Sen Anlat Karadeniz 39.Bölüm: “Yak lambamı ah felek!”

Merhabalar!🌸 Yine bir bölüm sonu ve yine birlikteyiz. Bir gün Sen Anlat Karadeniz’de bitecek ve bittiğinde günler de geçse aylar da geçse bıkmadan izleyeceğim bölümlerin arasında çoktan yerini aldı 39.bölüm. Hayatımın daha doğrusu dünyamdaki yeri olan insanların öyle derin yaralarına dokundu ki ben de hıçkıra hıçkıra ağlayarak izledim bu bölümü. Kiminize ne komik gelmiştir bu dediğim, kimisi de içimi okudun be kızım demiştir bana. Başladığı ilk andan son ana dek pür dikkat izlediğim, Türkiye’de hatta dünyada nice insanın saklı yaralarına dokunan, rabbimin gücünü ve kuvvetini bir kez daha hatırlatan, sevdiklerimizle geçirdiğimiz bir saniyeye bile sıkıca sarılmamızı fısıldayan, önümüzdeki bir tas çorbaya, bir bardak suya, bir dilim kuru ekmeğe bile bin şükür etmemiz gerektiğini vurgulayan, her ananın ya da her evladın hayırlı olmadığını söyleyen, nefsinin konu sevdiklerin olunca bir gün seni yarı yolda koyabileceğini gösteren vb. birçok konuya parmak basan bu bölümü “unutmam!” diyorum. Yazanın da, çekenin de, oynayanın da kısacası emeği geçen tüm Sen Anlat Karadeniz ekibine helal olsun, yüreğinize sağlık💪💙 Şimdi “bu kız da ne uzattı arkadaş!” dediğini duyuyorum, ee o zaman buyurun Sen Anlat Karadeniz 39.bölümün detaylarına…

Bu kare aslında çok şeyi ifade ediyor anlayabilene. “Kelepçe” var ilk karede; birçoğumuz için hiçbir anlam ifade etmez iken acayip güçlü takım için çok şey ifade ediyor. “Upuzun bir yol ayrımını, kuramadan başlarına yıkılan yuvalarını, nazar boncuğunu asamadan kapanan ekmek teknelerini, yeni yeni ısınan yüreklerin buz gibi bir soğukla karşı karşıya kaldıklarını” simgeliyor. O kelepçe bi tek Tahir’in değil, cüzdanında dahi fotoğraflarını eksik etmediği oğlu ve Nefes’inde bileğine geçti işte. Ardından “üç kişilik bir ailenin en küçük ferdinin elinden kaçıveren ve gitgide gökyüzünde yükselerek kaybolan kırmızı renkli bir balon” görüyoruz. Acayip güçlü takımın âdeta yarım kalmışlıklarına, beklenmedik anda verdikleri uzun molaya, ayrı köşelerde cayır cayır yanacaklarına, aralarına girecek olan derin hasrete; erkenden büyümek zorunda kalacak Yiğit’i, anayı da babayı da abiyi de sevgiyi de merhameti de bi tek o asi ela gözlerde bulan Nefes’in yine ve yine yalnız kalışını temsil ediyor. Bu balona iki farklı araçta iç çeke çeke bakan Tahir ve Yiğit. Ah! Rabbim kimseyi sevdikleriyle sınamasın…

