RahDen: Bir Sevmek Bin Defa Ölmek Demekmiş

Aşkın şarabından bilmeden içtim

Sevda yolundan bilmeden geçtim

diyor şarkıda… Değil mi, Deniz Çelik? Bunu artık sana sormak lazım. Çünkü okulda, sabah sabah morlu kıyafetin, morlu termosunla adeta Şarap Tanrısı Dionysos’un yarenlerinden olan maenadlardan hallice şarap içiyorsun her nedense! Pardon… üzüm suyu. Denizciğim, şarap biraya benzemez; şarap içmenin bir adabı vardır. Yanında peynirin olacak, efendime söyleyeyim kuruyemiş olacak, ağır ağır tadını çıkara çıkara içeceksin; her neyse bu kısmı Vedat Milor’a sormak lazım. Yani demem o ki, Deniz’in sabah sabah şarap içmesinin sebebi ne olabilir ki? Dün dediği hayırlar belki ona öyle çok dokunmuştur ki bugün ayık kafayla katlanılamaz bir hal almıştır. Biz Rahmet babası gibi ve babasıyla birlikte dağıtacak derken sevgili senaristlerimiz “Siz sıradan bir çift izlemiyorsunuz!” dercesine Deniz’in Rahmet’in babasıyla dağıtmasını izlettiler bize. Körlerle sağırlar birbirini ağırlar veya bela belayı çeker misali Fikri Rahmet’e bela olmak için gittiği üniversitede Rahmet’in başının en tatlı belasını sanki hissetmiş gibi hemen buluverdi! Üstelik daha Rahmet’le Deniz’in tanıştığını bilmeden ikisini bir güzel yakıştırdı ve kafasında çoktan everdi. Böyle ileri görüşlülük kesinlikle takdir edilesi! Tabii Deniz elindeki üzüm suyunu hemen ona teklif edince Fikri dedi ki “Gelin nasıl mı olmalı? İşte böyle olmalı!” Zeynep Hikmet’in ilgisinin peşinde koşadursun, kayınbabası onun pabucunu çoktan dama attı bile. Eee, sonuçta Deniz Çelik gibi bir gelin kolay bulunmuyor.

RahDen’in aşk yuvasına kendi ruh öküzüyle vakit geçirmek için göz koyan Fikri, evin anahtarlarını Rahmet’ten almak için sevgili müstakbel gelininin de yardımıyla elinden geleni ardına koymadı. Neyse ki tam anlamıyla Rahmet’i rezil etmeyi başaramasa da bu sırada adını unuttuğu kıvırcık olmayan oğluyla ilgili de birtakım bilgiler edinip gururlandı. Mesela görüp beğendiği Deniz’i Rahmet’in kaçırmadığını bilmek… “İşte babasının oğlu!”

Deniz ise yeni arkadaşının Rahmet’in babası olduğunu öğrenince nedense pek bir keyiflendi… Hayat bir şekilde yine onları birbirlerine doğru itiyordu. Bir de Fikri’nin anında onunla tanışır tanışmaz Deniz’i oğluna yakıştırması da Deniz’in bu durumdan hoşlanmasının nedenlerinden biri olabilir elbette. Ama Rahmet için aynısı söylenemezdi tabii. Deniz Rahmet’le normal normal konuşmaya başladı ama Rahmet’in tepkisi çok daha sertti. Hem Deniz tarafından terk edilmekle, hem Deniz’in “Aşık mısın?” sorusuna verdiği tokat gibi “hayır”la, hem de daha o günün sabahı Derin’den öğrendikleriyle yıkılan Rahmet yine Deniz için sadece bir oyun olduğunu düşünmeye başlamıştı. Babasını Deniz’in bulduğunu, bilerek onunla uğraştıklarını düşündü. Deniz’e artık hayatından defolmasını söyledi, zaten hayatından çıkıp gidebilmesi için anahtarı ondan Deniz istemişti; şimdi de sonuçlarına katlanmalıydı. Rahmet’ten böyle bir tepki beklemediği açıktı Deniz’in. Bu sefer kaybetmeye oynayan oydu.

