tds_thumb_td_300x0
The Stranger 1. Sezon 1. Bölüm İncelemesi

The Stranger başrollerinde Richard Armitage, Shaun Dooley, Siobhan Finneran, Jacob Dudman, Dervla Kirwan’ın yer aldığı bir Netflix dizisi. İlk bölümü izleyince bölüm bölüm inceleme yazmaya karar verdim. İnceleme yazarken spoiler vermemek imkansız ama ben yine de önemli bir noktayı spoiler olarak belirteceğim.

Bölüm bir grup gencin ateşin etrafında eğlendiği görüntüler ile başlıyor ve ardından çıplak halde koşan bir genci görüyoruz. Bu sahnelerin ardından 10 saat öncesine dönüyoruz ve Adam adında bir adamın çocuklarını okula bıraktığını görüyoruz. Küçük oğlunun aileleriyle katılması gereken bir futbol turnuvasının olduğunu öğreniyor Adam ve turnuva için okulda kalıyor. Turnuvaya verilen bir arada eşiyle konuştuğunu ve eşinin öğretmen olduğunu iş nedeniyle şehir dışında olduğunu öğreniyoruz. Telefonu kapatınca Adam’ın yanına bir yabancı yaklaşıyor ve eşi Corrine’in onun sandığı gibi biri olmadığını söylüyor. Corrine’in iki yıl önce bebeklerinin olacağını söylemesinin bir yalan olduğunu sonra da bebeklerini düşürdüğü yalanına sığındığını söylüyor. Hatta çocukları için de dna testi yaptırmasını öneriyor yabancı ve ekliyor inanmazsan kredi kartı ekstrelerini sorgula. Adam şoka girip sen kimsin diye sorsa da cevap alamıyor.

 

Eve geçtiğinde içine kuşku düşüyor ve kredi kartı ekstrelerine baktığında değişik bir firmanın ismini görüyor. Bankayı arayıp sorduğunda ise bu firmanın paravan olduğunu arkasında sahte hamilelik ürünleri satan bir web site olduğunu öğreniyor.

Bu sırada Adam’ın çocuklarıyla arkadaşlarının ilişkilerini izliyoruz ve değişik bir şeyler olduğunu anlamamız uzun sürmüyor zira bölümün başında gösterilen gençler zaten onlar.

Polis departmanından yaşlı bir kadının hayatından kısa bir kesit izliyoruz ve kadının bir lama cinayeti için olay mahalline gittiğini görüyoruz. Lamanın kafası kesilmiş ve vücudunda insan ısırıkları var. Tabi bu sahne beni biraz üzmedi değil insanlar lamanın neden öldürüldüğünü bile araştırıyor keşke bizde de hayvanlara böyle değer verilse. Olay mahallinden partneriyle ayrıldığında ormanda dala asılı bir kıyafet fark ediyorlar ve izleri takip ettiklerinde bölümün başında çıplak bir şekilde koşan genci ağır yaralı bir şekilde buluyorlar. Burada anlıyoruz ki dizinin gidişatında dedektifler büyük önem taşıyacak.

Adam’ın eşi Corrine eve döndüğünde Adam karısını sorguluyor ve Corrine itiraf ediyor fakat işlerin onun bildiğinden çok daha büyük ve karmaşık olduğunu söylüyor. Lisede başarılı öğrenciler için düzenlenen bir ödül gecesi olduğunu söyleyip o geceden sonra yemekte her şeyi anlatacağını söylüyor. Ödül gecesine gittiğimizde ise Corrine gelmiyor ve en iyi öğretmen ödülünü onun için Adam alıyor. Bu sahnede müzik ve verilen gerilim çok başarılıydı. Belki saatlerce eşine ulaşamıyor Adam ama sonunda Corrine’den mesaj geliyor: ”bir süre ayrı kalsak iyi olacak, çocuklara göz kulak ol.” Yabancı dizi izleyenler o mesajın Corrine’den gelmediğini ve onun başına bir şey geldiğini çoktan anladı bile.

Ve BÜYÜK SPOİLER!

