Emre Ön-Senem Göktürk: ”SENEMRE ile bitmeyen bir röportaj :)”

Sen Anlat Karadeniz’in sevilen karakterleri İdris ve Nuran’a hayat veren Emre Ön ve Senem Göktürk’e  eglencelı röportaj için teşekkür ederim. Okumayan pişman olur benden söylemesi 🙂

EMRE:

1.Soru, bize biraz kendinizden bahseder misiniz?  Önce sen cevapla istersen…

SENEM: Tamam. Sen şimdi çok konuşacaksın ben hemen kısaca bahsedip çekileyim. 7 ay 1 kilo 300 gram olarak doğmuşum. Doğumdan başlamam gözünüzü korkutmasın kısa geçicem vallahi. Doktorlar siz gidin bu bebek yaşamaz demişler ama bizimkiler pes etmemiş mamalarla beslemişler. Sonra tombiş tombiş olmuşum. Bu sefer doktorlar yandınız bu başınıza dokuz başlı canavar olacak demişler. Yani o kadar inat etmişim yaşamaya… Ailem aslen Ürgüp/Göremeli ama Ankara da yaşıyorlar. Ben de Ankara da doğup büyüdüm. Annem ev hanımı, babam inşaat işçisi bir de ablam var benden 2 yaş büyük güzellik uzmanlığı yapıyor. Tiyatro ile ilk ortaokulda tanıştım. Hiç tanımadığım insanlardan güzel tepkiler almak taklit edilmek bu mesleği yapmama sebep oldu, lisede de devam ettim. Maddi durumumuz çok iyi olmadığı için okul bitince hem cafede garsonluk yapıyordum, hem de bütün tiyatroları okuyarak ve seyrederek takip ediyordum. 2 yıl Mamak Kültür Merkezi Belediye Konservatuvarında, 1 yıl Ankara Sanat Tiyatrosunda eğitim aldım. Sonra da Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Tiyatro Oyunculuk Bölümünü kazandım ve gerçek hayat başladı.

EMRE: Hikaye kısa ama o nasıl okul adı yaz yaz bitmiyor. Kısaltması bile uzun. D.E.Ü.G.S.F.T.O.B.

EMRE: Sıra bende 85 model, 1.83 civarı uzunlukta, 75 ile 79 kilo arasında gidip gelen birisiyim. Bu kilo işi Senem’in yaptığı güzel tatlılara, yemeklere ve spor’a bağlı olarak dönem dönem değişmekte. Üniversiteye kadar olan eğitimi Ankara da tamamladım. Ankaralı olanlar iç cebeciyi bilir. Ben de bir cebeci bebesi sayılırım. Hani şu şarkı var ya ‘Ulus Cebeci Çankaya Gardaş Deriz Kankaya La Bize Her Yol Paris Değil La Bize Her Yer Ankara’ işte o cebeci bu cebeci… Eskişehir Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Tiyatro Oyunculuk Bölümü eğitiminden sonra, ulus cebeci işlerini bıraktım. Artık diplomam vardı. Hem de devlet okulundan. Tescilli sicilli bu kişi oyunculuk yapabilir diploması. Babamın dükkanı, fabrikası olmadığından ve bizim evde duvara asılmak için diploma alınmadığından yanıma bu oyunculuk yapabilir ehliyetini alıp her mezun gibi koşa koşa İstanbul’un yolunu tuttum. 1 dk…Seneeemm bana da çay koyar mısın?

SENEM: Daha bitiremedin mi?

EMRE: Teşekkür ederim. Yok İstanbul’a yeni gittim.

SENEM: Ohooo… daha bir sürü soru var hepsine böyle yazacaksan işimiz var.

