Vedat: Sevgide Israrcı Olunur mu?

Sevgide Israrcı Olunur Mu?

‘Lütfen beni sev…’ kulağa ne kadar naif, hoş ve anlayışlı bir cümle gibi geliyor değil mi? Hatta yalvaran bir anlam dahi içeriyor. Öyle de! Bu cümlenin öncesini ve sonrasını bilmeyene kadar nasıl anlaşılıyorsa öyle. Bir de söze ‘neden beni sevmedin…’ ile başlayan bir cümle ile giriş yaptığınızı düşünün. İnsanı  öncelikle afallatan bir soru cümlesi… ‘nasıl yani?!’ bunun sorusu mu olur! Bunun nedeni, niçini, emrivakisi, gönül koyması mı olur! Olabilir mi yani? Aklımızın almayacağı şeyleri mantığımıza yerleştirmeye çalışıyoruz, ama haklısınız mantığımız sorulara anlam veremeyerek hepsini bize geri iade ediyor. Ancak Sen Anlat Karadeniz’in kötü adamı (artık kötü demek bile yetmiyor) için bu çok basit bir soru! Yani anlayacağınız Vedat bu soruları çoktan mantığına yerleştirmiş bir de hakkı varmış gibi soruyor. Üstelik soru cümlesi ile değil, hesap sorma cümlesi ile… yani sonuna soru işareti yerine ünlem koyulan cinsten! Bize pek de normal gelmeyen soruya kendince cevap bulan Vedat, cevaplarıyla aslında içinde bulunduğu durumun ne kadar dışında kaldığını gösteriyor bize. Belki de dışında kalmayı tercih ettiğini… Bu ayrım özünde basit bir ayrım olsa da bizim özümüzde biraz karmaşık. Sevilmemesinin nedenini tamamıyla fiziksel algılayarak ‘güzellik/çirkinlik’ gibi göreceli, hatta geçici bir şekilde sunuyor bizlere. Bizim için kötü hep kötüdür ve ne söylese haksız/yanlıştır. Ama aslında bilmeyiz, bilinçaltımızın bizi ilk olarak güzel olana yaklaştırdığını, çirkin olandan uzaklaştırdığını… bilmeyiz, kötü karaktere eleştiri yaparken aslında özeleştirimizi yaptığımızı. Doğanın kanunu da bu değil midir? Annesi tarafından bile dışlanan çirkin ördek yavrusu kuğulara bakıp iç geçirmemiş miydi…

Vedat, kendini çirkinlik cevabıyla tatmin edememiş olacak ki bu sefer mantığa daha yakın bir cevapla çıktı karşımıza. ‘sinirlilik’ Sinirlerine hakim olamama, yakma, yıkma, yok etme, acıtma, yaralama, zarar verme, berbat etme… aklımıza gelebilecek her türlü zararı büyük bir hırsla, sinsi planlarıyla, freni patlamış araba gibi hızını alamayarak ilerliyor. Bunları yaparken önündekine, arkasındakine, yanındakilere hatta kendisine tamamıyla kör bir hal alıyor. ‘Hal alıyor’ diyorum çünkü biz her ne kadar Vedat’ın sürekli zarar veren halini izlesek de zamanında dışarıdan aslında ne kadar normal ,saygı duyulan insan(iş insanı) yönünü de gördük. Yok mudur böyle insanlar? Vardır! Hem de sağımızda, solumuzda hatta içimizdeki ‘ego’da! ‘Hadi canım!’ dediğinizi duyar gibiyim. Bunu ben değil Freud amcamızın ‘yapısal kuram’ı söylemiş vakti zamanında. Ben de Sigmund Freud’un yalancısıyım vallahi.J Freud; herkesin ilkel bir tarafının olduğunu, hal ve hareketlerin hatta düşüncelerin mantık ile hiçbir bağlantı kurulmaksızın gerçekleştirildiğinin, kişinin kendini var etme çabasından ibaret olduğunu anlatan kuramı. Yani insan ruhunun en karanlık diyarı… tıpkı Vedat Sayar’ın karanlıkları gibi… tıpkı mantığa sığmayan hal, hareket, tavırları gibi… Nitekim dinmek bilmeyen öfkesi de hırsı da sadece alt benliği(id)’nin esiri olduğu için… her neyse bu konuda işi ehillerine bırakıp ben yazıma devam etmek istiyorum 🙂