Adam’ın büyük oğlu bölüm sonunda endişeli bir şekilde dolabını açıyor ve lamanın kafasını görüyoruz! Bahsettiğimiz yabancıyı da polisimizin en yakın arkadaşının cafesinin önünde görüyoruz ve bölüm bitiyor.

Diziyi beğendim yani aşırı bayıldığımı söyleyemem ama gayet izlenebilir türden bir dizi. Germesini de başarıyor. Yine de Netflix bir an önce küçük kasaba, sorunlu gençler ve ebeveynler döngüsünü kırmalı zira çoğu dizisinde hep aynı kasabayı izliyormuşuz gibi hissediyorum.

Contagion I Film İncelemesi

Contagion, başrollerinde Gwyneth Paltrow, Matt Damon, Laurence Fishburne, Jude Law, Kate Winslet, Marion Cotillard, Jennifer Ehle, Bryan Cranston gibi yıldızlar geçidinin olduğu bir film. Evet yanlış duymadınız bu yıldız oyuncuların hepsi bu filmde yer alıyor. Filmin yönetmeni Steven Soderbergh, senaristi ise Scott Z. Burns.

Son günlerde Çin’in Wuhan kentinde ortaya çıkan Corona virüsü ile ürkütücü benzerlikleri olan bir film Contagion. Gerçekten virüsle alakalı gündemi takip ediyorsanız bu benzerlikler sizi de şaşırtabilir. Tabi birçok komplo teorisinin olduğu sosyal medyaya tamamen inanmadığımı ve film bunları bilerek yapıyor yaa diyen biri olmadığımı belirtmek isterim. Kesin veriler olmadan bu böyle oldu demek manipülasyondan öteye geçmez çünkü.

Gelelim filmin konusuna; iş gezisi nedeniyle Çin’e bağlı özel idari bölge olan Hong Kong’a giden Beth Emhoff’a virüs bulaşması ile başlıyor her şey. Yemek yediği restauranttaki birçok kişiye de virüsü bulaştırıyor ve virüs yavaş yavaş tüm dünyaya yayılıyor. Daha sonra ülkesi Amerika’ya dönen Beth oğluna da bulaştırıyor virüsü. Henüz filmin onuncu dakikasında Gwyneth Paltrow’un ve oğlunun ölmesiyle film bizi oldukça şaşırtırken mesajını da veriyor: bu filmde başrol yok! Eşi Mitch’in hastanede karısını kaybettikten sonra öyle bir konuşması ki var ki insanı gerçekliğiyle çok çarpıyor. Eşinin öldüğünü söyleyen doktora ”peki şimdi onunla konuşabilir miyim?” diyen Mitch’in çaresizliği dramatize edilmeden oldukça gerçekçi yansıtılmış. Aynı zamanda ortalama bir günde gerçekleşen sayısız insan etkileşimiyle güçlenen salgın, kısa sürede tüm dünya ülkelerine yayılır ve küresel bir salgın patlak verir. Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi’ndeki araştırmacılar mutasyon geçirmekte olan virüsü incelemeye başlar. Müdür Cheever(Laurence Fishburne) halkın paniğini yatıştırmaya çalışır ve doktorlarından Erin Mears’i (Kate Winslet) virüsün patlak verdiği Hong Kong’a gönderir. Dünya Sağlık Örgütü de aynı zamanda çalışma yapmakta ve doktorlarından Leonora Orontes’i (Marion Cotillard) virüsün yayıldığı bölgeye gönderir. Bir blog yazarı olan Alan Krumwiede (Jude Law) halka gerçekten ne olduğuna dair doğruların söylenmediğini iddia ederek halka korku aşılar.

Sanırım daha fazlasından bahsetmek filmi izleyecek olanlara büyük spoiler olur. Ama şunu düşünmek zor olmayacaktır; milyonların öldüğü bir salgında insanların yağmaladığı evler,marketler.. Virüsün yarattığı kargaşadan maddi anlamda nemalanmak isteyen kişiler, doktorların ve devlet yetkililerin halk tarafından kaçırılması özetle toplumsal düzenin kalmaması. Film post apokaliptik tarzda ve çok gerçekçi. Toplumsal düzenin bozulması derken the walking dead tarzı bir aksiyon beklememek lazım filmden. Film gerçekten insanı gerçekçiliği ile geriyor. Bu kadar yıldız oyuncuya rağmen kimsenin başrol olmaması da filmin gerçekçiliğini öne çıkarıyor. Filmde her an herkes ölebiliyor kimse kahraman değil ve kimse direnemiyor virüse. Her yönüyle milyonları öldüren bir virüs ortaya çıksa toplumda neler olurun örneği gözler önüne seriliyor. Bu yönden çok beğendim.