EMRE: 7 aylık mısın dicem. Evet diceksin…Ben bitince seslenirim.  Nerede kaldım İstanbul… Evet yeni mezun olmuş, enerjik, genç, meslek aşkı ile yanıp tutuşuyordum. Kapı kapı dolaştım. Basmadığım zil, çalmadığım kapı, sağa sola dönüp hobilerimi fobilerimi bobilerimi saymadığım menajer asistanının asistanı kalmamıştı… Tüm işleri, mankenler, popçular ve o, onun şuyuymuşcular kaptı. Diplomanın işe yaramadığını bana o zaman öğretti İstanbul. Ümitler tükenmesine ramak kala önce para tükendi. Ne hayallerle geldim İstanbul’a ama Ah İstanbul yedin beni… hayallerimi… İstan-bul bul bulabilirsen hayallerini, enerjini, mesleki isteğini…tek bulduğum boyumun ölçüsüydü…

SENEM: Gören de Sultanahmet’te az sonra dilenicen zanneder.

EMRE: Vallahi gerçek, neyse ben size bir ara İstanbul maceralarımı başka bir zaman anlatırım. Eğer isterseniz tabi.

SENEM: Emre!

EMRE: Tamam, Sonra Ankaraya döndüm, Devlet Tiyatrosu 2010 yılında sınav açtı ben de Trabzon bölgesini kazandım. Diplomayı duvara asmaktan kurtardım. Şaka bir yana, ne olursa olsun okul okuyun ve o diplomayı alın. Elbet bir gün hedefinize ulaşacaksınız bu yüzden sakın yılmayın. 2010 yılından beri Trabzon Devlet Tiyatrosu sanatçısı olarak her yıl perde açmaya oyunlarda oynamaya devam ediyorum.

SENEM: 2. Soru Çok merak edilen bir soru ☺ Nasıl tanıştınız? Ben her yıl çocukluk arkadaşım Köksal’la beraber Afife Tiyatro Ödülleri’ne katılırdım. 29 Nisan 2014’te de yine katıldık. Giyindik, kuşandık kapıdan bi girdik, Emre hemen yanımıza geldi, konuştular falan… Ben normalde Köksal’ın bütün arkadaşlarını tanırım ama Emre’yi hiç görmemiştim. (Nasıl kaçmışsa gözümden:) Neyse sonra Emre demiş ki; Köksal bu kız kim ben bu kızla evlenirim demiş. Köksal’da bana söyledi bende dedim ki; aaa aa deli mi ne ilk gördüğü kıza evlenirim mi dedi hemen. Sonra yanıma geldi tanışmaya çalışıyor, kendini anlatıyooooo, ordan burdan bahsediyoooo, hatta askerlik anılarını falan anlatıyoooo yani ilk tanışmada anlatılmaması gereken ne varsa yapıyor:)

EMRE: Ben ne yaptığımı biliyor muyum yeni gelmişim askerden.

SENEM: Dur ya sen bi, ben cevaplıyorum. Gece bitti tesadüf aynı yerlerde kalıyormuşuz taksiye bindik Emre hiç susmadan konuşmaya devam etti vedalaşırken yarın bi kahve içelim mi? Dedi. Bende çok yoğunum dedim oysaki bomboş oturuyom sonra evlere dağıldık. Ertesi gün Köksal’dan mailimi istemiş vereyim mi dedi, sırıtarak veeeer dedim ve Emre’den bi mail geldi okuyunca çok etkilendim sonra konuşmaya başladık. Birkaç gün önce tanıdığım Emre’yle alakası yoktu. Komikti, sempatikti, zeki ve etkileyiciydi. Tanıdıkça sevdim, sevdikçe tanıdım. Onun merhametine, dürüstlüğüne, karakterine bağlandım. Bazen çok konuşuyor ama boş değil:) işte o zamandan beridir birlikteyiz kader iyiki bizi karşılaştırmış.  Bir de 3 yıldır kedimiz var, oğlumuz gibidir kıymetlimiz… Mutlu mesut geçinip gidiyoruz.