Rahmet’le Deniz birbirilerini yiyedursun Fikri de tek bir ana şahit olmasıyla havada uçuşan aşk kıvılcımlarını görmeyi başarmıştı. Bir oğluna, bir gelinine bakıp büyük ihtimalle içinden “Aşk be! Bunlar da deli aşıklar!” diye geçiriyordu. Deli aşıkların didişmesi bittiğinde Fikri iki arada bir derede kalsa da gelininin peşinden gitmeye karar verdi çünkü belli olmuştu artık: Rahmet’in en büyük belası Deniz’di ve eve giden yolun anahtarı da Deniz’di. Böylece Fikri Rahmet’le kavgasından sonra “ateş topu”na dönmüş Deniz’in peşine takıldı. İyi ki de takıldı… Çünkü Deniz arabasını bile çalıştıramayacak kadar dağılmıştı. Hem de tek bir kavgayla… Sözde savaşmak en iyi yaptığı şeydi.

Fikri Deniz’e ihtiyacı olan şeyi ve kendinin de en iyi bildiği şeyi verdi: Dağıtmak. Ki zaten Deniz de dağıtmak konusunda bayağı bir başarılı hakkını vermek lazım ama kimse bu konuda bir Fikri olamaz. Deniz kendini toparlamak için dağıtıyor, oysaki Fikri bırak dağınık kalsın diyor. Deniz sabah sabah şarapla başladığı günün gecesini de eski sevgilisinin babası ve onun arkadaşıyla içerek tamamlıyor. Fikri sağ olsun, Deniz’e içmenin adabıyla beraber aşkın adabını da öğretmeye çalışıyor. Aşk yaşanmalı ve hatta aşk için yaşanmalı! Nasıl üç günlük ömrü kalmış Melek’e aşık olduğunu anlatıyor Deniz’e… Deniz Melek gittikten sonra hayatına devam eden Fikri’yi görüyor, hatta hayatına o kadar devam ediyor ki başka bir kadınla beraber olabilmek için oğlunun evinin anahtarlarının peşinde koşuyor! Deniz’in karşısında aşka aşık bir adam var, o da Rahmet’in babası! Fikri diyor ki “Herkese yakışır aşık olmak!”, sonuçta o aşk için yaşayan, aşk olmadığında hayatın anlamsız olduğunu düşünen bir adam. “Aşık olduğu insanları eninde sonunda yalnız bırakacak insanlara yakışmaz ki be Fikri! İnsan sevdiğinin üzülmesine dayanamaz ki…” diyor Deniz’de aşık olduğu adamın babasına. (Dikkat, bu olayı başka bir çiftte kolay kolay izleyemezsiniz!) Deniz’i daha önce hiç bu kadar açık sözlü, bu kadar maskelerinden arınmış görmedik galiba… O kadar canına tak etmiş ki bu aşk belki de hislerini en olmadık kişiye anlatıyor. Dediklerinden Rahmet’i tam olarak Derin’in dedikleri yüzünden terk etmediğini anlıyoruz. Belki Derin’in ona dedikleri onu rüyadan uyandıran etmen olsa da tek neden değil. Deniz Rahmet’i Rahmet için terk etmiş çünkü ne kadar geç terk ederse o kadar çok canını yakacağını biliyormuş. Ki sadece on beş gün gibi bir sürenin ikisinin üzerinde de yarattığı etkiyi gördük… Deniz’in Rahmet’i neden terk etmek zorunda kalacağı hala soru işareti olsa da; bu hastalık olabilir, ailevi nedenler olabilir, her neyse; bu terk etme durumunun Deniz’in bizzat kendisiyle ilgili bir nedeni de var: Deniz’in aşkla ilgili bir fikri yok. İşte bu konuda Rahmet ve Deniz eşit koşullarda savaşıyorlar çünkü ikisi de tecrübesiz. Rahmet’in aşkı babasından öğrendiği gibi, Deniz de aşkı kendi babasından öğrenmiş. Bu iki babanın ne kadar zıt ve ne kadar hatalı olduğu da ortada. Fikri sürekli aşkın peşinden koşmuş, ne olursa olsun onu yakalamaya çalışmış; Deniz’in babası ise onun anlattıklarına bakacak olursak tek bir kişinin aşkı yüzünden kendi ailesi dahil herkesin hayatını sevgisizliğiyle mahvetmiş. Böyle sevgisiz bir ortamda büyüyüp aşkın yıkıcılığına şahit olan Deniz tabii ki de aşktan korkar, aşktan kaçar, kabullenmek istemez, aşkı en iyi yaşamamayı, terk etmeyi bilir. Rahmet’te de durumlar hiç farklı sayılmaz. Rahmet’in ailesinin hayatı da aşk yüzünden mahvolmadı mı? Fikri karısı onları terk ettiği için alkolik oldu, böyle yıkıcı bir aşkın ortasında çocukları heba oldu. Annesi sürekli babasını ve dolayısıyla da onları terk edip durdu, Rahmet hep bu terk edilme korkusuyla yaşadı. Aşkın hep zehirli yanıyla tanışmış Rahmet’le Deniz’in de aşkı böyle zehirli yaşamayı bilmeleri kadar doğal bir şey yok… Terk etmeyi ve kaçmayı bilen Deniz’le terk edilmekten korkan ama terk edileceğine emin olan Rahmet… Hayat bu talihsiz, zıt ama bir o kadar da uyumlu olan ikiliyi bir araya getirmişti işte.