Filmi izleyenlerin eleştirdiği noktalar var elbet bir taraf haklı gösterilirken bir tarafın haksız gösterilmesini eleştirenler olmuş ama ben buna katılmıyorum film herkesi kendi penceresinden eleştiriyor. Virüsün neden kaynaklandığını burada açıklamam da spoiler olacaktır ama sanırım bunu tahmin etmek de zor değil.

Günümüzdeki corona virüsüyle filmdeki virüsün ortak noktaları; virüsün Çin’de üstelik balık pazarında ortaya çıkıp yarasalardan kaynaklanması. Bu öngörüsü nedeniyle izlenmeye değecek bir film.

You 2. Sezon İncelemesi: Huylu Huyundan Vazgeçebilir mi?

Merhabalar. Sitedeki ilk yazım olduğu için biraz heyecanlıyım 🙂 Ama daha fazla oyalanmadan You’nun ikinci sezonu hakkındaki yorumlarımı sizlerle paylaşmak istiyorum.

İkinci sezon başrollerinde Penn Badgley, Victoria Pedretti ve Ambyr Childers yer alıyor. İkinci sezonu anlatmaya başlamadan önce kısa bir şekilde birinci sezonun sonunu hatırlayalım istiyorum. Beck’in her şeyi öğrenmesiyle onu kafese kapatmıştı Joe üstelik kendisini aldattığını da öğrenmişti. Aşk için cinayet işlemekten hiçbir zaman çekinmeyen Joe, Beck’i de öldürmek zorunda kalmıştı. Fakat sezon finalinin son sahnesinde öyle bir şey izledik ki ağzımız Joe’yla beraber açık kaldı desem yeridir. Joe’nun kendisi de dahil öldürdüğünü sandığımız eski sevgilisi Candace geri dönmüştü!

Kısa bir hatırlatmadan sonra ikinci sezon incelememize geçebiliriz. İlk bölümde Joe’nun tuvalete gidiyorum bahanesiyle Candace’den kaçtığını görüyoruz ki bu sahne de beni oldukça gülümsetti 🙂 Joe her şeyi arkasında bırakmak ve Candace’den kurtulmak için New York’tan Los Angeles’e taşınıyor. Burada yeni bir başlangıç yapıp iyi bir insan olmayı diliyor ve her şeyin farklı olacağına inanmak istiyor. Bir gün girdiği bir markette Love’ı (Victoria Pedretti) görüyor ve tesadüfen karşılaştığı Love’a karşı bir ilgisi oluşuyor. Love’ın markette çalıştığını görünce kendisi de marketin kitap reyonunda çalışmak için iş başvurusunda bulunuyor ve kabul ediliyor. Daha sonra Love’ın ikiz kardeşiyle beraber marketin sahibi olduğunu öğreniyor.  Bölüm sonunda ise öğreniyoruz ki bu karşılaşma aslında tesadüf değil her zaman olduğu gibi Joe’nun planladığı bir tezgah. Joe bir adamın kimliğini çalıp kendini herkese Will Bettelheim olarak tanıtıyor bu esnada da gerçek Will’i  kendi yaptığı kafese hapsediyor.

Geçmişinden ders alıp iyi bir insan olmak için çabalayan Joe yaptığı hataları tekrarlamak istemediği için Love’dan uzak durmaya çalışıyor ama bu süreç Joe için çok zor geçiyor çünkü Love da Joe’dan oldukça hoşlanıyor ve beraber olmaları için Joe’ya baskı yapıyor. En sonunda Joe da Love’a karşı koyamıyor ve ilişkileri başlıyor. Love, Beck’e göre çok daha baskın bir karakter çok daha akıllı ve çok daha ısrarcı. Joe bu sefer gerçekten doğru insanı bulduğunu düşünüyor ve Love’a koşulsuz güveniyor.