EMRE: 3.Soru Emre bey, Eskişehir Anadolu Üniversitesi tiyatro bölümünden mezunsunuz. Eskişehir “öğrenci şehri” olarak anılır. Ailesi hâlâ orada yaşayan biri olarak soruyorum ☺  öğrencilik yıllarınız nasıldı? Eskişehir’e en son Senem ile birlikte geçtiğimiz yaz, günü birlik bir kaçamak yaptık. Son gittiğim de bunu iyice tescillemiş oldum. Eskişehir her yıl kendini geliştiren, yenileyen, kültür seviyesini, sanat aktivitelerini genişleten, genç bir şehir. Adına aldanmayın bana göre Türkiye’nin en güzel şehirlerinden birisi. Ben ilk defa 2005 yılında gittim Eskişehir’e, Ankara’dan gittiğim için pek yabancılamadım önceleri iklimini, fakat kışları bu kadar sert geçeceğini tahmin etmiyordum. Kar 1 ay yerden kalkmamıştı. Bu yüzden her kış döneminde bir iki hafta hasta olarak evde yatardık. Çok sevdiğim sınıf aynı zamanda ev arkadaşlarım vardı. Şu an onlar İstanbul’da yaşıyorlar. Fırsat buldukça görüşüyoruz. Öğrencilik döneminde maddi olarak çok olanaklarımız yoktu ama voltran gibi güçlerimizi birleştirince aşamayacağımız zorluk da yoktu. Birbirimize maddi manevi destek olurduk. Zaten destek olmazsan ne dostluk baki kalır ne de hatıralar. Öğrencilerin Eskişehir’de çalışmaları için birçok fırsat bulunmakta. Ben neler yaptım neler. Burada anlatmayayım şimdi.

SENEM: Neden? Bir anlat bakayım neymiş onlar?

EMRE: Ramazanda Hacivat- karagöz gibi, çocuk oyunları gibi, kanto gösterisi gibi ayrıca o zamanlar öğrenci olan gösteriyi yaptığım arkadaşlarım şimdi baya ünlü fanları var ne diyim şimdi… laf uzamasın anlamında dedim. Neyse büyümenin verdiği tecrübeleri yaşadığım şehir Eskişehir… Sevgim, nefretim, acılarım, işim… Mesela en çok Eskişehir’de gülmüşümdür herhalde… Sonuçta öğrenciydim, kaygılarımız yoktu. O dönem dersten geçmek ve karnımızı doyurmak bizim ilk hedefimizdi. Bana göre öğrencilik bir meslek olsaydı çok revaçta olurdu. Hele bir de Eskişehir’de… Eskişehir tam bir öğrenci şehri her zaman da öyle kalacaktır. Taa ki mezun oluncaya kadar.

EMRE: 4.Soru Sen Anlat Karadeniz sizin için nasıl başladı? Diziye aynı anda mı dahil oldunuz yoksa ayrı ayrı mı? Senem sen başla…

SENEM: Okuldan mezun olduktan sonra, İstanbul’un kollarını açıp beni beklemediğini bilsem de her yeni mezun gibi bende İstanbul’a gittim. Bi menajerim yoktu, tv tecrübem de yoktu ama sonuçta yeni mezunsun bi yerden başlamak gerekiyor. Ancak fırsat verirlerse istedikleri tecrübeye sahip olabilirsin. İşte bu azimle her gün bi menajerin kapısını çaldım. Kimi kapı aralığından konuştu, kimi tecrübemi sordu, kimi takipçi sayımı… Ben yine de pes etmedim hatta bi menajerin benimle dalga geçtiğinden bi haber yapım şirketine bile gittim. Giderken de ne kadar iyi bir insanmış ilk defa birisi yönlendirdi diye heyecanla kapıdan girdim ve güvenlik içeri almadı. Başta bi kendimi aptal yerine konmuş gibi hissettim ama yine de pes etmedim ve İstanbul’da daha çok kalabilmek ve daha çok koşuşturabilmek için çok tatlı bi çikolata dükkanında işe başladım. Cafede çalışmaktan hem keyif alıyordum hemde tekrar başa dönmüş gibi hissediyordum. Bu durum ara sıra enerjimi düşürüyordu. Çünkü istediğim mesleği okuyabilmek için zaten çok çalışmıştım. Şimdi mezun oldum ve bu sefer istediğim mesleği yapabilmek için yine çalışmak zorundaydım. Bir yandan yaş ilerliyor, sorumluluklar vs. bir yandan da ne zaman kendi mesleğimi yapacağım kaygısı. Bütün bunları düşünürken bir arkadaşımdan Osman Sınav’ın bir dizi yapacağını hem de Trabzon’da çekileceğini öğrendim. Audition vermek için yine koşuşturdum ama yine kimseye ulaşamadım. Yeni mezunsanız ve sizinle ilgilenecek, sizi anlayacak bir menajeriniz yoksa hayat gerçekten zor:( Sonra bir gün Emre’yle konuşurken bana Osman Sınav’ın dizisi için cast direktörünün devlet tiyatrosuna geldiğini anlatırken içimi bi sevinç kapladı. Ortada fol yok yumurta yoktu ama ben bunun bir kader olduğuna ve dizide olacağımıza inandım. Sonrasında oldu da. Hem ilk tecrübem Osman Sınav gibi dahi bir yönetmenle çalışmak olacaktı hem de evimde olacaktım. Benden şanslısı, mutlusu yoktu… Diye düşündüm. Mutluluklarımın kelebek misali olduğunu unutarak…

