Sen Anlat Karadeniz 15. Bölüm: Gel Göğsüme Sığ Yarim…

“Bazı insanlar bazı insanlara şifadır.”

Tahir’in Nefes’e, Nefes’in Tahir’e olduğu gibi… Ne güzel dedi Osman Hoca’m. Kızından ayrılan her baba gibi gözleri dolu dolu konuştu Nefes’le. Yaralıydı geyik. Kendi yarasının büyümesinden çok kaplanı yarasına ortak etmekten korkuyordu üstelik. Kendisi alışıktı yanmalara, dayanırdı ama onu da yakacak, kanatacaklardı. Buna nasıl dayanacaktı? Ona bunu yaşatmaya ne hakkı vardı? Gözlerinden akan damla damla sevgi; sesinde endişe, çaresizlik… Oysa kendisinden bilmeliydi ki sevgi en iyi merhemdi. Kalpten kalbe akan, gerek beden gerekse ruhtaki yaralara en iyi gelen şeydi. İşte tam da bu yüzden seven sevdiğine yara değil şifa olurdu. Tahir merhametiyle Nefes’in örselenmiş yüreğini sararken Nefes onun deli fırtınasının limanı olacak. Bırakın tüm Trabzon’u, birbirleriyle bile savaşmak zorunda kalsalar sonuç değişmez. “O, ol der ve olur.”

Kurt uludu, kaplan duydu. Kurt uludu, geyik tutuştu. Kurt uludu ve nihayet bu sefer galip gelen merhamet oldu. Sade kendi çocuklarına anne Saniye Kadın Soluk Benizli’yle anlaştı, bu anlaşmayı duyan Mustafa Kaleli bu sefer olması gereken taraftaydı. Önceki hatasından çıkarması gereken dersi çıkarmış, Nefes’i evinden kabusuna değil oğluna götürmek üzere almıştı. Tam da her şey bitti dediğimiz anda hikaye en güzel yerinden tekrar başladı.

Yavrum dedi Tahir Yiğit’i kucaklarken. Yavrum… Yani dedi ki “Canımdan cansın. Yokluğuyla nefesimi kesen, varlığıyla canıma can katansın.  Ben ister Tahir abin olayım ister baban… Sen hep benim yavrum olarak kalacaksın.” İşte Vedat’ın başaramadığı şey buydu. Sevgiyi dolu dolu vermek, onu daim kılmak… Kan bağıyla değil gönül bağıyla bağlanmak… Bu her insan için kolay bir şey değil kabul ediyorum ama varlığı da o kadar kıymetli ki… Böylesi bir sevgi hem sevene hem sevdiğine dünyada cenneti yaşatır. Vedat da oğluna zarar gelmesinden korkar, Vedat da oğlunu sever ama onu kendinden saydığından. Belki kendi oğlu için canını ortaya koyar ama Ceylan için kılı kıpırdamaz mesela.

O daha kendi oğluna baba olamazken Asiye gibileri gelir, başkasının oğluna anne olur. Sahi o sahneyi izlerken içi sıcacık olmayan biri var mı içinizde? Şahsen benim yüreğime ılık ılık bir şeyler aktı onun sevgi dolu gözlerinden. Saniye Kadın’ın yapamadığını yaptı Asiye Sultan. Tahir’e en çok ihtiyacı olan şeyle geldi: anlayış… “Nefes’e nereyi hazırlayayım?” sorusuna aldığı cevabı sorgulamadan kabullenişindeydi anlayış; öz ailesinin onu mahrum bıraktığı ama kendisinin en başından beri ona sunduğu koşulsuz desteğindeydi. Aile olmak böyle bir şeydi, gerçek sevgi de… Peki ya annelik?.. Evladının mutluluğunu kendinden önde tutmak değil miydi? Peki Saniye Hanım’ın yaptığı ne? Haydi buraya bi üç nokta…

“Oğluma annelik etmek için bir erkeğe ihtiyacım olmasına, bekar bir kadın olarak ahlakımı kanıtlamak zorunda kalmama, mazluma değil zalime güvenen adalete rızam yok!”