Çiftimizin dışına çıkıp biraz yan karakterlerden de bahsetmek istiyorum. Joe’nun hapsettiği Will karakterini ben çok sevdim. Soğukkanlı oluşu ve Joe’yla sohbet edişi çok hoşuma gitti bu soğukkanlılığı sayesinde de Joe onu bıraktı o da Joe’yu ihbar etmeyerek kendisinin gerçekten güvenilecek biri olduğunu gösterdi. Love’ın da bir çocuğu var! Evet ikiz kardeşi Forty’yi resmen çocuğu gibi görüp her derdine koşup ona adeta bakıcılık yapan bir Love’ı izliyoruz hatta öyle ki çiftin çoğu anını Forty sorunlarıyla baltalıyor. Forty aynı zamanda Love’la beraber marketin sahibi yani sürekli Joe ve Love’ın yanında ki bu durum Joe’yu çok sıkıyor. Çocukluklarından beri Love kendisine bakıcılık yaptığı için Forty en ufak sorununda Love’a koşuyor ve mızmız bir çocuktan öteye gidemiyor. Joe, Forty’nin Love için ne kadar önemli olduğunu gördüğü için Forty’le sürekli ilgileniyor tabii ki seyirci bu sahneleri izlerken hep Joe’nun dayanamayıp Forty’i öldüreceğini düşünüyor çünkü Forty gerçekten bazen dayanılamayacak kadar mızmız. Forty’den mızmız bir karakter olarak bahsettim ama James Scully karakteri öyle bir yere taşımış ki insan izlerken sürekli o mızmız çocuğu alıp bağrına basmak istiyor. Forty karakteri en sevdiğim yan karakter oldu.

Joe apart gibi yan yana küçük evlerden oluşan bir yerde kalıyor. Apartı işletip kiraya veren Delilah ve kardeşi Ellie ise ilk bölümden itibaren Joe’nun çevresinde olan isimler. Ellie 14 yaşında ve ergenlik sancıları yaşamasına rağmen oldukça zeki bir kız. Sancılı bir çocukluk geçiren çocukların Joe’nun ilgisini çektiğini ve onlara annelik yaptığını görmüştük hep. Ellie’ye de adeta annelik yapan bir Joe izledik bu sezon. Ellie film senaryolarının editörlüğünü yapmak ve yönetmen olmak isteyen bir çocuk. Hatta öyle meraklı ki bu işlere staj yapmak için bir Holywood yıldızıyla görüşmeler yapıyor. Ablası ise Ellie için oldukça korumacı hatta o yıldızla görüşmesini istemiyor sebebini ise bir konuşmalarında Joe’ya anlatıyor: Holywood yıldızı zamanında Delilah’a tecavüz etmiş ve Delilah bundan dolayı endişeli. Joe daha önce Ellie’nin telefonuna onu takip edebileceği bir uygulama yüklemişti ve bu uygulama sayesinde bir akşam Ellie’nin adamın evine gideceğini görüyor ve Ellie’yi koruyabilmek için eve gizlice giriyor. Adamın Ellie’nin meyve suyuna ilaç kattığını görünce adamı bayıltıp bağlıyor. İyi bir insan olmaya çalışan Joe’nun amacı bu sefer insan öldürmek değil adama suçlarını itiraf ettirip onu kamuoyu önünde cezalandırmak. Fakat işler yolunda gitmiyor ve Joe yine cinayet işlemiş oluyor. Ellie ise ilacın etkisinde olduğu için baygın bir şekilde ve hiçbir şeyin farkında değil.