EMRE: Ben O sıralar Trabzon Devlet Tiyatrosunda yeni bir oyunun provasındaydım. Bir gün Tiyatroya haber geldi. Trabzon’da dizi çekilecekmiş diye. Ben de içimden kesin 2-3 bölüm burada sonra İstanbul’a taşınır diye düşündüm. Keşke dizide oynayabilsem diye de içimden geçirdim. Çünkü Trabzon’da böyle bir fırsat yok, üstelik kim Osman Sınav ile çalışmak istemez ki? Dizinin cast direktörü Trabzon’a geldiğinde kendisinden randevu talep ettim. Sağ olsun kırmadı ve görüştük. Tanışmak, kafamdaki soruları sormak istedim. Çoğunun cevabını o zamanlar aldım. Fakat dizinin castının yüzde 90’nının yapıldığını ve sadece birkaç rolün buradan seçileceğini söyledi. Yinede kısa bir deneme çekimi yani audition ve fotoğrafları mailine atmamı istedi. Senem ile birlikte o İstanbul’dan ben de Trabzon’dan bir umut yolladık. Yıllardır Trabzon’da oyuncu olarak görev aldığım için bu yörede tanıdığım bir sürü kişiler oldu. Cast direktörü ile tanıştırdığım, tavsiye ettiğim kişiler de oldu. Kimi oldu, kimi öldü, kimi de hiç olmadı. 🙂 Takdiri İlahi… Bir gün cast direktöründen telefon geldi. Aslında rolü başka bir kişinin oynayacağını ama bir şekilde anlaşma olmadığını bu yüzden deneme çekimine bakarak oyuncu olmam, Trabzon’da yaşıyor olmam, yöreye hakimliğim göz önünde bulundurularak İDRİS rolüne seçildiğimi söyledi. Mahkeme kararı gibi anlattım galiba… Bu rol için bir görüşme daha yapılacağı ve Osman Sınav’ın karar vereceğini söyledi. Ayrıca İDRİS’in eşi rolü NURAN karakteri için Senem’in uygunluğunu sordular. Bence her şey çok olumluydu. Senem’in İstanbul’da olduğunu kendisi adına karar vermem doğru olmadığını ama tahminlerime göre severek bunu kabul edeceğini Trabzon’a gelmesinin sorun olmayacağını belirttim. Beklemek çok heyecanlıydı. Acaba Osman Sınav bizi seçer mi? Ne olacak? Nasıl olacak? Kimler olacak gibi sorular soruldu haftalarca… Ve o gün geldi… Karşılıklı konuşmalar, anlaşmalar, imzalar… Sonra ilk gün heyecanı… Aksilikler… Bir yandan tiyatro… Bir yandan set… Rüya gibiydi. En çok istediğim şey, hem tiyatro sahnesinde olmak, hem de televizyon da yaşamaktı. Geçen yıl projenin başında kariyerimin zirve noktalarından birini yaşadım.  Bir oyuncu başka ne isteyebilir ki?

EMRE: 5.Soru Dizide evli bir çifti oynuyorsunuz. Kamera arkasında da birlikte olan bir çift olarak nasıl hissettiriyor? Sizin için bunun avantajları ve ya dezavantajları var mı? Var mı Senem?