“Senin rızan yok.” diyen Tahir’e böyle haykırdı Nefes. Aslında dedi ki “Sana rızam hep var. Ben sana bu şekilde gelmeye razı değilim.” Mustafa’yla konuşurken ağzından kaçırdığı gibi, ne çok isterdi sevdiği adama telli duvaklı gelin gelmeyi. Şöyle bembeyaz -belki etekleri kabarık- bir gelinlikle, gözlerinin ta içine kadar gülerek süzülmeyi… Kırmızı kuşağını Osman Hoca’m bağlardı, Asiye’nin zorla taktığı altın gerdanlığı akşamında söküp atmak yerine Tahir’le dalgasını geçerlerdi belki de kahkahalara boğularak.Nikah memuru “Gelini öpebilirsiniz.” dediğinde Tahir onun duvağını açarken yanakları kıpkırmızı olur, alnına değen dudakların sıcaklığında mutluluğun doruklarına varırdı. Mahrum bırakıldığı tüm güzellikleri yaşayacağı bir gün hayal etmişti şüphesiz, böyle zoraki bir nikah değil. (Tahirleyken kurduğu tüm hayaller güzeldi ya.) Böylesine Tahir’in de rızası yok. İşin ucunda oğlunu kazanmak olmasa yüreğindeki yaralar iyileşmeden asla zorlamaz onu böyle bir şeye. Ama başka çaresi yok. Ya beraber yanacaklar ya ayrı ayrı. Ayrılık ölüm demek onun için oysa her yanışın bir de sönüşü var. Olaylar bir çözümlensin, şöyle dalgalar güzel bir durulsun davullu zurnalı bir düğün bekliyoruz Asiye Reis’den. Daha horon tepeceğiz güzel insanlar. Yani umut bizim için hep var! 🙂

“Geyiğin o adam için bir tek dizi varmış, başını koyarsa diye…”

Birilerinin onlar için dua etmesine ihtiyacı vardı Nefes’in. Osman Hocamın ettiği güzel dualara birlikte amin dediler bu yüzden. İkisinin de ayrı ayrı amin dediği yerleri tekrar tekrar izlemenizi tavsiye ediyorum, çok ince detaylar var ama nihayetinde tek bir duada buluştular: Birbirlerine şifa eyle,derman eyle, yâr eyle… O ne güzel duadır öyle. Tüm gönüller “Amin.” de buluşurken gece olur. Nefes’in “onun kadını” olmaya gücü yoktu henüz ama sevdasını yalnız bırakmaya da razı değildi. Sonu güzel biten masalını anlatmaya gitti Tahir’in yanına. Şimdilik sadece dizi vardı geyiğin, başını koymak ister miydi? Dünyada artık oradan daha huzurlu hiçbir yer yoktu Tahir için. Huzura uyudukları geceden yine kabuslarla uyandı Nefes. Bu sefer susmadı sevdasına. Dünyada bir kadının başına gelebilecek en dayanılmaz gerçeği yaşamıştı, şimdi de onun kabuslarından kurtulamıyordu. Evladını kaybetmişti Nefes… O korkunç odada acılar içinde tek başına hayatta tutmaya çalışmıştı kızını. Ama başaramamıştı. Aklına geldikçe yüreği öyle bir şişiyordu ki hiçbir yere sığamaz oluyordu. “Gel göğsüme sığ yarim desem, gelir misin?” dedi Tahir. Geldi yaralı geyik. Dünyalara sığamayan kadın yarinin göğsüne sığdı ve yine huzur dolu bir uykuya kapattı gözlerini. Kaplan kapayamadı gözünü. İçinde bitmez tükenmez bir acıyla mırıldandı:

“Asıl sen affet beni. Bugün kızını elimden kaçırdığım için…”

“Sevdam meydandayuk!♥”

Yeni bölümde bol miktarda Tahir&Nefes Kaleli’yi izleyeceğiz gibi duruyor. Evet, onlardan böyle bahsedebilmek çok hoşuma gittiği için böyle bir cümle kurdum :)) “Hoş geldin Nefes Kaleli…” Ne güzel geldin ♥ Hangi birinden bahsetsem bilemedim. Beraber ağlamış çiftimin şimdi yine beraber çocuklar gibi eğlenmesine mi, Tahir’in sevdasının elinden tutup pazarda göğsünü gere gere dolaşmasına mı, Nefes’in dizinde kaplanın başı sevda türküleri söylemesine mi yükselsem? Yoksa Vedat niye hâlâ içerde, Berrak konuştu mu? diye sorgulasam mı? En iyisi biz her şeyin en iyisini umarak, ortilere -hasret olsak da- güvenerek yarın akşamki bölümde buluşalım…

Bu hafta epey bir geciktirdim, biliyorum. Normalde bu kadar geciken yazıyı yayımlamam ama hem söz verdiklerim, hem de bu haftaki bölüm adına içimde kalan sözlerim için bitireyim dedim. “Son gün yorum mu yayınlanır, hele de bu saatte?” demeyip okuyan gözlerden öperim :))

Ömrümüze şifa olacak bir yâr dileğiyle. Sevgiyle kalın ♥