Gelelim gözyaşlarının pıt pıt döküldüğü Neftah sahnesine. Birbirlerine sımsıkı sarılan iki sevdalı sanki yıllar sonra kavuşmuş gibi. Tahir hem kendi hem Nefes’in kafasına şu saniyelerde o lanet “ayrılık” kelimesinin dolanmaması için direndi ve evlerinden dükkanlarından konuşmak istedi. Ama her eş gibi Nefes’de “senin, kokunun, sesinin olmadığı ev nereden benim evimmiş” dedi hafif sinirli tonda. Tahir ise geride kalan eşine verilebilecek en içten cevabı verdi; “ben senin yüreğindeysem o yürek nerede ha bu Deli Tahir işte oracıkta!” Bu arada bir parantez açıyorum; sevgili Temmuz bu akşam parlayan oyunculardan biriydin. Sonra Ali’nin getirdiği bir tencere çorba, iki tabak ve iki çatal. Ne ki bi tencere sıcak çorba dimi? Her akşam evde pişiyor, herkes yiyiyor. Hayır işte! Elleri ayakları usul usul titreyen, dilleri lâl olan, yüreklerine kor ateş düşen bu iki sevdalı için bu manzara dünyada şu an onlara verilebilecek koca bir cennet… Zaman şu an durdu onlar için. Sadece sevdaları ve az sonra ayrı düşecek ruhları konuştu birbirine. O karakol köşesi onların yuvası, tabaklarını koydukları masa salonlarındaki ahşap yemek masası oluverdi. Tahir kumluktan geliveren yorgun eş, Nefes ekmek paralarını kazanıp gelen Tahir’ine sıcacık çorba hazır eden bir eşti o dakikalar. Çorbadan aldıkları her kaşıkta oğullarından, hayatlarından, mutluluklarından bahsettiler. Adına da “mutluluk oyunu” koydular. Çünkü Nefes ve Tahir’in en büyük hayali buydu işte; “birlikte yan yana sağlıklı, huzurlu koca bir ömür…” Sonra dakikalardır bastırdıkları o lanet ayrılık kelimesi zihinlerine de yüreklerine de ulaştı. Nefes “sorgulamayıp kırmayıp bu oyunu oynadığı için” Tahir’e; Tahir’de “kendini bu güzel oyuna ortak ettiği için” teşekkür etti Nefes’e. Onlar çok iyi oyun arkadaşı oldu birbirine tıpkı bir ömür boyu birbirine her nerede olurlarsa olsunlar nefes olabilecekleri gibi…

Bölümde sinirlere boğulduğum anlardan bir tanesi aha da bu!  Anayım diye bas bas bağıran ama analık hakkında bi lemâ bile bilgisi olmayan Saniye buyurun😬 Ocağına kor ateş düşmüş; ona yanacağına, ne yapsak ki diye düşüneceğine o ne yapıyor yine suçu mazlumun sırtına yüklüyor.  Arkadaş her şeyi geç Nefes senin gelinin ya Yiğit’de torunun! Asiye’nin dediği gibi dört tane evlat doğurmuşsun ya o evlatlarından biri helâlim demiş bu kadına ve oğluna da oğlum demiş. Daha ne diye bu kabullenememezlik, yetti ya! Mazlum olup olmamasını bırak, o kız bi öksüz bi yetim ya! Sen bu öksüze kucak açacağına nasıl gidip de yüreğinde kapanmayacak yaralar açıyorsun. Rabbimin bile onca musibet bela eziyet arasında nefes almasına izin verdiği kulunun nefesini kesmeye çalışırsın. “Burası benim evim, istemeyen kaprisimi çekmeyen gider” dersin ya sen kimsin Saniye Kaleli! Şu yedi katlı gökte başımızı soktuğumuz her çatı rabbimin, o çatının altına gelen herkes de rabbimin misafiri. Ancak o bilir ve o gönderir gitmesi gerekeni. Oğlunu aklına sokup intihara sürüklediğin Mercan, burası sığınma evi mi deyip gözlerinle yediğin Berrak, oğluma almam onun dili çok uzun dediğin Nazar, sabah akşam itişip kakıştığın Asiye ve her anı boğazına dizdiğin aşağıladığın Nefes varya onlar olmasa senin ocağın çoktan yandı bitti kül olmuştu Saniye Hanım! Bi sus artık lütfen bi sus! Bu masanın etrafındaki kadınlar yettiğince dilleriyle en olmadı bakışlarıyla en güzel cevabı verdiler sana. Sevgili Öykü geçen hafta demişti ve bu hafta da gördüm ki bizim Asiye Reis hâlâ en hakkaniyetli reis….