SENEM: Var mı Emre?

EMRE: Önce ben sordum.

SENEM: Ne fark eder, sen soruyu cevapla bakiiim…

EMRE: Soruyu ben okudum sen söyle….

SENEM: Emreeeeeee…

EMRE: Seneeeeeeeemm…

EMRE: Şaka bir yana benim için avantajlı kısımları var. Sette de yan yana olup birbirimize destek olmamız güzel bir duygu. Mesela benim geçen yıl birkaç bölüm rol gereği Gürcüce ve Rusça konuşmam gerekti. Sezon başında Gürcüce sezon sonunda Rusça konuştum. Hatta Türkçeden çok yabancı dil konuşmuşumdur dizide herhalde. Önümüzdeki zaman diliminde de başka dillerde görüşmek üzere… Neyse, bu dilleri bilmediğim halde biraz aksanlı ve ezber tam gitmem gerekiyordu. Bu konuda Senem bana çok yardımcı oldu sağ olsun. Onun ezberi benim ezberimi hatırlar 🙂 dezavantaj ne olabilir diye düşünüyorum… Sanırım yok. Ya da onu yaşayacak kadar birlikte set tecrübemiz henüz olmadı.

SENEM: 6. Soru Bir kadının şiddet gördüğüne tanık oluyorsunuz. O an ne yaparsınız?

EMRE: Sadece kadınlara uygulanan değil güçlünün güçsüze, statü olarak üstün alta, parasal olarak zenginin düşük gelirliye, çocuklara, hayvanlara kısaca canlının canlıya yaptığı her türlü şiddete karşı olduğum için o an duruma ve koşullara bağlı olarak müdahil olurum. Şiddetin savunulacak hiçbir yanı yok. Bana göre şiddet küçük yaşta bilinçsiz bir eğitim sürecinden yahut aile yapısından kaynaklı ve tedavi edilmez ise ilerde felakete yol açabilecek yarı psikolojik, yarı sinirsel bir hastalık. Benim için karısını döven bir adam, köpeğini tekmeleyen bir varlık, elini tutmuyor diye çocuğuna şamar atan bir ana, okulda öğrencilerine şiddet gösteren bir öğretmen, trafikte hatalı olan olmayan ama dayak atan adam… Hepsi bir… Duruma koşula bağlı olarak elimden geldiğince mağdur olan kişiye yardımcı olmaya çalışırım. Öncelikle yanımdakilerin can güvenliği sonrasında ise kendi güvenliğim göz önünde bulundurarak… Aslında mağdur olana yardım etmektense onu bu hale getirene yardım etmek bir sonraki hayatları kurtarmak demek. Olan olduktan sonra neye yarar ki keşkeler…

EMRE: 7. Soru Hayatınızın dönüm noktası nedir? Kısa ve öz… Senem ile tanışmak.

SENEM: Loading…

SENEM: 8. Soru Sette evlenme teklifi aldınız. O anı bize bir kaç cümleyle anlatabilir misiniz? Emre’yle uzun zamandır birlikteyiz ama ‘yea ne zaman evlencez, ne zaman nişanlancaz’ diyen birisi olmadım hiç. Hatta ben söyledim diye bişey yapılmasından hiç hoşlanmam, bilerekte söylemem zaten. Karşı taraftan beklerim bu durum sadece özel hayatımda değil normalde de kimseden bir şey beklemeyi sevmem, hep kendim yaparım. Yapamıyorsam da yapmaya çalışırım. İnsanları yönlendirmekten ziyade kendi içinden geldiği gibi davranmalarını samimi buluyorum. Emre’yle de bu evlilik teklifini konuştuğumuz zamanlarda ona hep bi gün evlenme teklifi edeceksen içinden gelerek yap ama beni şaşırtacak, etkileyici bi şey olsun yoksa kabul etmem derdim şakayla karışık. Ama sette evlenme teklifi edeceğini gerçekten hiç düşünmemiştim. Yıllar sonra da gülümsetecek bir anımız oldu…

EMRE: 9. Soru İzleyici olarak düşündüğünüzde 2 sezon boyunca sizi en çok etkileyen sahne hangisi?