Ama Vedat için karalık yanının tek suçlusu Nefes! Ona bir adım ilerleseydi, bir kere yüzüne gülseydi belki deli divanesi, kulu kölesi olacaktı Nefes’in… dengesiz bir tahterevalliyi dengeye getirelim derken bu sefer tahterevallinin diğer ucuna gitmişiz. Hay Allah! Bir anormal düşünce daha, iflah olmaz bir Vedat Sayar daha! Yazının başında dediğim gibi öncesini ve sonrasını düşünmeden sadece bu sözlere odaklanın ‘…sen bana bir kere gülseydin… bir kere sevseydin… seni bir an olsun sevmekten vazgeçmedim… asla vazgeçmedim… seni seviyorum… seni çok seviyorum…’ ne kadar naif ve hoş sözler değil mi? Hatta tercih edilesi, imrenilesi sözler… ne kadar sevgi dolu… ama tüm bunlara rağmen yine bir aşırılık var değil mi? Hem de her aşırılıkta olduğu gibi bunun da ürkütücü bir tarafı var. Bir aksilik yok mu bu işte! Halbuki tercih edilesi demiştik az önce. Öncesini sonrasını bilmesek bile, aşırılıktan dolayı bir ürkütücülük olduğu aşikar. Yalnız bu cümlelerin öncesini, sonrasını, arasını düşünüce takıntının en tehlikeli boyutunu görüyoruz. Nefes’in dik başlılığı, kendinden ödün vermeyen tavrı, ona boyun eğmemesi Vedat’ı hem daha çok hırslandırıyor, hem de ona daha çok bağlanmasına sebep oluyor. Nefes’in kararlı duruşu Vedat’ı aksine daha da tutarsız yapıyor, onun tüm dengesini bozuyor. Nefes, Vedat’a ‘hayvan leşine bakar gibi’ baktıkça, Vedat tüm bu karanlık halleri kendine hak görüyor.

 Düşünceleri psikopat bir hal almış karakterin yanısıra sürekli kendiyle çelişen, hırsının esiri olmuş tehlikeli bir karakter izliyoruz. İşlenen iyi/temiz karakterlerin(kahramanların) aksine bir işi ayakta tutan, o işin belkemiği karanlık bir ruh haline bürünmüş ‘kötü karakteri’dir. Yani, işin en sürprizli tarafıdır. ‘delidir ne yapsa yeridir’ misali insanlık dışı, mantıkdışı ne varsa Vedat’a yakıştırabiliyoruz. Çünkü o, kötülerin kötüsü Vedat Sayar. Sürprizli olduğu kadar zorlu, hatta yorucu bir karakter olan Vedat Sayar’ı canlandırdığı için de Mehmet Ali Nuroğlu’nu ayrıca tebrik etmek gerekiyor. Mehmet Ali Nuroğlu’nun bir röportajında okumuştum: sahnelerden sonra bir süre kendisine gelemediğini ve hatta sakinleşmek için yogaya başvurduğunu söylemişti.  Sevgili Mehmet Ali Nuroğlu, izleyenleri nefessiz bırakan sahnelerden sonra bir süre kendinize gelememekte o kadar haklısınız ki! Kötü karakterler genelde -canlandıran kişi de dahil- sevilmez. Ama kötünün de kötüsü bir karakterin sevilmeyeceğini kim söylemiş! İyi ki bizim kötümüz siz oldunuz. Her hafta soluksuz izlediğimiz sahnelerin kahramanı, başarınız daim olsun.

Sevgiler…