Çukur’a Kim Düştü ?

Çukur, geçtiğimiz günlerde ortalığı kasıp kavuran son bölümü ve bir o kadar önemli sezon finali galasıyla büyük ses getirdi.

Tüm ekibin katıldığı gecede Aras Bulut İynemli “Heyecanı Yok” parçasında Gazapizm ile düet yaparken,

Erkan Kolçak Köstendil ve Mustafa Kırantepe birlikte “Nemrudun Kızı” nı, Kubilay Aka ise kendi parçası “Gamzendeki Çukur” u seslendirdi.

Dizinin dillere destan bütün parçalarına yer verilen mini konserde Eypio, Allame No:1, Melek Mosso ve tabii ki dizi müziklerinin vazgeçilmez, başarılı ismi Toygar Işıklı da orkestrasıyla yer aldı. Oldukça coşkulu ve eğlenceli etkinliğin geliri Tohum Otizm Vakfı’na bağışlandı.

Ekip arkadaşlığının çok güzel bir gösterisi olan galada oyuncuların birbirleriyle samimi halleri, özellikle performanslarıyla göz dolduran Erkan-Aras ikilisinin keyifli halleri dikkat çekti. 

https://www.youtube.com/watch?v=f7SUYgZCRlg

Bu anlamlı geceyi takdir ediyor ve artık asıl bahsetmek istediğim sezon finaline gelmek istiyorum.

Öncelikle söylemem gerekir ki bölüm maalesef beklediğimin çok altındaydı. Üç aylık bir ara öncesi çok sağlam yolculamayı umduğumuz Çukur’u kesinlikle kapasitesinin altında bir hikayeyle gördük.

 

Elbette kritik noktaları vardı ancak çoğu sahne geçiştirilmişçesine özensiz, hatta hissiyatsızdı. Çoğu olay anlamsız, saçma bir şekilde işlenmiş ve dolayısıyla beklenen etkiyi verememişti.

Önceki bölümün sonunda izlediğimiz İdris-Selim olayının devamında ne olduğu muallakken, koskoca “Baba” Koçovalı’nın mahalleyi, evini terk etmesi aşırı yetersiz sahnelerle gösterildi. Vartolu’nun evini basarken bile yüzlerce kişi giden halk, babasına veda ederken on kişilik ekiple uğurluyor.. Kimse ne olduğunu merak etmiyor, plan kurulmuyor birkaç gözyaşı döküp klasik “Yeter ki Çukur yaşasın” şiirleri okunarak direk topluca göç ediliyor. Ayşe ve Karaca ne olduğunu biliyor mu ondan bile emin değiliz. Aile ihanete uğramış, hem de en yakınından ama kimse ne reaksiyon gösterdi bilinmez, koskoca iki buçuk saatte flashback olarak bile yoktu.

Evdekiler nasıl öğrendi, ne hissetti ne dedi.. Sadece Yamaç’tan abilerine bir bela okuma duyduk o kadar. O harekete geçme anları bile sıradan bir bölümdekinden çok daha sönüktü. Vartolu’yu ilk baş ne olduğunu kestiremediğimiz bakışlarla gördükten sonra ifadesi bariz şekilde mutsuzluğa ve pişmanlığa dönüştü. “Ben ne yapıyorum” tavırlarından ve son derece kasvetli havadan kurtulmasıysa maalesef hala görünce sesinin titrediği, biricik aşkı(!) Saadet’le oldu.

Her zaman yüzüstü bırakıp gitme konusunda kendinden söz ettiren pısırık kızımız hiçbir şey yokmuşçasına ailenin yeni düzenine ayak uydururken, Cemil’le nikah zamanı sevgi gösterilerini eksik etmeyen karakter yoksunu yengesi tüm tutarsızlığını gösterip dramatize şekilde “Onla aynı evde kalamam” diye çemkirip hamileliği Sultan’a anlattığı için evden kovulunca son çare olarak karnındaki bebeğin babasına sığınıyor ve birlikte komediden farksız anların yaşanacağı meşhur Erbaa’ya gidiyorlar.

Hem orada hem Çukur’da hem de Koçova cephesinde herkes, hiçbir şey yok gibi davranarak uzunca bi süre mutlu mesut geçiniyor ve anlamsız bir zaman aşımına geliyoruz. Bu kadar boğucu curcunada Nedret ve Emmiye sahne yazmayı unutmayıp bize tıpkı Nedret gibi göz devirten senaristimiz ağır depresyonda olan Yamaç o kadar zaman ne yaptı anlatma gereği duymuyor. Karaca meselesine değinmek bile istemiyorum çünkü bize önce “Kesin bir planı vardır, sinsi bu kız. Celasun’u istiyor, oyundur.” dedirttikten sonra “Değilmiş, cidden pişman olmuş. Artık iyi.” diye düşündürüp sonrasında sevimli sevimli izlettikten ve karakterin değiştiğini yansıttıktan sonra o cümleleri kurdurtup o sahneyi çekmek ters köşe değil tam anlamıyla rezilliktir.

Sezon finaline etki etsin, konuşacak bir şey daha olsun diye yapıldığını düşünüyor ve kesinlikle başarısız bir hamle olarak görüyorum. Mantık hataları saymakla bitmez ancak her dizide olduğu ve kaçınılmaz olduğu için daha fazla irdelemek istemiyorum.