Bunlar yaşanırken Forty’nin en büyük amacı senaryo yazıp film yapmak. Bunun için yapımcıların, yönetmenlerin peşinde koşup şehir dışına çıkıyor. Ve bir etkinlikte kendini ona Amy olarak tanıtan Candace’le beraber Los Angeles’a dönüyor. Love’ın annesi ve babası nikah tazelemek için etkinlik düzenlediğinde Forty mekana Candace ile geliyor ve işler Joe için sarpa sarıyor. Çok geçmeden Candace her şeyi Love ve Forty’e anlatıyor tabi bu esnada Will olarak tanıdıkları kişinin Joe Goldberg olduğunu öğreniyorlar yine de Candace’e inanmayıp Joe’nun anlattığı hikayeye inanıyorlar. Joe onlara Candace’in takıntılı bir eski sevgili olduğunu ve bu yüzden adını değiştirip Los Angeles’a taşındığını anlatıyor. Love’ın en hassas noktası kendisine yalan söylenmesi olduğu için Joe’yu terk ediyor. Çiftimiz sezon sonuna kadar ayrı kalıyor. Bu sırada Joe, Delilah ile yatmaya başlıyor. Daha önce bahsetmeyi unuttuğum bir şeyi burada belirtmek durumundayım. Love önceden evliymiş ve eşi duyma engelliymiş. Eşi hastalanıp ölüyor ve Love Joe’ya kadar kendini aşka kapatan bir isim. Eşinin en yakın arkadaşı hep Love’la ilgilenmiş ve o öldükten sonra da Love’a yanaşmış. Love da Joe’yu unutmak için onunla birlikte olmaya başlıyor.

Olay örgüsünden çıkıp biraz kendi düşüncelerimi aktarmak istiyorum burada. Joe’nun ne Beck’i ne Love’ı sevdiğini düşünmedim ki ayrılır ayrılmaz başkasıyla yatan birinin gerçekten aşık olduğunu kimse düşünmez bence. Joe için Love da Beck gibi saplantılı bir tutku. Yine de Joe kendini iyileştirmeye çalışıyor bu sezon. Love’ı kazanabilmek onu hak edebilmek için iyi biri olması gerektiğini düşünüyor ve ciddi bir karakter gelişimi görüyoruz Joe da. Kimseyi öldürmek istemeyişi, hapsettiği kişileri salma isteği bunun en büyük kanıtı. Hatta Candace’e bile zarar vermeden göndermek istedi. Bu sezon ilk sezona göre beğendiğim başka bir konu da yan karakterlerin sevilesi insanlar olması. Beck’in arkadaşları çok sevimsizdi mesela ama Love’ın arkadaşlarını sevdim ben. Yine Forty en sevdiğim yan karakter oldu keza Joe’nun yerine geçtiği Will de kendini sevdiren bir karakter oldu.

Sezonun sonlarına doğru gelirsek; Delilah Joe’nun evine girdiğinde Joe’nun kafesini yaptığı deponun anahtarını buluyor ve merak edip depoya gidiyor gittiğindeyse kafesi görüp şoka giriyor. Joe eve kamera yerleştirdiği için depoya gidiyor ve Delilah’ı hapsediyor. Ama aklındaki şey Delilah’ı öldürmek değil salmak çünkü yukarıda da bahsettiğim gibi Joe bu sezon iyi biri olmaya çalışıyor. Amacı Delilah’ı salar salmaz uçağa atlayıp kaçmak. Aynı akşam Forty, senaryo yazmaları için Joe’yu bir otel odasına kapatıyor üstelik Joe’nun içkisine uyuşturucu bir ilaç atıyor ve kafalar güzelleşiyor. Yazmaya çalıştıkları senaryo ise Candace’in Joe’ya gıcıklığına önerdiği Beck’in kitabı. Joe odadayken Love arıyor ve ona barışmak istediğini söylüyor Joe da ona buradan Forty’i de alıp gidelim diyor. Love kabul ediyor. Bir süreliğine Forty ve Joe odadan çıkıyorlar ve Joe uyuşturucu etkisinde olduğu için dışarıda oldukları süreçte ne yaptıklarını hatırlamıyor. Tek isteği sabah olur olmaz Delilah’ı salıp Love ile oradan kaçmak. Sabah büyük bir heyecanla kafese gittiğinde Delilah’ı kanlar içinde buluyor. Önceki geceye dair bir şey hatırlamayan Joe kendisinin yapıp yapmadığını çözmeye çalışıyor ve Candace yeniden ortaya çıkıyor. Candace Forty’e tekrar aynı şeyleri anlattıktan sonra Forty ona inanıyor ve sezon finali boyunca Love’ı uyarmaya çalışıyor. Candace, kafese gidip Joe’yu hapsediyor ve Love’ı çağırıyor. Hepimiz o sahnede eminim ki Joe için her şey bitti sandık ama…

