Sen Anlat Karadeniz 38. Bölüm: “Şükür”

Selamlar hanımlar ve beyler!😍 Başından sonuna dek ekran karşısından “oh, heyt be, helâl, allah senin cezanı, yeter ya” vs.gibi ünlemleri sıklıkla kullandığım kaliteli bir bölümdü. Burada ufak bir parantez açalım hemen; emeği geçen, yüreğini ortaya koyan tüm Sen Anlat Karadeniz ekibine teşekkürler. Yazanından tut çekenine oradan da oynayanına kadar herkesin eline sağlık.👏 Fragmanlara bakınca o tatlı mı tatlı (maşallah) Mehmet Eren olmasa 38.bölüm çekilecek cinsten değil galiba derken;  pata küte düştüm valla bölüme. Bi de bölüm etiketi olsun, bebeğin ismindeki incelik olsun benim kalbimi kazandı. Tamam daa tamam lafı daha fazla uzatmıyorum, buyurun 38.bölümün detaylarına…

“Annelerin bir gözü hep açık ama babaların ikisi de kapalıdır.”

Ne doğru söyledin be Asiye Reis! Anne evladıyla ilgili her mesele için kulak kesilir, ıncığından gıncığına peşine düşer. Evladını kapıdan yolcu etmeden, akşam eve girdiğini görmeden içi rahat etmez. Gece kalktığında nefes alıyor mu diye kontrol eder, üzeri açıksa üzerini örter evladının. Bir ihtiyacı varsa kimselere duyurmadan ordan burdan hemencecik halleder. Allah kimseyi annesiz koymasın🙏 Nefes ve Asiye evlatlarının ne yaptığını düşünürken, eşleri kendileri olmadan evlatlarına yetebiliyor mu kaygısına düşmüş iken dile döküldü bu cümle. “Tahir yapar.” diyen Asiye’nin üzerine karşılaştığımız tablo işte bu. Mustafa Balım’ın “Pelinli fındık problemini” çözmeye çalışırken, Yiğit’de “hazine kutusunu” saklama peşindeydi. Ama babasına yakalanınca bi güzel saçtı ortaya yaşanmışlıkları. Böyle bir kutu bende de var; içinde küçük küçük notlar, hediyeler vs… Yiğit’i izlerken çok iyi anladım çünkü kutunun içindekiler varya seni o anlara kitleyen tek anahtar. Sana aynı o gün gibi hissettirir, bu yüzden böyle kutusu olanlar çok iyi bilir. Tahir’de eline aldığı her parçanın oğlunun “hazine” dediği kadar kıymetli olduğunu gördü. Kısacası baba oğul hem geçmişe hem geleceğe öyle güzel fısıldadılar ki…

38.bölüm öncesi sevgili Öykü Gürman’ın canlı yayında dediği kadar muazzam bir doğum sahnesiydi. “Sahneyi oynamadım, buram buram yaşadım” demişti; cidden öyleydi. Mapustakiler özgürlüğe kavuşmak için “isyan!” çığlığı atarken, Asiye ise evladına sapasağlam kavuşmak adına “doğum” çığlığı attı. Son yaşananlar belli ki sadece Asiye’yi değil bebeği de etkiledi. Bebeğin gelmesine daha vakit var iken Asiye’nin suyu gelir. Hepsini haliyle bir telaş alır ama Nefes tüm soğukkanlılığı ile doğumu yaptırmak için kollarını sıvar. Gözünün önünden karanlık odada tek başına yapıp, bebeğini kaybettiği o zorlu doğum geldikçe kahroldu. Ama doğacak yeğeninin aynı kaderi paylaşmaması için Asiye Ablası’na nefes al talimatları verdi. Bu esnada Mercan bir yandan muskasını tutup Ayetel-Kürsi’yi okudu, bir yandan da kulaklara dolan sabah ezanı ile Mustafa dualara sarıldı. Tabi Yiğit’in rüyası ve tüm babaların namaza duruşu da çok anlamlıydı. “Başımıza gelen iyi veya kötü her durumda rabbime sığınmak” gerektiği vurgulandı. Asiye ıkındıkça hepimiz gerip gerip gerildik valla. Zamanında bebeğinin kordonunu cam kırığıyla kesen Nefes, yeğeninin de kordonunu mapustaki imkanlar sonucu taşla kesti. Ama ortalığı inletmeyen ağlayış ile Asiye’nin o iki üç saniye içinde dünyası başına yıkıldı. “Zalimin hesabını keseyim derken oğlunun hayatına sebep olma düşüncesi” bir anne olarak Asiye’yi pişmanlıklar içine sürükledi. Nefes almayan yeğeni ile “aynı anı ikinci kez mi yaşayacağım” korkusuna kapıldı Nefes’de  ister istemez. Kısacası resmen seninle beraber doğurduk bizde Asiye Reis. Onca ay hamilelik geçirmiş, bebeğini sağlıklı bir şekilde kucağını almayı isteyen bir anneydin. “Gibiydin” demiyorum bak, sonuna kadar aslanlar gibi hamile bir anneydin. Helal olsun sana!👌

