Sen Anlat Karadeniz 44.Bölüm: “Hazan Vakti”

Merhabalar!😌 Günün hangi saat diliminde buluştuysak, hoş geldiniz yorum haneme. Dün akşam Sen Anlat Karadeniz’den, birlikte etrafına dolup taştığımız gönül soframızdan adam gibi bir adam geçip gitti. Mehmet Ali Nuroğlu be! 44 bölümdür hayat verdiği karakterin heyecanını bıraktırmayan sayılı oyunculardan benim için. İşte böyle başarılı bir oyuncunun sergilediği performansa, bu hikayenin sınırları içinde dün son kez şahit olduk. Merak etmeyin neler yaşadık, neler hissettik az sonra sırayla arşınlayacağız sevgili okurlar. O kısma geçmeden önce gelsin bakalım yükselen alkış sesleri. Kimler için mi? Başta canlarımız ciğerlerimiz Mehmet Ali Nuroğlu ve Erdal Cindoruk olmak üzere tüm Sen Anlat Karadeniz ekibine… Yazanın, çekenin, oynayanın yüreğine sağlık. Hadi gelin şimdi 44.bölüm insanda neden kafa koymadı, neden içini sızlattı bir bakalım. Buyurun…

“Bir bakışta öldüm, öldüm ya her bakışı da acımadan öldürdüm.”

Dün akşamki bölümün efsane ikilisi işte karşınızda. Dün onlar konuştu onlar anlattı, bizde keyifle dinledik. Fikret’in ifadeni geri alacaksın, Tahir hapis yatmayacak istemi ile Vedat biliyorsunuz ki gitti denileni yaptı. Onun akşamına baba oğul arasında keskin bir hesaplaşma gerçekleşti, işte bu karelerde o sahneden. Bakalım Vedat ne anlatmış?

– “Baba olmak; koskoca hayat kitabını okuması yazması olmayan evladına, sabırla, tek tek sayfa sayfa okumaktır. Öğretmektir sabırla. Yiğit ne öğrendi senden?”

Bu sözleri suratıma çarpmıştın Fikret Deliçay. Şimdi söyle bana, ben senden ne öğrendim? Dur ben söyleyeyim; hiçbir şey! Ben ne öğrendiysem bu yaşıma dek kendim öğrendim. Düştüm, düştükçe hırslandım, hırslandıkça kendimi kontrol edemedim ve edemeyince de işte karşınızda Vedat Sayar. Çünkü bana kimse dur demedi ki, yürü dedi. Ben de zannettim ki yürüdükçe güçleniyor insan. Hâlbuki kimi zaman durmak lazımmış. Canımı yaktılar, ben de zannettim ki yakarsam güçlü olurum. Güçlü olursam bir daha kimse canımı yakamaz. Meğer insan yandığıyla, yaktığıyla kalırmış. Aç kaldım, aç bıraktım Nefes’i. Dövüldüm, dövdüm Nefes’i. Karanlık odalara hapsoldum, hapsettim Nefes’i. Beni karanlığa ittiniz, ben de o karanlıktan çıkmayı denemedim. Battıkça battım dibe. Kayboldum. Sevgi, aşk, saygı, vefa, sadakat, merhamet, iyilik nedir bilmedim. Hâlâ da bilmiyorum. Öğretmediniz, göstermediniz. Ben de gittim zalim oldum, psikopat oldum, kör gaddar bir vicdan oldum. Bunda senin hiç mi payın yok Fikret Deliçay?”

Doğru bildin baba! Şu an beni öldüren kibrim.”