EMRE: Zor bir soru… Tahir’in, Nefes ve Yiğit’e limanda veda ettiği sahne beni en çok etkileyen sahneydi…

SENEM: Çok var aslında ama en yüreğime işleyen, Tahir’in Nefes’e özür dilerim daha önce gelmediğim için dediği sahne..

SENEM: 10. Soru Kamera arkasından gelen fotoğraf ve videolarda eğlenceli bir set ortamı olduğu belli oluyor. Sizin sette unutamadığınız eğlenceli komik bir anınız var mı?

EMRE: En eğlenceli anım tabii ki evlenme teklif ettiğim gün. Setin son günü ve son sahnesiydi. O gün o sıkışıklıkta her şey güzel gitti ya… Dedim artık tamam. Senem anlattığı için ikinci posta olmasın şimdi. Fakat organizasyonda emeği geçen o gün sette olan herkese tekrar teşekkür ederim. Onlar yardımcı olmasaydı olmazdı… Hayatımda yaşadığım en kötü anım da var. Kimse bilmiyor sorsaydınız onu anlatırdım başka sefere diyelim…

SENEM: 2. Sezon setin bizim için ilk günüydü. Sahne çekildi set bitti. Üzerimizi değiştirip bi çıktık ki herkes gitmiş, servis bizi orada unutmuş. Emre’yle çok gülmüştük. Sonradan gelip aldılar tabi ama komik bir andı.

EMRE: 11.Soru Dizide tüm karakterler ve oyuncular çok sevildi hatta yoğun bir şekilde takip ediliyorsunuz. Ama bu durum Ulaş ve İrem için daha yoğun, sizin bu konu hakkındaki düşünceleriniz neler? Kamera arkasında da tanıyan biri olarak düşünceleriniz oldukça merak ediliyor? ☺

SENEM:  Eğer bu dizi sayesinde tanıma fırsatım olmasaydı bende yine seyirci olarak onları çok severdim. Çünkü derler ya; ‘insanın ruhunun güzelliği dışına akseder’ diye sevgili seyircilerin de kalplerinde sıcacık bir yumak oluştu ve onların içinin güzelliğini samimiyetlerini sevdiler. Ama en büyük sevgi onların çünkü biz tanıma fırsatı yakalayıp sevdik, onlar tanımadan sevdi…

EMRE: Ulaş’ı ilk tanıdığım gün bizim için setin ilk günüydü. Sette yan yana dururken tanıştık ve sohbet etmeye başladık bir süre sonra ona, Ulaş sen 2-3 ay sonra Trabzon’da rahat gezemeyeceksin bak şimdiden gidebildiğin yerlere git, gez demiştim. O da hadi ya o kadar olur mu? Dedi… Arada fırsatını bulup sağ olsun oyunuma geldi, izledi. Şimdi görüyorum ki o zaman gelmiş, gezmiş şimdi o kadar özgür olamıyor. Bir açıdan da pek iyi bir durum değil… Bunu kötü anlamda tabiî ki söylemiyorum. Sizin ona olan sevginizin, hayranlığınızın bir göstergesi yoğun ilginiz mutlaka. Şimdi şöyle bir meydan da gezeyim dese, sürekli fotoğraf çektirmek isteyenler, canlı yayınlar, sarılanlar, ayılanlar ve bayılanlar… Sadece meydan da gezecekti aslında… Gördüğünüz gibi olmadı… Ulaş işini severek yapan, disiplinli ve çok iyi niyetli bir insan. Özellikle de dizideki performansı çok üst düzey, izleyici de bu durumdan dolayı onu severek takip ediyor diye düşünüyorum.

SENEM: 12. Soru İdris ve Nuran karakteri ile diziden sonra da anılmak tabiri caizse “üzerinize yapışma” ihtimali sizi korkutuyor mu? Ve ilerleyen dönemlerde nasıl bir rol ile izleyici karşısına çıkmak istersiniz?