“Sen sadece Tahir’in değil benumde Nefes’um oldun.”

Asiye bu sözü zamanında kocasını mapustan kurtaran eltisine etmişti. Nitekim eltisi bu kez de evladının hayatını kurtardı. Bebeğinin âdeta “anne ben iyiyim” dercesine ağlayışı ile Asiye önce rabbine sonra Nefes’e bin şükür etti. O yüzdendi Nefes’e olan minnet bakışı, içinden binlerce kez “iyi ki!” deyişi. Devrem’in verdiği müjdeli haberle Mustafa bir sürü duygunun eşiğinden geçti o an. Oğlunun doğmasına sevinirken Asiye’si içerde olduğundan oğlunu doya doya göremeyeceği için endişelendi. Oğlunun dünyaya sapasağlam gelmesine vesile olan Nefes’e karşı Tahir gibi gurur duydu ama bir yandan da zamanında “Karadeniz’in yosması” dediği kadının her birine nefes oluşuyla da kendinden utandı. Herkescikler Mehmet Eren’in doğmasına bin şükür ederken Saniye yine tek bir şeye odaklandı. “İlk erkek torununun mapushane köşesinde doğduğuna” takıldı. Buradan anlaşılmıyor mu zaten Saniye’nin ne kadar şükürsüz bir insan olduğu. O bebek öledebilirdi o yüzden herkes gibi nefes aldığına şükredeceğine okları yine Nefes’e yöneltti. Gerçi analığını bile kullanan kadından ne beklenilir dimi? Eğer Saniye hakikat bir ana olsaydı sürekli “anayım ben anayım, siz beni anlamazsınız” deyip göğsüne göğsüne vurmazdı. Analık başlı başına kutsal, ana gibi ana evladı için ne olursa olsun susar. Kendi de dünyaya bir evlat getirdiği için başka bir ananın evladının canını yakmaz. Ama gel gör ki bir Nefes’e bak bir Saniye’ye bak. Anlayacaksınız hangisi hakiki ana. Burada yine ufacık bir parantez açıyorum; adının hakkını her daim veren, bi tek benim canım evladımın canı demeden herkese can olan Nefes’e ve o koca yüreğine hayranım.🖤 

Yiğit’in savcı ile yaptığı görüşme, kadınların tutuksuz yargılanmalarına yol açar. Geçen bölüm yorumumda demiştim yine diyorum; bu dünyada herkesin bir Fikret Amcası yok,  o yüzden umarım savcı bey bizimle olmaya devam eder. Tabi kadınların kurtuluşu ile bayram havası oluverir etraf. Önce oğullarını okula almaya gider Nefes ve Tahir. Ardından kendi masallarını yazmak için Tahir’in bulduğu eve bakmaya giderler. Nefes kapısından girdiği, gezdiği odalara rağmen inanamaz. Çünkü ilk defa sabahın erkeni gecenin bir vakti demeden girip çıkacağı bir yuva gözünün önüne serilidir de ondan. Tahir’e söylediği her cümle o an içimi o kadar yaktı ki ve o kadar doğruydu ki anlatamam. “Günün herhangi bir anında buzdolabını özgürce açabiliyorsan, şuraya şunu koysam şunu birazdan alsam laf duyar mıyım kaygısı yaşamıyorsan, istediğin duvara bir çivi çakabiliyorsan ve huzurluca uyuyabiliyorsan orası senin gerçekten evindir işte”. Ayrıca Yiğit’in istediği odayı alması, Tahir’in kapı ziline acayip güçlü ailenin adlarını tek tek yazması, Nefes’in anahtarı alıp evinin kapısını kitlemesi beni bitirdi ya😭😭

