Türk Dizi Sektörü Üzerine

Merhaba, bugün sizlerle genel bir analiz paylaşacağım. İğneyi kendime batırırken çuvaldızı başkasına batıracağım bu yazıda olabildiğince objektif olacağımdan şüpheniz olmasın.

“Gerçek Bir Hikayeden Uyarlanmıştır” İbaresi

Son zamanların vazgeçilmezi sanırım bu atıf. Özellikle sektörü ele geçiren Gülseren Budayıcıoğlu imzalı kurgulardan sonra hemen hemen her dizide bu yazıyı görür olduk. Kızılcık Şerbeti, Veda Mektubu, Camdaki Kız, Yalı Çapkını derken bu ibareyi görmekten hepimize ikrah geldi. Biz seyircileri etkileyen bu yazı mı yoksa hikaye mi, yapımcılar ve senaristler bunu bir düşünmeli.

Yalı Çapkını

Reytingleri düşündüğümüz de gerçek hayat hikayelerinin epeyce reyting aldığını görüyoruz görüyoruz da zaten senaryoların tümünde bir yaşanmışlık oluyor. Neticede geleneksel medyada fantastik işlere pek rastlayamıyoruz. En uçarı kaçarı kurgularımız bile “Ya bunu ben yaşadım,” denilen cinsten. On diziden sekizi bu ibareyi kullansa emin olun göze batmaz.

Açıkçası ben siyah fona yazılan “Bu hikayedeki kişiler ve kurumlar tamamen hayal ürünüdür,” yazısını epeyce özledim. Çok şükür ki yakın zamanda Tetikçinin Oğlu adlı dizide gördük de içimize bir su serpildi. Mazallah ya o da gerçek bir hikaye olsaydı?

Gülseren Budayıcıoğlu ve Televizyon Dizileri

Sektör bir psikolog olan Gülseren Budayıcıoğlu’nun tekelinde desek yersiz olmaz. Hemen hemen her kanalda bir işi mevcut. İstanbullu Gelin ile başlayan bu macera Yalı Çapkını ile devam ediyor. İstanbullu Gelin, Teşriki Mesai’nin usta yazımıyla beraber iyileştirici bir dile sahipken diğer işlerin şiddet pornosuna döndüğünü açık yüreklilikle söyleyebilirim. Tabii burada Doğduğun Ev Kaderindir’i de bu söylemden ayırmam gerekiyor. Demet Özdemir’in canlandırdığı Zeynep karakteri de karakter gelişimi göstermiş, kadın gücünü ustalıkla sergilemişti. Aşkın, sevginin tek başına iyileştirici güç olmadığının da altı çizilmişti. Son derece kompleksli ve psikolojik şiddetin her türlüsünü gösteren Mehdi karakterinin sevgiyle iyileşmeyeceğini görmüştük. Diziye ikinci adam olarak giren Barış Tunahan ise kurtarıcı bir figür olmak yerine destekleyici ve iyileştirici bir güçtü ve Zeynep’e sonuna dek destek olmuştu. Bu bağlamda izlemekten keyif aldığım bir diziydi. Bilirsiniz dizilerimizde ütopik şekilde hastalıklı karakterimiz daima güzellenir. Yaptıklarına bahaneler üretilir ve terapi olmaksızın aşk ile iyileşir.

Doğduğun Ev Kaderindir Barış ve Zeynep

Oysa aşk ya da sevgi tek başına yeterli değildir. Profesyonel birinden destek almadıkça yaralarımızdan sıyrılamaz hep aynı döngü içinde dönüp dururuz. Bu döngüyü bozan alışagelmiş kahraman-kurban hikayesinden çıktıkları için başta Teşriki Mesai olmak üzere Doğduğun Ev Kaderindir senaristlerine teşekkür ediyoruz.

Sansür Olmalı mı Olmamalı mı?

Bir önceki yazımda sansüre karşı olduğumu yazmıştım fakat bu şiddetin tamamen gösterilmesinden yana olduğumu da pek ifade etmez. Açıkça gösterilen sahneler beni sarsıyor. Özellikle de fiziksel olanlar.