Selim’in ölümü çok başarılıydı. Çaresiz, mutsuz, tükenmiş bir adamı öyle güzel gördük ki, kazandığını zannettiği zamanlardaki sahte olduğunu fark etmediği çoşkudan sonra”yalnız”ken canına kıyıyor oluşu – üstelik Cemil’in öldüğü yerde – son derece anlamlıydı.

Sonu hoş olmayan yerlere varsa da rus mafyalarını bile ezip geçen, tüm ülkeyi tek yumrukla alt eden Yamaç’ın sezon başından beri ilk kez sağlam dayak yemesi hepimizi sevindirdi. Bu adam süperkahraman değil neticede, bi kere ağzı yüzü dağılsın değil mi ama.. İnternette mizahı dönen güzel detaylardan biri de dövüş sahnesinde hem Emrah için Türk Marşı hem de Yamaç için Heyecanı Yok çalmasıydı.

Meliha olayının ucu açık bırakıldı bu güzel, demek oluyor ki yeni sezonda bir şeyler olabilir. Ancak ilk bölümlerde de rastladığımız o Bülent Ersoy şarkılarının kimseyi duygulandırmadığını söylemek istiyorum. N’olur yapmayın. O kadar şaheserin yanında öyle ağır bir mod cidden sırıtıyor. Her telden çalmanın da bir sınırı var.

Nazım ve kardeşinin birbirlerinin ipini çekmeleri de güzeldi. O ikisinin er geç bunu yapacağı belliydi. Adımlar tahmin edilebilir olsa da izlemesi keyifliydi. Tabi Emrah’ın alıkoyduğu Sena’ya ne olacak, oldu o da merak konusu.

Vartolu’nun asla unutmaması gereken düşmanı Paşa’yı almasına tam sevinecekken Salih modunu açıp geri bıraktı ve binlerce izleyicinin hevesi kursağında kaldı. İnsanın “Ne yapıyorsun Horzum, ne yapıyorsun?! ” diyesi geliyor. Öldürüp gidebilirdi o meymenetsizi, şart mıydı polyannaya dönüşmek..

Şimdi, dizide kim var kim yok tarandığı için kimler mefta kimler hayatta bilmiyoruz. Ortalık kan gölü. Kalanlar – ki varsa inşallah- nerdeler, ne durumdalar, nasıl bir halde dönerler meraktayız. Asla haz etmesem ve altı güzel doldurulamamış olsa da Çukur’un hikayesi ve yaşananlara at gözlüğüyle bakınca Yamaç’ın dönmeden önce bu yaşına kadar yaptırmadığı “Çukur” dövmesini yaptırması, o hissi benimsemesi ve kendini adeta oraya adaması çok çok güzeldi.

Gördüğümüz kadarıyla kaybedecek bir şeyi kalmayıp hırslanan, gözü kara bu adam bitmişlik konusunda kendisinden çok da farklı olmayan babasının oğluna gidiyor ve yeni gelen kimliği belirsizler tarafından ele geçirilip mahvolan Çukur’u kurtarmak için yardım istiyor. Vartolu yaşadıkları kelimelerle anlatılamayacak kadar hem iyi hem kötü olan kardeşinin uzattığı eli tutuyor ve bir kez daha düşmanlara karşı güçlerini birleştiriyorlar. Üstelik bu defa bir başlarına! İşte herkeste heyecan uyandıran belki de tek sahne;

Ya Alacağız, Ya Öleceğiz!

Sözü fazla uzattığımın farkına vararak artık yavaş yavaş bitirmek istiyorum. Umarım sıkmamışımdır. Öncelikle amacım kesinlikle diziyi kötülemek veya olumsuz eleştiri yapmak değil. Çukur’u ilk bölümünden beri, her şeye rağmen hiçbir bölümünü kaçırmadan çok severek izliyorum ve ekibin kesinlikle arkasındayım. Kimsenin en küçük emeğini, katkısını veya başarısını da asla gözardı etmem. Elbette değişmesini istediğimiz, yanlış gördüğümüz çok şey oldu ki izleyici olarak bunları dile getirmek en doğal hakkımız ancak bundan ilerisine gidemeyeceğimiz için artık yapabileceğimiz tek şey güzel olmasını ummak ve sabırla beklemek.

Sizin görüşünüz nedir bilemem. Yeni sembollerle mahalleye -diziye- girenler kim, nasıl bir etkileri olacak cidden kestiremiyorum ancak bizim ikiliyle karşı karşıya gelmeleri umut vaat ediyor. Fazla kişinin ölmesi sadece konuşulmak ve kaybedilen reytingin, popülaritenin geri kazanılması için mi onu da bilemiyorum. Belki de elde olan kült kadroyla eski canlılığı yakalamak yerine, taze kanlar alıp hikayeler farklılaştırmak istenmiş olabilir. Planlı veya plansız, ani veya zamanlı, iyi veya kötü, yerli yersiz artık pek de bir önemi kalmadı. Bu sezonu atlattık, zar zor da olsa bitirdik. Çok güzel şeylere şahit olduk, çok güzel hisler tattık. Emeği geçenlerin hepsine teker teker sonsuz teşekkürler.

Karakterlerimiz öldü ama biz hayattayız Yeni sezonu büyük bir heyecanla bekliyoruz.

Herkes yoruldu. Hem bedenen, hem zihnen. Diliyorum ki tatil herkese iyi gelir ve yeni sezona musmutlu başlarız!

Buluşmak dileğiyle..