Love tam bir sayko çıktı evet. Über zekalı Love, Candace’in anlattıklarıyla bazı şeyleri bağdaştırıp Beck’in kitabını okuyor ve her şeyi anlıyor anladığından itibaren yaptığı tek şey ise oyun oynamak. Joe’ya zarar gelmemesi için Delilah’ı öldürdüğünü anlatıyor Joe’ya. Hatta çocukken bakıcıları Forty’e istismar uyguladığı için bakıcılarını öldürmüş Love. Joe şoka giriyor tabi karşısında kendisinin başka bir versiyonu var. O kafeste kapalı kaldığı sürece Beck’in yaşadıklarını anlıyor. Love resmen saplantılı bir şekilde Joe’yla devam etmek istiyor ve adeta yalvarıyor. Joe’ya hamile olduğunu söylüyor Joe bunun üzerine devam etmeyi kabul ediyor ve kafesten çıkıyor. Delilah günlerdir kayıp olduğu için polis arkadaşı bu esnada Delilah’ı arıyor ve marketin önünde bekliyor. Joe ve Love, Forty’i sakinleştirmek için markette onunla buluşuyorlar ve bom! Forty Joe’ya silah dayıyor ve Delilah’ın polis arkadaşı her şeyi Forty’nin yaptığını sanıp Forty’i vuruyor ve hiçbir suçu olmayan Forty tüm yaşananların kurbanı oluyor.

Son sahnelerde ise Joe’nun Delilah’ın kardeşi Ellie’ye para gönderdiğini onu uzaktan kolladığını görüyoruz. Aradan zaman geçmiş ve Love karnı burnunda bir şekilde Joe’ya gülümsüyor. Bahçeli bir evde yaşıyorlar ve Joe kalkıp duvar kenarına gidiyor, güneşlenmekte olan komşusunu görüyor tabii komşusunun sırtı dönük ve şapkalı olduğu için biz kendisini göremiyoruz. Joe’nun ağzından çıkanlar bizi şaşırtıyor. ”Hey you!”… Üçüncü sezona selam çakılan bu sahneyle Joe’nun yeni bir avı olduğunu, çocuk sahibi olmanın da onu durdurmayacağını görüyoruz. Lakin benim teorim yine bir av meselesinin diziyi tekrarlayacağı ve izleyiciyi sıkacağı yönünde. Zaten avın ellerine baktığımızda yaşlı bir kadın eli olduğu görülüyor. Muhtemelen Joe üçüncü sezonda komşusu olan annesiyle uğraşacak.

Bu sezon gördüğümüz diğer bir şeyse Joe’nun çocukluğunun gösterildiği flashbackler. Bütün flashbacklerde annesiyleydi ve sorunlu bir çocukluk gösterildi bizlere. İlk sezonda Joe’nun yaptıklarını bir temele oturtamıyorduk ama bu sezon verilen flashbacklerle yaptıklarının nedeni güzel bir şekilde verildi izleyiciye. Üçüncü sezon için anne konusuna yeşil ışık yakıldı böylece. Bence ilk sezona göre her yönüyle daha güzel bir sezon izledik. En büyük endişem dizinin kendini tekrarlamasıydı fakat oldukça farklı bir yol izlemeyi başarabilmiş senaristler. İlk sezon hiç sevemediğim yan karakterler vardı ve ben ikinci sezondaki yan karakterleri de çok sevdim. Yine gerilim kısmı da ilk sezona göre daha fazlaydı bence. Favorim bu anlattıklarımdan ötürü ikinci sezon oldu.

İlk yazım olmasından dolayı bu kadar uzun olacağını tahmin etmemiştim. Yazının sonuna kadar okuyan herkese teşekkür ederim. Başka yazılarda görüşmek üzere! 🙂

error: Korunan İçerik!