Sevmek Zamanı adlı diziyi örnek gösterebilirim sanırım. Derya Pınar Ak’ın canlandırdığı Çiğdem karakteri tecavüze uğramıştı. Fakat biz bu sahneyi izlememiş, siyah bir minibüs ile kaçırılan karakteri ardından evine zar zor giren kendini banyoya atıp suyun üstünde ağlayan bir Çiğdem izlemiştik. Tamamen çarpıcı ve etkileyici bir sahneydi. Sonrasında girdiği sinir krizi, hezeyanlar da tüylerimi diken diken etmişti.

Sevmek Zamanı Çiğdem

Sansür var olacaksa senaristin isteğiyle var olmalı yani. Kaleminin güçlü olduğunu düşündüğüm senaristler fiziksel veya cinsel şiddeti göstermeden de çarpıcı bir etki yaratabilirler. Tabii bu benim fikrim.

Rtük ve Sansür

Geçtiğimiz haftalarda Kızılcık Şerbeti adlı diziye beş kez durdurma cezası veren ve yayın günü İslamofobi belgeseli yayınlayan kuruma tepkiler çığ gibi büyümüştü. Önce dizinin ekibiyle başlayan ardından sektördeki isimlerin de ses çıkarttığı bu ceza mahkeme kararıyla red yemiş, dizi geçtiğimiz cuma ekranlara gelmişti.

Gelmişti, gelmişti de insanların aklında tek bir soru vardı. “Neden Kızılcık Şerbeti?”

Geçen yazımda dizileri belirtmemiştim ama bu yazımda dizileri belirteceğim. Yürek Çıkmazı şiddetin dört türlüsünü de seyirciye sunan bir dizi. Ana karakterlerden Cennet ekonomik, fiziksel ve psikolojik şiddet görürken Birsen cinsel tacize uğramıştı. Denetleme Kurumu bu yayınlara herhangi bir reaksiyon göstermemiş, dizi yayın durdurma cezası almadan yayınlanmaya devam etmişti. Kızılcık Şerbeti’nin rakibi olan Yalı Çapkını’da Yürek Çıkmazı’ndan farklı değil. Hatta şöyleki dizilerimizin yüzde doksanı şiddet üzerine.

Kızılcık Şerbeti

Belinde silah olan koca koca adamlar, eşine psikolojik şiddet uygulayan eşler, gözüne kestirdiği kadını kaçırıp mahzene kapatan ruh hastaları, sözde aşık olduğu kadına emanet muammelesi yapan adamlar ve niceleri. Ekranda şiddetten başka bir şey yok aslında tatlı, mutlu, huzur veren işlerimiz çok az. Öyle ki bu işler bile reyting kaygısı yüzünden entrika içeriği yükleyebiliyor senaryoya.

Bir de güzelleme ve aklama var tabii. Feritler, Tamerler, Mehdiler mafyalar ve mafyanın atarlı giderli kompleksli çocukları aklanıp paklanıp güzelleniyor. Çocukluk travmaları bahane olarak sunuluyor seyirciye ve bir empati kurulması isteniyor. Bir de üstüne kadın karakter rehabilitasyon merkezi yerine konuyor. Kimse de demiyor ki “Ben senin tedavi merkezin değilim ruh hastası, git tedavi ol.”

Total grubumuz da bu durumdan şikayetçi değil. Senaristlerinde işine geliyor. Seyirciye ağzının suyu akacağı hikayeyi sunuyor, seyircide atılıyor oltaya. Geliyor reytingler, geliyor reklamlar!

Çöp Adam

Yani aslında ben pek şaşırmıyorum. Kendimi bildim bileli drama işlerinin teması bu. Drama işlerini geçtim romantik komedilerimiz de bile erkek karakterimiz kompleksli, yargılayıcı, egoist tiplerden oluşurken esas kızımız cennetten düşmüş bir melek gibi iyi mi iyi saf mı saf oluyor. Kum torbası gibi bir o yana bir bu yana atılıyor. Günün sonunda ise Aydilge şarkıları eşliğinde romantizm yaşanıyor.

Yolun ortasında durup sizi öpen bir adama veyahut iş yerinizde size bağırıp duran, aşağılayan bir adama akıl sağlığınız yerindeyse aşık olmazsınız. Burada cinsel tacizden ve psikolojik şiddetten bahsediyoruz. Üçüncü sayfa haberlerinde, sosyal medyada görüp lanet ettiğimiz olayları ekranda ağzımızın suyu aka aka izlememiz mide bulandırıcı değilse ne?