SENEM: Size biraz anılarımdan bahsedeyim…Dün meydanda dolaşırken genç güzel bir arkadaş yanımıza geldi. Rahatsız etmiyorsam sizinle bir fotoğraf çektirebilir miyim dedi. Estağfurullah ne demek olur dedik. Bizim için güzel bir andı. Sonra fotoğrafa baktı bize baktı ve çok yakışıyorsunuz Allah bozmasın dedi. Biz de amin, teşekkür ederiz çok sağ olun dedik. Peki, sizi bir daha ne zaman görücez böyle heh! Dedi içten samimi bir tonla… Ben Emre’ye baktım, Emre bana… kısa bir sessizlikten sonra. Bilmem yakında herhalde dedim… Yakın yakın yakın nereye kadar değil mi? Sürekli yakınıyor gibi oldu… Başka bir anıma geçiyorum o zaman… Geçen sene dizi başladı heyecanla yeni bölüm yeni bölüm derken zaman geçti sezon ortalarına geldi. Biz annemle her gün konuşuruz işte kızım nasılsın? İyi misin? Bu hafta var mısın? Derken bir şey soracak ama soramadı dedim ne oldu sor haydi? Dedi ki kızım, sen ahraz mısın? Yani dilsiz, sağır… Ne alaka anne dedim… Dedi ki hiç konuşmuyorsun ki öyle duruyon… Sonra sonrası sessizlik… Ama haklı olduğu bir konu vardı. Evet bir şekilde bu işin içindeydik. O zaman biz bu işte vardık bu işin bir parçasıydık. Evet ama hangi parçası? Eksik parçası mı, yedek parçası mı? Anılar bitmez… Bu azıcık görünmeyle bu karakterler yapıştıysa bize, mutlu eder beni çünkü ufacık görünerek sizi etkilemek ve dünyanızda olmak güzel bir duygu. Düşünsenize tam o sırada çay almak için uzandınız beni göremezsiniz. Bir anda hapşurdunuz çok yaşayın ama beni kaçırdınız. Telefonunuza mesaj geldi ben gittim geçmiş olsun. Beni tanıyorsunuz jest olsun diye dizide o an gördünüz ve benim TV’den fotoğrafı çekip instagramdan yollamak istediniz cep telefonu tuş kilidi açılana kadar ben çoktan gittim. Altta çıkan reklamların benden çok olduğu bu dünya da daha birçok Nuran’ı, Nuran gibilerini üzerler… Tüm oyuncuların ve oyuncu adaylarının başına özdeşleşebileceği, karakterden çıkamayacağı, üzerine yapışacağı roller Allah nasip etsin… İnşallah bir gün ben de bu rolde bana yapıştı ha! Derim.

