Not: Spoiler vermemeye çalıştım ama bazı yerlerde ufak spoilerlar olabilir.
Liane Moriarty’nin çok satan kitabı Big Little Lies, 2017 yılında HBO’da yayın hayatına başlamış; kendine has özellikleriyle dikkat çekmiş ve beğeniyle izlenmişti. Aynı sene, Ekim ayında ise Star TV’de yayınlanmaya başlayan Ufak Tefek Cinayetler, başladığı tarihten itibaren diğer dizilerden sıyrılmış; kemik bir izleyici kitlesi elde etmiş ve yine o da beğeniyle izlenmişti.
Bu iki dizinin tek bir yazıda toplanmasının sebebi ise Ufak Tefek Cinayetler’in yayınlanan ilk bölüyle Big Little Lies uyarlanması sanılması; uyarlama olmadığı anlaşıldığında ise sürekli olarak iki dizinin kıyasının yapılması. Peki bu dizilerin birbiriyle kıyaslanmasını sağlayan ne?
Şüphesiz ki bizi bu kıyasa sürükleyen en büyük etkenlerden ilki; iki dizinin de bir parti sırasında işlenen cinayetle başlaması ve anlatılan olayları, sorgu sırasında tanıkların ifadeleriyle, sürekli olarak geçmişe dönerek izlememiz.
İkinci en büyük etken ise, dizinin ana karakterinin kadınlardan oluşması. İki dizide de olaylar, kadınların yaşadıkları üzerine kuruluyor. Aslında bu en büyük benzerlik etkenlerinden ikincisi; en büyük farklılık etkenimiz de… Çünkü Big Little Lies, günün sonunda kadınların dayanışmasını konu alırken Ufak Tefek Cinayetler’de durum tam tersi yönde ilerliyor.
Çocuklarının aynı okulda okumasıyla tanışıp arkadaş olan Madeline, Celeste ve Jane; okulun ilk günü Jane’in oğlu Ziggy’e atılan iftira sonrası iyice kenetlenip birbirlerini destekliyorlar. Bu üç kadın karakterin dışarıdan yüksek standartlı, şaşaalı ve mükemmel gözüken hayatlarının aslında görünenden çok farklı olduğunu izledikçe anlıyoruz. Gelin karakterleri inceleyelim:
Madeline: Big Little Lies’ı Ufak Tefek Cinayetler’den sonra izlediğim için dizide sürekli bir kaos ortamının oluşmasını ve bir noktada kadınların birbirleri arkasından iş çevirmesini bekledim. Bu beklentimin en büyük kaynağı Madeline’di. Madeline ve Merve’nin kontrolü ellerinde tutma istekleri ve mükemmeliyetçilik arzuları; Madeline’in eski eşinin yeni ailesine karşı Merve’likler yapacağı hissi uyandırmıştı.
Jane: Tecavüz maduru bir genç kadın. Bu tecavüzden olan çocuğunu tek başına büyütüp ona yetmeye çalışmış. Yaşadığı olayı ilk kez Madeline’e anlatıyor ve sonrasında bu olayla yüzmeşmeye karar veriyor. Jane, tecavüze uğrayıp bununla henüz yüzleşememiş bir karakteri yansıtıyor. Olayın etkisinden kurtulamadığını sadece üzerini örttüğünü; gördüğü kabuslarla, erkeklerle iletişiminin pek olmamasıyla anlayabiliyoruz.
Celeste: Sorgu sırasında istisnasız herkesten Celeste ve ailesine hayran olduklarını, kocasının ne kadar harika biri olduğunu ve birbirlerine çok aşık olduklarını dinliyoruz fakat buz dağının altında kalan taraf gözüktüğü kadar mükemmel değil. Celeste, eskiden başarılı bir avukatken çocuklarının doğmasıyla kendisini onlara adamış bir anne. Eşinden gördüğü psikolojik ve fiziksel şiddeti o kadar herkesten saklamış ki kendisi bile buna inanmamak için türlü bahanelere sığınmış. Celeste aslında eşini çok severek evlenen ve hatalarını görmeyi reddeden; çevremizde görebileceğimiz kadınlardan. Onun şiddeti kabullenme ve harekete geçme sürecini izlemek hem gergindi hem de heyacanlıydı. Çünkü hem senarist hem de yazar, bütün karakterlere olduğu gibi, Celeste’de o kadar güzel ruhsal tahliller yazmışlar ki; Celeste’in yeniden kendini keşfetme sürecini izlerken heyecanlanmamak elde değildi.
Aynı lisede okuyup aynı yerde büyüyüp arkadaş olan Oya, Merve, Pelin ve Arzu; okulun pikniği sırasında diğerlerinin Oya’ya attığı iftira sonucu birbirlerinden kopuyorlar. Bu olaydan yirmi yıl sonra dörtlü liselerinin müdürünün cenazesinde tekrar karşılaşıyorlar ve olaylar başlıyor.
Kısaca Big Little Lies ve Ufak Tefek Cinayetler’in bu kadar benzetilmesinin en temel faktörleri; ortada bir cinayetin olması ve dizilerin kadınları merkeze alıyor olmaları. Bir de belki, isimlerinin birbirlerini andırması. İki diziye de yeni sezonunda başarılar dilerim, reytingleri bol olsun.