıyla saldıracaklarından… Bakalım, bu savaş nasıl ilerleyecek, ilk önce kim pes edecek, kim yenilecek? Ama aşkın kazanması için iki tarafın da bir kez mağlup olması gerekiyor bence. Deniz şu ana dek hep kazandı ama eğer şimdi kaybedeceği bir savaşa giriyorsa ne olacak? Rahmet kendini kaybetmeye zaten hazırlamış, Rahmet zaten çoktan kaybetmiş. Derler ki eğer biri zayıf diğeri güçlü iki güç savaşa giriyorsa güçlü olan kazanacağına emin olduğundan karşısındakini hafife alır ve bu sebeple kaybeder ama zayıf olan zaten kaybedecek bir şeyi kalmadığı için sonuna dek savaşır. Bizimkilerin durumunda bir de birbirlerinin canını acıttıklarında kendi canlarının acıması durumu da var… Bakalım deli aşıklarımızın başına neler gelecek? Merakla bekliyoruz…