The Protector 1. Sezon İncelemesi: Oyun Yeni Başlıyor!

İşlerimi bitirdiğim ilk fırsatta kalan son 4 bölümü izlemek vardı aklımda. The Protector ile ilgili daha önceki yazımı okuyanlar bilir. İlk 6 bölümün değerlendirmesini yapıp kalan 4 bölümü fırsatım olduğu ilk zamana saklamıştım. Ve bugün nihayet o fırsatı bulabildim. Bir önceki yazım son derece genel olduğu için bu yazımda spoi* yiyeceğiniz uyarısını şimdiden yapayım, sonra vay efendim biz daha izlememiştik olmasın:) Diziye henüz başlamadıysanız sizi derhal bir önceki yazıma alayım, buraya tıklayabilirsiniz.

Her şeyden önce süre bakımından bizi boğmayan bir iş izlemek ne büyük konformuş, çok şükür internet dizileri bize bu keyfi tattırıyor. Ekrandaizlediğimiz dizilerin aksine tahammül sınırlarımızı zorlamayan, gereksiz arageçişlerin olmadığı, diyalogsuz uzun bakışmalarla izleyiciyi baymayan işlerinhastasıyız! Boşuna çıkmamış bu slogan; ”Yerli dizi yersiz uzun!” diye. Ne yazık ki günümüzde kısa süreli bölümler izlemek bir lüks haline geldi. Her neyse bu konuya girersek çıkamayız. Bu sorun için ayrı bir başlık açılması gerekiyor o yüzden şuan için bu konuyu kısa kesiyorum.

”Size daha önce söylemiştim bu bir masal değil.”

Dengelerin değiştiği bir sezon finali bölümü izledim. Üstelik 10 bölümün nasıl geçtiğini kesinlikle anlamadım. (konunun sürükleyici olmasının yanında süresi kısa bölümlerin de etkisi vardı elbette) Son 2 bölümde kilit karakterlerin ölmesi beni endişelendirse de 10. bölümün son sahnesinde yeni sezonda herkesin kaldığı yerden devam edeceğini biliyoruz. Üstelik muhafız için şartların tepe taklak olduğu, kuralların hiçbir hükmünün kalmadığı, yeni oyunun yepyeni kurallarıyla sağlam bir ikinci sezon bekliyor bizi.

İkinci sezon tam bir güçler savaşı olacak anlaşıldı. İki güç karşı karşıya. Üstelik ölümsüz eskisinden çok daha güçlü, muhafız eskisinden çok daha gözü kara. İki gücün de hayatta kalmak için çokça sebeplerinin olduğu dünya, hayatta kalmak için sadece birine yer açıyor. Kuralların artık muhafızdan yana olmadığı bu yeni oyunda , kahramanımızı bir süre gömleksiz yani savunmasız izleyeceğiz sanırım.(Bu sırada onun görünmez zırhı ve toparlayıcısı Zeynep iş başında olacak <3:)) Hakan zırhı olmadan girdiği bu savaşta çok daha dikkatli olmalı. Oyuna başlarken kaybedecek hiçbir şeyi olmayan Hakan’ın artık kaybedecek çok şeyi var. Yeni sezonda gerçek dünyanın geri plana atılıp, doğa üstü dünyaya odaklanacağız belli ki. Ben bu kurulan yeni dengeyi çok sevdim.

Ayrıca; Okan Yalabık, Yurdaer Okur, Burçin Terzioğlu gibi tanınmış ve tecrübeli isimlerin yanısıra Çağatay Ulusoy, Hazar Ergüçlü, Ayça Ayşin Turan gibi genç ve başarılı isimlerin olması konuyu kadroyla birlikte daha sağlam hale getirmiş. Üstelik daha önceki işlerinde de severek takip ettiğim Saygın Soysal’ı başından beri böylesi farklı konuya sahip bir işte görmek istiyordum. Bu durum da beni ayrıca memnun etti. 🙂

”İnsanların sadece Ayasofya’ya yaptıklarına bakman yeter.”

10. bölümün son sahnesinde Faysal’ın Hakan ile kavga sahnesindeki bu repliği dizinin kilitlerinden biriydi aslında. Başından beri İstanbul tarihi üzerine kurulmuş bir dizinin final sahnesindeki bu replik Faysal’ın insanlardan neden nefret ettiğini açıklıyor.(haklılık payı yok mudur tartışmaya açık bir konu) Aslında nefret ve intikam sebebi direkt olarak Ayasofya’ya yapılanlar değil. Bu sadece ölümsüzün nefret nedenine giden yol. Nasıl mı? Şöyle ki; Faysal’ın sevdiği kadının Ayasofya’ya her şeyden ve herkesten çok değer vermesi, ölümsüzün insanlığın sadece yakıp yıkan tarafını görmesine sebep oluyor. Faysal’ın nefretinin kökü özel hayatından kaynaklanırken, bize verdiği mesaj tamamıyla kendi elimizle kendi geçmişimizi mahvediyor olmamız. Tarihe yapılan bu tahribatın yüzyıllar boyunca farklı toplumlar tarafından gerçekleşmesi Faysal için farklı bir duruma neden olmuşken insanlık için haklılık payını sorgulatacak bir tartışma konusu olmuştur. Bir de yapılan bütün tahribata tanık olan bir Faysal Erdem varsa karşımızda, ne denli tehlikeli bir ölümsüz olabileceğini tahmin edemiyoruz. Sanırım karakterin sürprizi de buradan geliyor.

Bir önceki yazımda belirttiğim gibi ilk 8 bölümden Dan Brown esintisi almış olsam da son 2 bölüm özellikle Faysal’la ilgili olan kısımlarda Twilight serisinden herhangi bir sahne izliyor havası aldım. Tabii ki sadece konusu bakımından! Çünkü; Netflix’in ilk Türk dizisi olması yanında güçlü bir konuya ve kadroya göre özensiz çekim açılarını yakıştıramadım. Ses, ışık, renkte de problemler vardı. İzlerken çekimlerin yavanlığını kurgu kurtarmış hissine kapıldım çokça. 10 bölüm boyunca sağlam konu ve kadrosuna rağmen eksiklikleri gözüme battı. Özensizliklerin bu kadar bariz olması şaşırttı aslında beni. (bir Hollywood esintisi bekleyemeyiz tabii ki) Reji ekibinin daha önce kısa film deneyimlerinin olduğunu okumuştum. Böyle bir iş için belki henüz yeterli tecrübeye sahip değiller ya da dizinin atmosferi için bilerek yapılan bir salaşlık söz konusu, bilemiyorum. Her neyse yine de şartlarının kolay olmadığının farkındayız ekibin emeklerine sağlık.

Son derece çekişmeli geçeceğinin sinyallerini verdikleriikinci sezonda neler olacak sabırsızlıkla beklemedeyim. Ölenlerin dirileceği, aksiyonuneksik olmayacağı bunun yanında aşk ve tutkunun da her zamanki yerini koruyacağıyeni sezonda görüşmek üzere.

Sevgiyle kalın…