Ha bi de ekmek teknesi oldu Nefes’in. Dükkanında hayal ettiği düzenlenmeler, elinde tuttuğu iki anahtarı da avuç içinde sarmalaması, evlerinde perde işini Tahir’e yıkması, oğul ninnisi eşliğinde Mehmet Eren’e ve Yiğit’e dikkat çekilmesi, Cemil’in kızlarına eliyle kestane yedirmesi, gıdık canavarı oyunu, Nefes’in kızlarla sevincini paylaşması, beraber dükkana gidip bakmaları çok güzeldi. Vedat’ın tüm bu olup bitenler arasında Fikretle yüzleşmesi, duygularını eksik kalan yanını bir evlat olarak tak tak Fikret’in yüzüne çarpması, “bir küçücük aslancık varmış” parçasını söyleyip ritmik davranması, Yiğit’e babalık yapmadığı için kendine ve şu an oğlunun yüreğinde Tahir’in baba olarak yer almasına öfkelenmesi, Telgraf Naciye vasıtasıyla Nefes’in yeni yuvasına ulaşıp yine bir psikopat olduğunu göstermesi yine biz izleyenleri hem etkiledi hem delirtti hem de Sen Anlat Karadeniz’in Vedat’ı ancak Mehmet Ali Nuroğlu olabilirmiş dedirtti.