Vedat Sayar dediği gibi düştüğü karanlıktan kurtulmaya çalışmadı. O karanlığın doğurduğu bir benlik olmayı tercih etti. O benlikte o kadar tehlikeliydi ki, kim varsa yoksa yaktı yıktı. Vedat bu halinden memnun mu peki? Daha önceden evet! Ama Nefes’in kaçışıyla, hayatlarına giren Tahir’den sonra hayır! Çünkü iyiliğin, insanlığın, merhametin can bulduğu bir adam vardı karşında ve sevdiğini iddia ettiği Nefes, o adama aşıktı. O adam uğruna neler neler yaptı, ne çok fedakarlıkta bulundu, dünyam dedi, oğlumun babası dedi. Vedat’ın sekiz yıldır ulaşmak istediği her şeye Tahir ulaştı. Sonra ne kadar belli etmese de kendini sorguladı Vedat. Siz neden Tahirle hep kafa kafaya, karşı karşıya geldiğini zannediyorsunuz? Tahir gibi olamadığı için, Tahir’in sahip olduklarına kendisi sahip olamadığı için. Victor Hugo’nun bir sözü var, tam buraya yakışır. “Herhangi birinin senden nefret etmesinin asıl sebebi; senin gibi olmak istediği halde asla senin gibi olamayacağını bilmesidir.” Yani Vedat asla bu saatten sonra bir Tahir olamazdı, olamayacağındandı tüm öfkesi. O yüzdendir Tahir’in ayağını sürekli kaydırmaya çalışması. İşte 44.bölümde de namluyu, o sebeple Tahir’e doğrultmuştur. Fikret hamle yapmasa Tahir’i vururdu valla, acımazdı bence. Çünkü Vedat gelmiş gelebilecek son noktasındaydı. Fikret bir zamanlar bir laf etmişti Vedat’a.

– “Vedat seni en büyük düşmanın öldürecek biliyorsun dimi? Kibrin… Seni kibrin öldürecek. Başka da düşmana ihtiyacın yok zaten. Kula bela gelmez hak yazmayınca. Hak bela yazmak kul azmadıkça.”

Vedat’ı aslında Fikret’in silahından çıkan mermi değil; Tahir’e doğrulttuğu namlu, bitmek bilmeyen kibri, Nefes’ten aldığı âhlar, söndürdüğü ocaklardan aldığı beddualar öldürdü.

İsterdim ki az daha sürün ama sonra düşünüyorum da sen hakettiğini buldun. Öz babanın bile helalliği alamadan göçüp gittin, bir kere olsun sevdiklerinden “seni seviyorum” cümlesi duyamadan gittin, o karanlıkta bile bile kaldığını cayır cayır hissederek gittin. Üzerine atılan toprakların kürekleyeni desen Tahir. Senin onca zulmüne rağmen bile zalimliğe soyunmamış Tahir ya. Merhametli, Nefes’in ilk ve son sevdası, Yiğit’in asıl babası… Gördün bak, bu dünya sana kalmadı Vedat Sayar. Öbür dünyada yakanda bir sürü el var ha! Seninle hesaplaşmayı bekleyen bir sürü can var. Gidip vaktinde Nefes’in abisini vurdun, eminim dağlık taşlık bir yere gömdün bir kimsesiz gibi. Bak gel gör ki senin mezarında bir kimsesiz gibi bir ağaç dibinde bir köşede. İlâhi adalet işte Vedat Sayar!

Hemen parantezi açıyorum burada. Vedat’a canla başla hayat veren, karakterini üzerine iyi giyen, bu hikayenin çerçevesinde fırtınalar estiren, kâh güldüren kâh ağlatan ve oldukça sinirleri zıplatan bu rolü efsane oynayan; set arkası set önünde vefasını gösteren, candan, adam gibi adam, başarılı, profesyonel, biriciğimiz Mehmet Ali Nuroğlu’na selam olsun. Yolu açık olsun, seni çok seviyoruz. Kalbimiz seninle… Unutulmayacaksın.♥️

“Döktürdün be Erdal Cindoruk!”