Yangazlar siz varya ne güzel yürekli adamlarsınız ya! Galiba yangazlara kalbimi bıraktığım nadir sahnelerden. Çok içime dokundu ettiğiniz her laf, gözünüzden damlayan her yaş. Murat’ın ilk defa bu denli yüreğine inildi,  hele de sevdiğinin yanında dökülmesini çok sevdim. Yengelerine yeğenlerine kısacası abilerinin emanetine sağ oldukça gözleri gibi bakacaklarına yemin eden iki kardeş. Mustafa’da başta olmak üzere sonunda yürek yüreğe verilmiş bir birlik gördük, ne diyeyim “sonunda be!” Herkes gözyaşını ya sevdasının yanında ya evladı gibi gördüklerinin yanında akıttı. İçten içe şükür ettiler, ben aldım onu ekrandan. Ama Nefes ve Tahir ayrı ayrı yandılar, gözyaşı akıttılar. Onlarda eminim birbirlerinden sakındıkları en ufacık bir saniye için bile kendilerine küfrettiler içten içe. Allah kimseyi omzuna gözyaşını akıtabileceği hayırlı insanlardan eksik koymasın…

Vicdan azabı ile kendini Osman Hoca’nın kapısında bulan Fikret. Zaten insanın ayağı yüreğinin sıkıştığı yere götürürmüş. Fikret önce Osman Hoca’nın yanında soluklandı sonra soluğu yıllarca bir yabancı bir abi gibi yaklaştığı oğlunun yanında aldı. Burada fısıldadığı Habil ve Kabil meselesini;  insanın körelen nefsine, gözünü karartan hırsına kısacası iyi ve kötü ayrımına bağladığını düşünüyorum. Aksini düşünmek istemiyorum şu an yani Tahir ve Vedat’ın kardeş olabilmeleri ihtimaline. “Ne gerek var diyorum ama yine de bi sakin ol bi izle gör be kızım!” diyorum kendime. Hayır olsun inşallah. 40.bölüm fragmanına da bakınca yıllarca Vedat’tan kendine “baba” demesini bekleyen Fikret’in nihayet o hayaline kavuştuğunu görüyoruz. Diyeceğim o ki bölümün sonunda da “insanı yarı yolda koyma” ile ilgili anlattıklarına da bakınca Fikret Tahir’e oğlu Vedat için bence çelme takacak. Yani diyorum Fikret – Vedat – Kaleliler arasındaki üçgenin cevabı net şekilde bulunmak üzere. Ayrıca Fikret’in diktiği ağacın yerini değiştirmesiyle kuruması bir metafordu. O ağaç bence Fikret için Vedat demekti. Onu belanın içinden çekip çıkardı, yol gösterdi, sevgi gösterdi aynı ağacı ilk diktiği yer gibi. Bekledi bekledi Vedat doğru yolu bulsun diye ama bulmadı. Hatta sonu bir hastane odası oldu tıpkı yeri değişen kuruyan ağaç gibi daha da beter oldu Vedat. Bu metafor iyiydi baya. “Allah korkusu olan vicdan azabı çeker, günahının bedelini çekmek ister.” Bu nasıl güzel bir atış Osman Hocam. Aklıma bu arada yine Saniye geldi bak. Saniye’de işte allah korkusu yok öyle olunca kul olarak napsın bulaştıkça bulaşıyor ve ardı ardına günah işleyip başını yumuşacık yastığa rahatça koyuyor. Oy nenem oy!

Birbiri için gözünü kırpmadan ateşe atladı iki sevdalı da. Nefes yol bilmez iz bilmez iken cebinde üç beş kuruş anca var iken yollara koyuldu; Tahir desen “Nefes’im ve Yiğit’im” o bu şu yok deyip firar edip düştü peşlerine. Tahir’in elinde Nefes’den geriye her anlarına şahitlik etmiş o gümüş alyans ve bir veda mektubu kaldı. Nefes’e de ise Tahir’den geriye aslan oğlu, parmağındaki tektaş ve beraber paylaştıkları anların şahidi olan Yiğit’in hazine kutusu kaldı. Ormanın içinde sol yanından çıkardığı mektupla kaybolan, “Nefes’e teslimim ben” diyen bir adam ve her okunan satırda koca Karadeniz’de savrulan anne oğul. Bittim ben bittim! Birbirine geç “hoş geldin” diyen ama erkenden “hoşça kal” diyen iki sevgili. Birbirlerine hep “iyi ki sen!” demeyi layık gören iki yar. Ciğer kalmadı😭 Ne zordur bir bilinmezliğe doğru sürüklenmek…. Bölüm boyunca herkes Nefes’den “sabır” istedi. Ben ekran karşısında bittim ya Nefes bir bir yaşadı tüm bunları. Zaten birçok insan böyle bir durumun içinde kalsaydı yok olup giderdi ama Nefes direndi. Ama demek ki Nefes bu sınavı da bu macerayı da atlatabilecek güç de. Çünkü bilirsiniz ki rabbim kuluna sırtlanamayacağı bir yük vermezmiş. O yüzden vardır her şerde bir hayr…