Seviyor Sevmiyor

Yani ben de her şey güllük gülistanlık olsun, ütopik bir dünya izleyelim demiyorum. Şiddet var, var da romantize edilmesi problem. Kıskançlığa, aşka indirgenmesi kurcalanması gereken esas sorunumuz bence. Her insanın sorunları vardır, hiçbirimiz sütten çıkma ak kaşık değiliz ama öz saygımız mevcutsa problemin dibi olan insanlarla da ilişkiye girmeyiz. Ben girmem yani. Sizi bilemem.

Şimdi bambaşka bir konuyu ele alalım.

Senaryosundan bir haber olan senaristler

Benim bildiğim yanlışsa düzeltin bir senaryonun sinopsisi, tretmanı olur. Kavramları açmam gerekirse hikayenin başı sonu bellidir. Bir kompozisyon yazdığınızı düşünün. Giriş, gelişme ve sonuç yapımcıya verilir. Elbette senaryo akışında değişiklikler olabilir. Yapımcıların senaryoya karıştığını da biliyoruz. Amma velakin bu, senaristin karakterine ihanet edeceği, hikayeye bambaşka bir yön vereceği anlamına da gelmiyor. İyi olan bir karakterin salt kötüye, kötü olan bir karakterin Peri Anne’nin değneği değmişçesine iyiye dönüşmesi bana hiç geçmiyor. Sizi bilemem. Yalı Çapkını’nın hemen hemen her karakterinde buna rastlayabiliyoruz. Birden bire kızlarına ve eşine düşkün hâle gelen Kazım yine birden bire şiddet faili bir adama dönüşürken, kendi ayakları üstünde durmak kendini bulmak isteyen Seyran, Ferit’ten başkasını düşünemez hâle geliyor.

Ferit ise ne istediğini bilmeyen hastalıklı bir karakter olarak yol almaya devam ediyor. Karakter gelişimi yok. Aksine tüm karakterler geriye doğru gidiyor.

Hadi Yalı Çapkını bir drama. Trajedi yumağı. Travma üstüne travma eklenmesi gerekiyor diyelim. (Demiyoruz bu arada) Ekranlara aile komedisi diye verilen Güzel Günler bile kendi senaryosuna ihanet etmiş hâlde. Alya’nın karakter tanıtımında hiçbir negatif öge yer almazken Alyamız birden bire Junior Ferhunde entrikaları çevirir hâle geliyor. Yetmiyor, Aleyna da birden bire lüks düşkünü, kompleksli bir kadına dönüşüyor. Burada “Are you really?” demek istiyorum pek sevgili senaristlerimize.

Güzel Günler

Açık söylemek gerekirse aslında pek de şaşırmıyorum bu süregelişe. Karakter tanıtımlarına Behlül’ün Adnan’a ihanet ettiği gibi ihanet eden senaristimiz bol. Yine bir örnek vermem gerekirse Tozlu Yaka’da bize şefkatli, merhametli, iyi diye sunulan Cemre’nin katil çıkması gibi.

Tozlu Yaka Cemre

Ters köşe yapacağım diye girişilen bu hikaye beni epey güldürmüştü. Başından beri katilin Cemre olduğunun söylenmesi ise kahkahalar attırmıştı. Madem öyleydi, karakter tanıtımında neden pozitif bir profil çizmişti? Muammalar dizesi.

Karakter tanıtımına sadık kalan sayılı isimlerden biri olduğu düşündüğüm Meriç Acemi’yi anmak istiyorum burada. Ufak Tefek Cinayetler adlı dizide karakterlere çizdiği profil ile senaryo çakışmamıştı. Hiçbirimiz Arzu’nun katil olmasını beklemesek de tanıtımda yer alan “arızalı bir kadın,” cümlesi bize göz kırpıyordu aslında. Günün sonunda Meriç Acemi’de Behlül olmuş senaryoyu da Bihter’e çevirmişti ya neyse.

Şimdilik burada bırakacağım. Sektörün falsosu o kadar fazlaki akademik makale çıkar üzerinden.

Bir dahaki yazımda görüşmek üzere.