EMRE: İdris… Aslında İdris rolünü ilk sezon 7 bölüm oynarken çok eğlenmiştim. Kaçakçılık yapan, yabancı dil konuşan, kumar oynayan, eşini aldatan aynı zamanda derin bağlantıları olan Karadeniz çocuğuydu. İdris bana çok uzak bir karakterdi. Bu yüzden onu canlandırması da bir o kadar zevkliydi. Her hafta heyecanla yeni bölümün senaryosunu bekleyip üzerinde çalışıyordum. Böylelikle kendimi geliştirmeye, tecrübe kazanmaya devam ediyordum. Sonra ne olduysa gerçekten bilmiyorum… İdris’in eşini aldatması, derin bağlantıları bir anda yok oldu. En azından Nuran’a yakalanıp acı bir ders almalıydı… Konusu, kadına yapılan şiddet, kısıtlanan özgürlüğü üzerine olan bir senaryoda İdris’in yaptığı yanına kar kaldı. Ya da hiç böyle bir yafta olmamalıydı. Geçmiş zaman kullanıyorum çünkü İdris şu sıralar bazen Cuma günleri namazda, önemli günlerde sofrada, düğünlerde köşede dikilmekte. Üzerime böyle bir karakterin yapışması söz konusu olmaz. Bu karakter kimseye yakışmaz. Yani yapışmaz. 🙂 Neden böyle olduğunu inanın ben de bilmiyorum. Bunu hikayenin ilk yaratıcısı olan Nehir Erdem ve Ayşe Ferda Yılmaz’a sormak lazım. Etik olarak o dönem birlikte çalışıldığı için iletişime geçmedim. Geçsem de pek cevap alacağımı zannetmiyordum. Şimdi sorulabilir ama fayda edeceği bir durum yok. Çünkü bu sezon başka bir senarist ile yola devam ediliyor. Erkan Birgören ile… Kendisini attığı tweetlerden tanıyorum sadece. Mesela 2 ekim de attığı bir tweet çok hoşuma gitmişti sizinle paylaşmak isterim ‘Nefes Nefese, Bir Umut Yeter, Keşke Hiç Büyümeseydik… Ekim ayı gelmeden 3 dizinin ipi çekildi. Bu ne demek…en az ama en az doğrudan 300 dolaylı olarak 600 toplamda en az bin kişi işinden, ekmeğinden oldu. Ne boktan bi sektör lan bu’ Adalet duygusu yüksek, bilinçli, kalemi kuvvetli bir kişi. Üstelik sektör içindeyken yazması iyi bir cesaret…Bu sektörde onun kadar tecrübem yok o yüzden yazdıklarına inanıyorum. Mesela bu durumu eleştirebilen bir yazar, eminim düşünmüştür de bazı şeyleri. Misal devam eden işleri düşünelim. Eğer siz o bölüm, sonraki bölüm ve bir sonraki bölüm yoksanız siz de işsiz kalmışsınızdır. Böylelikle sebebi dizinin yayından kaldırılmış olması değil, senaristin sizi yazmamış olması… Eminim bu sektöre yıllarını vermiş emekçi, kalemi kuvvetli bir yazar bunu da düşünmüştür… Yani… Bilmiyorum… Bir yandan şunu da söylemek gerek, eski senaristler bu karakteri yaratmış ama üzerine gitmemişken yeni senaristten bunu beklemek pek doğru olmaz. İdris ve benzeri karakterler yok olmaya devam ediyor… İdris’i başarısız bir uzay roketine benzetebiliriz. Geri sayımdan sonra bir anda fırlayan ama henüz atmosfere çıkmadan geriye doğru dönüp çakılan bir roket… 🙂 Sorunun başına dönersek eğer ilerleyen dönemde kendimi oyunculuğumla ifade edebilecek bir İdris ile karşınıza çıkmayı isterdim. Bu noktada kendimi geliştirirken ben eleştiriye açık mıyım? Elbette… İzleyicilerimiz, yani sizler bunun en güzel geri bildirimini yapıyorsunuz zaten. Eleştiriler başımın tacı ama şu an neyi eleştirebilirisiniz ki? Ortada performans sergileyecek bir durum yok, eski görüntülerden belki… Kendimizi geliştirmek için eleştirilmek, eleştirilmek için ise kendimizi göstermek, kendimizi gösterebilmek için ise fırsat verilmesi gerek… Saygılar…

EMRE: 13. Soru Son olarak, sizi izleyen ve destekleyenlere iletmek istediğiniz bir mesajınız var mı?

EMRE: Bizi izleyen, gönülden destekleyen, bu proje ile çok uzak diyarlarda olan kardeşlerime, dostlarıma, büyüklerime ulaşabilmek onlara konuk olabilmek, onlarla bu güzel anıları paylaşabilmek, mutluluk verici.  Neşet Ertaş’ın Şener Şen’e söylediği bu sevgi cümlesini sizlere uyarlıyorum… ‘Size olan sevgim sadece yüreğimde kalmadı şükür. Karınca kararınca bir katre dünyanıza katılabildiysem, size ulaşabildiysem ne mutlu bana…

SENEM: Nuran bu senaryoda kendini unutulmuş gibi hissederken, gözlerini, kalplerini ve sevgilerini hiç esirgemeyip ona sahip çıkan tüm sevdiklerimizin gözlerinden öperim. Sayenizde yalnız hissetmedim çünkü siz vardınız, bu benim için çok değerli…

NOT: ‘Bu dizideki (röportajdaki) tüm karakterler ve olayların gerçek kişi ve kurumlarla ilgisi yoktur. Tamamen hayal ürünüdür.’

Sevgiyle Kalın

Mine K.