Tahir köşe bucak polislerden kaçarken yaşlı bir adamın dolandırılmasına engel oldu. Ve dakikalar önce annesinden tatlı almasını isteyen ama paralarının az olduğunu öğrenince vazgeçen oğlunun o tatlıya kavuşmasına neden oldu Tahir. “Allah için yardım et senden yardım bekleyene ve er geç bil ki o yardımın meyvesi de seni bulur.” cümlesine bir karşılıktı bu sahne. Nefes’in bir anne olarak oğluna tatlı alamadığında boynunu bükmesi, aç olmasına rağmen öncelik evladım deyip yemek yememesi ah ki ne ah! Hele bi de arka fonda sevgili Öykü’nün sesinden “Felek” şarkısı, yüreğine sağlık çiçeğim… Ağlıyorum foşur foşur😭 Bu sahnenin bir benzerini yaşadım ben.  Hepinizin hayatında, ailesinin maddi durumunda iniş çıkışlar olmuştur. 10 yaşında falanım, okulda kermes var ben de çok gitmek istiyorum. Ama bizim o zamanki ekonomik kriz nedeniyle durumumuz yok. Hani düşünün evine ekmeği, çayı, şekeri zor alıyorsun. Babam hiç unutmam; koca bir poşetin içinde annemin biriktirdiği eski eşyalarımız, onların kırık dökük demir parçaları, teneke vs. alıp yoldan geçen eskiciye sattı. Eskicinin uzattığı paranın bir kuruşunu bile almadan bana uzattı, kızım git güle güle harca diye. Düşünün işte gerçek bir anne baba olmak zor; allah herkese yetecek kadar helâl taraftan rızkını versin…  Şükür şimdi her şey yolunda ama o vakitler öyle değildi. O yüzden ben çok iyi bilirim hem Nefes’in hem Yiğit’in halini. Tahir’in gömdüğü muşmula çekirdeklerinin de bir hikmeti olacak bence. Neyse gelelim oğluma yine güzel bir masal anlat diyen Tahir’e karşılık annesinden duyduğu “Hansel ve Gratel” masalı ile babasına izler bırakan Yiğit. Senin aklını, yüreğini severim çocuk.

Nefes’in “sobeleme oyunu” adıyla başlattığı oyun ve 38.bölümde Tahir’in de dediğince acayip güçlü takım masallarını baştan yazacak. Zor olacak, sabırla umut edecekler ve belki çok bekleyecekler ama o masal yazılacak. Bembeyaz bir dünya inşaa edecekler. İzleri takip ede ede oğluna da Nefes’ine de kavuşacak Tahir. Ama bence bir süre kendini öldü gösterecek, Deli Tahir öldü diye haber yayacak. Öyle yapacak ki düşman ayağını çeksin ve düzenlerini kursunlar. Zaten Nefes ve Yiğit’de yanında olacak ama herkes onları da kayıp bilecek. Ali’nin ya Tahir Nefes’e kavuşacak ya da ölecek demesinden ötürü tahminim şimdilik öyle bakalım. Ayrıca Saniye Tahir’in dediği gibi “sevdayı” bilmiyor. Çünkü Deli Tahirle değil Mehmetle bir yola baş koymuş. Yani  sevdaluk pek de yok ortada. Saniye ve Mehmet arasında “merhamet” kavramına ilişkin bir detay var bence, bakın yakında çıkar kokusu. O yüzden Tahir’in duyduğu sevdayı kendi hikayesiyle karıştırıyor daha doğrusu yargılama yapıyor. 

Geldik bölüm yorumunun sonuna. Bana katlandığınız için teşekkür ederim öncelikle. Ardından bu akşamki bölümün sevgili yıldızlarına ve benim kalemim döküldükçe yazdığım bölüm yorumunu okuyan, yorumlarını paylaşan herkese bin şükür binlerce kez teşekkür ederim. 

İyi ki Sen Anlat Karadeniz ve iyi ki siz sevgili okuyucular🏅