İkinci sezonla gönül soframıza konuk olan Erdal Cindoruk’un en etkilendiğim sahnelerinden biri olarak kalacak burası. Bağrı yanan bir babanın feryadını o kadar güzel yansıttın ki… Daha fazla el vermedi gönlü; oğlunu kefenin içinde sarılı görmeye, üzerine kürekleyip toprak atmaya. Attı küreği, koştu oğlunun odasına. Odayı yerle bir etti. Eşyaları kırdı parçaladı. Çünkü biliyor ki odaya o an girmese, bir daha giremez. Can parçasını kaybetti kolay mı ya? Allah kimseye evlat acısı vermesin. Sonra ceketini, gömleğini çıkardı; atletce kaldı ve pencereyi açtı. Neden mi? Nedeni çok basit aslında; oğlunu saatler öncesi üzerinden havlusunu alıp titretti. Şimdi de oğlu kara toprağın altında. Durumu eşitledi kendince yani.  O üşüyor üşüyecek, ben böyle sıcacık oturamam gibisinden. Fikret bir baba olarak belki de ilk kez yüzleşti kendisiyle o odada. “Ben dedum sana ben dedum.” Hep bu cümle döküldü dudaklarının arasından.  Yanı sıra Vedat’ın dedikleri de sabaha kadar çınladı kulağında. Yüreğinde desen bir kor zaten, yandıkça yandı. Baba olarak evladına bir hayat veremediği için küfretti belki de kendine. “Niye daha önce açık etmedim kendimi? Neden daha önce evladıma baba olmadım?” Bu sorunun etrafında döndü dolaştı. Vedat’a belki de ilk kez hak verdi babalığı konusunda. “Ben oğluma baba olsaydım; onu, Gülendam’ı yarı yolda koymasaydım her şey başka olacaktı.” Bu ihtimalden alıkoyamadı kendini Fikret. Tahir’i babasız koydu vakti saatinde, şimdide kendini evlatsız koydu bir başına. Deli Tahir ve Sakine’yi nefsine kurban olarak görmüyorum. Ama Vedat’ı baya nefsinin gafletine düşerek vurdu. O an Tahir’in yaşaması için bir hamle yapması lazımdı. Lazımdı da, ah bir baba için can parçası sonuçta ya… Nasıl katlanacak bu acıya? Çok zor çok! İşte başta oğlu olmak üzere mahvettiği hayatlarla, başına çöken çatının altında öylece kalakaldı Fikret Deliçay. Uzun lafın kısası; efsane oynadın Erdal Daddy…

Tahir, Saniye’ye dedi ya: “hep Nefes’in yüzünden, belası var, geldi dirlik komadı” gibi konuşuyordun ya ana; asıl tat tuz, dirlik düzen koymayan sensin. 30 yılımı çaldın, yetmedi Nefes’in umutlarını çaldın, oğlumun hevesini çaldın vs vs. demek istedi aslında. Hani bir söz varya: “insanlar kendi işlediği, kocaman günahları çuvala basar; senin küçücük yanlışını, duvara asar.” İşte bu söz, eşittir Saniye Kaleli resmen…  Gelelim Nefes’in acayip iyimser haline. Sebebi net; Tahir! Gidip bir delilik yapmasın diyeydi. Nefes her şeyi halının altına atmadı, atmış gibi yapıyor yine. Önceliği kendi yüreğinin yangınına değil, Tahir’in yangınına veriyor. O bulduğu aile dağılmasın istiyor, ne kadar yeri geldiğinde onlar ailelik etmese de. Nefes gibi bazı değerleri geç bulan, kıymetini bilen insanlar kolay kolay pes etmez; o değerlere arkasını da dönmez. Mevlana’nın aklımda yer etmiş bir sözü var; kimi sabrından susar, kimi saygısından, kimi de sevgisinden… Anlayın işte daa 🙂  NefTah’ı haftaya bol bol konuşuruz, yeri hazır. Bölüm yorumumun sonuna gelmeden, Civra sahnesinin güzelliğinden de azıcık bahsedeyim. Yiğit ve Tahir’in her anı en iyi şekilde değerlendirme çabaları beni benden alıyor. Baba oğlun aşkına varya gözlerden kalp fışkırıyor. Nefes ve Tahir desen birbirlerine bu kez kaçak oynamadılar, sevdim. Kıskançlıklar, tripler, şakalaşmalar falan filan… Alla alla! Pek güzelsiniz. Akıllı olun artık ya, dünyanızı kurun güzelce. Sevdanızı yaşayın lütfen.

Velhasıl baştan sona bence son zamanlardaki en güzel bölümlerden biriydi diyebilirim. Özelikle müzik seçimleri of of 🙂 Sesimiz duyulmuş sonunda, devamı gelir umarım. Emeği geçen herkese teşekkür ediyorum tekrardan. Yorumlarınızı, hislerinizi, isteklerinizi, fikirlerinizi bekliyorum mutlaka. Şimdiden okuyan gözlerinize sağlık, yorumuma hoşluklar getirdiniz. Hadi bakalım haftaya yeni bölüm yorumunda buluşmak üzere…  Sevgiler🌿