Efsane The Godfather Üçlemesi Üzerine: Don Corleone’nin Valsi

Ne kadar eski olursa olsun, muhteşem bir film izleyince yazmadan duramıyorum. Filmi izlerken o kadar çok duygu barındırdım ki, sizlerle paylaşmak, hatta tartışmak filmi daha da etkili kılacak hafızamda. (Önceliği yeni filmlere verdiğim için, eskileri izlemeye vakit bulamamıştım fakat listeyi tamamlıyorum yavaş yavaş.)

Filmin konusunu hepimiz biliyoruz aslında. İtalyan asıllı bir adamın New York’a gelip, Don Corleone olma hikayesi… Vito Corleone, namıdiğer ‘Godfather’ımız. 3 öz oğlu, 1 öz kızı, 1 vaftiz oğlu ve 1 evlatlığı var. Sırasıyla, Santino Corleone, Fredo Corleone, Michael Corleone, Connie Corleone, Johhny Corleone, Tom Hagen. (Yaş sıralaması değildir)

Üç film de bir kutlamayla başlıyor. Aile ilişkilerinin ne kadar öncelikli olduğu da filmin ilk sahnesinde verilmiş oluyor bize. Düğünler, doğum günü kutlamaları, cenaze töreni gibi ögelerle somutlaştırılarak izleyiciye aktarılıyor. İtalyan aile kültürünün içine çekiliyoruz bir anda. Daha sonra ise ‘baba’ terimiyle karşılaşıyoruz.

Filmin ilk sahnesinde bu terim o kadar derin anlatılıyor ki, karakterin özünü bize o dakikada gösteriyor. Vito Corleone, ondan yardım isteyen kişiye ‘Dostluk önermiyorsun. Bana baba demek bile aklına gelmiyor.’ dediğinde, onun sıradan bir mafya babası olmadığını anlıyoruz. Borcuna karşılık, bir gün hizmetini beklemesi ise, onu ayıran bir diğer özellik.

Marlon Brando o kadar güzel oynamış ki! Bir mafya babası olmanın verdiği ağırlıkla, aile babası olmanın verdiği yumuşaklığı harmanlayarak aktarıyor bize.

Fakat herkes gibi, o da bir gün koltuğunu devretmek zorunda kalır. Bu savaşa en uygun aday ise, oğlu Michael’dır. Michael ise bu savaşı kişisel bir hale getirecektir. Ve aslında her mesele kişiseldir, öyle değil mi?

Bu filmin bir çok kırılma noktası var. En önemli kırılma noktası ise, Michael’ın babası için iki kişiyi öldürmek zorunda kalmış olması… Michael, o noktada sevdiği kadın Kay ile vedalaşıyor ve gözlerden uzak kalmak için Sicilya’ya gidiyor. Burada ise başka bir kadınla evleniyor. Bu sahneleri izlerken bir an olayın gerçekliğine inanamadım, çünkü Michael’ın Kay’den başkası ile evlenmek isteyebileceği aklıma gelmemişti.

Başta anlamasam da sonradan zihnimde bu konuyu daha iyi oturtabildim. İki Michael vardı. Kay’in Michael’ı, o gece restorantta öldürdüğü adamlarla birlikte kendi kafasına da sıkmıştı. Bir de Sicilyalı Michael vardı. Başka bir benlikle aşık olmuştu o kadına.

Kay ile ilişkilerinin yürümeyeceği, işte o anda belliydi. Bu hikayenin mutsuz biteceğini biliyordum. Kay, Sicilya’daki Michael ile evlenmişti. O da bunu filmin sonunda fark ediyor zaten. İkisi de birbirinin elinden tam da bu sahnede kayıp gidiyor. Bir taraf yalan söylüyor, diğer taraf ise işlerin asla eskisi gibi olmayacağını anlıyor. Aslında o sahnede duygular ölüyor. Ve bu seyirciye 2 dakikada aktarılıyor. Muazzam…

Michael, babasının ya da ağabeyinin gittiği yolun güvenli olmadığını biliyordu (karısının ölümüne sebep olmuştu) ve o ailesini korumak istiyordu. O kadar korumak istiyordu ki bu yolda onları kaybetmişti. Ve ne yazık ki kendini de.

İkinci filmde ağabeyi Fredo’yu öldürmesinin onun üstündeki etkisini üçüncü filmde net bir şekilde görüyoruz. Ve sanırım Michael’ın en önemli bir diğer kırılma noktası, bu anıda saklı.

Pişmanlık ifadesinden çok, büründüğü kişi olmanın verdiği ağırlığı kaldıramadığını görüyoruz Michael’ın.

Seriye başlamadan önce, filmin kötü olaylarla başlayacağını ve kötü olaylarla biteceğini hissediyorsunuz. Bu film ne anlatmak istediyse onu anlatıyor. Daha fazlasını ya da daha eksiğini vermiyor. Yalın, ve mükemmel bir görüntü yönetmenliği ile sunuyor bunu size.

Özellikle ilk iki film çok iyi fakat üçüncü filminde hakkını yemek istemiyorum. Sanırım aradaki koca boşluk bize böyle hissettiren… Al Pacino’nun mimikten çok bakışlarıyla oynadığı, yerinde mafya babalığı, karakteri başka bir noktaya taşıyor. Genç Don Corleone’u daha fazla izlemek istiyorsunuz.

Vito Corleone’nun gençliğini canlandıracak herhangi bir isim, Robert De Niro’dan daha iyi olamazdı. Don Corleone olma yoluna nasıl girdiğini ve nasıl bir baba olduğunu öğrenme şansı yakalıyoruz. İkinci film, baba ve oğlun ilerlediği yolları kıyaslama şansı sunuyor bize.

Ee, baba olmak kolay değil. Son filmde Vincent da, Michael’ın ne demek istediğini anlamıştır belki. Ağır bedeller ödemek zorundasın. Ve Michael, masumiyetini temsil eden kızı ile günahını temsil eden bir kurşun yarası ile ödüyor bu bedeli.

Elinde portakalı, Sicilya’daki evinin bahçesinde tek başına öldü Michael. (Portakal ögesi önemli çünkü ne zaman bir karakter ölecek olsa, yönetmenin sahneye eklediği bir portakal oluyor.)  Finalde, kızı başta olmak üzere, sevdiği kadınlarla dansını izlediğimiz sahneler, sanırım bütün serinin en duygusal dakikalarıydı. Filmin müziği de 10/10 olunca o ana kadar ağlamadıysanız bile, o an ağlıyorsunuz. Müzik size tam da hissetmeniz gerekenleri hissettiriyor. Filmin içeriği ile ancak bu kadar uyumlu olabilirdi.

 

Unutulmayacak ve kısa aralıklarla tekrar tekrar izlenebilecek bir seri The Godfather. Müziğiyle, çekim teknikleriyle, karakter gelişimi ile izleyiciye sunduğu beklentiyi karşılıyor. Ve pek tabi, dinlemeyi reddedemeyeceğimiz repliklerle…