Duvara resimlerle birlikte kocaman yazılmış Vedat ve Nefes. Gördüğü ile mahvolan ve Vedat’a tokat atan bir Nefes. Aldığı tokat darbesiyle iyice öfkelenen, Nefes’e tokat atıp yaklaşmaya çalışan psikopat bir Vedat. Emlakçıdan duyduğu temizlikçi kadın mevzusu ile işlerin ters gittiğini anlayan ve Nefes’ine koşan Tahir… Bölüm bu sahneye kadar güldüğüm bu sahneden sonra ekran karşında çıldırdığım dakikalarla dolu. Nefes’e dokunmaya çalışan Vedat görmekten iğreniyorum. Ama aklıma da her akşam haberlerde izlediğim “boşanmak isteyen kadın, onu kovalayan kocası ya da herhangi bir kadın ve peşine takılan psikopatlar, yaralanmalar, yol kesmeler, çocuğunu alıkoymalar vs.” gibi olaylar gelince Nefes’in yaşadıklarına absürt bakamıyorum. Kadının zihninde dönen ve tekrarlanan Vedat – Nefes döngüsü, bu yaşananların üzerine bi de psikologa gittiğini gideceğini görememek benim yastıkları kemirmeme sebep oldu. Tabi ben böyle isem hatta sizler böyle iseniz Tahir ne yapsın; nasıl zıvanadan çıkmasın nasıl boğaz kemiğine dayanmasın Nefes’inin bu yaşadıkları. Hal böyle olunca Vedat ve Tahir arasında son kovalanmaca ve beklenen o büyük hesaplaşma gerçekleşti. Burada yine bir noktaya parmak basmak istiyorum. “Allah’ın verdiği canı kendi alması, en doğal en doğru olanı. Ama bu dünyada çoğu insan diyeyim birini sebepsiz yere öldürmüyor, öldürmeye çalışmıyor. Herkes seri katil değil yani. Ne kadar çok imana sahip de olsan, ne kadar nefsine karşı kontrolü elinde tutsan da; söz konusu canın, kanın, en kıymetlin, karın çoluğun çocuğun ise her şeyi yaparsın. Onların hayatına, canına göz koyan varsa sen onları korumakla ve o tehdidi oluşturanı yerle bir etmekle sorumlusun.” Ben buna inanıyorum. Ölüm, hastalık vs. nasıl zengin fakir, imanına düşkün demeden herkese uğruyorsa mapusluk gibi böyle musibetler de insan başına gelebilir. Tahir bu işi gerçekleştirmemek için o kadar çok direndi ki ama artık son raddeye geldi. Ceylan’ı söylemeseydi de Tahir’in o gün Vedat’ı öldürme ihtimali yüksekti. Ama olmadı ve defalarca Vedat’a “beni katil Tahir etma!” dedi. Diri diri toprağa gömdüğünde bile içi içini yedi çünkü ona göre bir düşman dahi olsa diri diri ölmeyi haketmiyordu. Bunu o gece yastığa başını koyduğunda anladı ama kendince iş işten geçtiğini için hareket etmedi. Kezâ Tahir Vedat’ı ipe astığında  Nefes ve Yiğit’e sevgisinin ağırlığından dolayı bu işi yaptığı gözüküyor olsa da insani duyguları daha ön plandaydı. Bir kadın ve evladının suçsuz yere bu kadar canı yakılamazdı onun için. Ama Nefes’in “oğlumuz”, Yiğit’in “baba!” dediği sahnelerle Tahir hem eş hem baba kısacası Nefes ve Yiğit’in kendi helâli, namusu, ailesi, yaşama nedeni olduğunu tam anlamıyla hissetti. Ki o yüzden Vedat’ın “Nefes parfümünü değiştirmiş, gerçi sen o parfümün kokusunu duyacak kadar bile yaklaşamazsın dimi Tahir?” deyişi ile ipler koptu Tahir’de. Ardından gelen film şeridi gibi ailesinin yaşadıkları ve bam bam bam üç el silah sesi. Vedat kanlar içinde yerde, Tahir’de karman çorban olan zihni ve vicdanı bizlerleydi dün akşam. Tahir o üç el ateşi etti ama gel bi de kendine sor. Vedat yavaş yavaş kendinden geçerken Tahir’in bir yüz ifadesine bakın. Öldürmekten memnun pişkin bir adam sıfatı mı var yoksa bir anda silsileyle gerçekleşen öldürme travması mı var? Hemen karakter kendinden çıktı vs. gibi eleştirmeden bir bakın derim tekrar. Allah kimseyi sevdikleriyle sınamasın, kimseyi nefsiyle savaşta bırakmasın, kimseyi o dört duvar arasına tutsak eylemesin🙏

 

Sona geldiğimiz yorumlama da toplayacak olursak; geçen haftaki bölüm iyiydi ama 38.bölümün çıtası hakikaten daha iyiymiş. Balım’ın iki haftadır daha aktif rol oynaması beni mutlu ediyor mesela. Çünkü Balım varya Kaleli Konağı’nın el bebek gül bebek büyüyen çocuğu gibi gözükse de; yeterince fikirleri önemsenmemiş, benliğini ortaya koyamamış bir çocuk. Onun sahneleri izlemek beni keyiflendiriyor o yüzden. Bi de unutmayalım Dağdevirenler var. Bir sene içinde evrilmiş güzel yönde gelişmiş bir aile, şu an ki aile bağı atmosferleri göz yaşartıcı ya… Yangazları saymıyorum bile hele Fatih. Yengeciliğine düşüyorum onun her seferinde ama şu Berrak karşısında tutumun bir değişsin ya donuk kalma lütfen! Ama bölümün genelinde vurgulanan “her şerde bir hayr olduğu, rabbime secde etme, sığınma, şükür” benim için en en kıymetli olanıydı. Sevgili Ulaş’ın Tahir yorumuna, sevgili İrem’in Nefes yorumuna, sevgili Öykü’nün Asiye yorumuna ve sevgili Mehmet Ali’nin Vedat yorumuna dün bir kez daha hayran kaldım. Gerçekten karakterler dün canlıydı ve biz bunu hissettik. Daha doğrusu öyle düşünüyorum, çoğu kimse ekran karşısından güzel ayrıldı bence. Velhâsıl bu upuzun yorum yolculuğunda bana eşlik ettiğiniz için her birinize kucak dolusu sevgiler, maviyle kalın emi!🌹