Rahmet “emanetini” almak için bu tuhaf üçlünün yanına geldiğinde Deniz’le Fikri de tam ondan bahsediyorlardı! “Seninki şimdi burada içiyor olsaydı kusmaya başlamıştı bile.” Burada Fikri’nin “seninki” demesi ve sabah “ne yapayım ben senin manyak oğlunu” diyen Deniz’in buna hiç gocunmamasına o kadar bayıldım ki…  Rahmet yanlarına geldiğinde kafası zaten hafiften gitmeye başlayan ama yine de Fikri’yle “Aşk Üzerine Aforizmalar” temalı bir konuşma yapabilen Deniz’in kafası hepten gitti! Hemen yeni arkadaşlarıyla vedalaştı ve Rahmet’e çarpmayı ihmal etmeden ortamı terk etti. Fikri ona carlayan Rahmet’i Deniz’in peşinden ite kaka gönderdi, onları bir de “Deli aşıklar sizi…” diye mırıldanıp izlerken… Lütfen bunu biraz da bu ikilinin yüzüne çarpsın, lütfen! Çünkü anlamamakta, anlasalar da kabullenmemekte ısrarcılar. Zaten Fikri’nin bir baba olarak çocuklarına en iyi öğrettiği şey aşık olmak!

Deniz Rahmet’in mahallesinde, Rahmet’in babasıyla kafayı bulmuş olmasına rağmen hala Rahmet’in peşinde dolandığını inkar ediyor, yiğitliğine de yağ sürdürmüyordu. Rahmet’inse ona ne kadar kırgın ve kızgın olursa olsun herhalde Deniz’i o halde ortada bırakacak hali yoktu. Her koşul ve durumda Deniz’in peşinden koşmak durumunda kalıyordu Rahmet de… En sonunda Deniz’in o halde araba kullanıp başına bir iş gelmesini göze alamayan Rahmet onun inadına kulak asmadan onu kucağına alıp kendi evine götürdü. Hayat işte, birkaç ay önce çöpe atmak için kucağına aldığı kızı birkaç ay sonra onun aşkı yüzünden onun babasıyla içip kafayı bulunca kendi evine götürmek zorunda kaldı Rahmet. Sonra da gecenin bir vakti Elibol Malikanesi sakinlerinden biri uyanıp Deniz’i görünce fenalık geçirmesin diye bütün gece başında bekledi muhtemelen. Sandalye tepesinde Deniz’in başında beklerken bütün gece onu izlemiştir herhalde. Kim bilir Deniz’i izlerken aklından neler neler geçmiştir. Asla sevdiği kadar sevilmeyeceği, onu böyle sevmeye devam ederse sürekli terk edileceği, Deniz gibi birinin ona bakmasının zaten en baştan beri hayal olduğu, onun hayatında yalnızca minik ve önemsiz bir yer kapladığı, onun özlemini ve kalp kırıklığını ona karşı öfkesiyle doldurmaya çalıştığı ama yine de onun çekiminden uzaklaşamadığı… Büyük ihtimalle böyle karanlık düşüncelerle geçen gecesinin sabahında babası sanki onun aklını okumuş gibi gelir gelmez Rahmet’e gururlu gururlu “Bu kız feci aşık sana haa…” dedi. (Bir daha söyle Fikri, bir daha söyle!) Bunu duyunca bir anlığına umutlanan Rahmet ne diyeceğini bilemiyor, sonra mışıl mışıl uyumaya devam eden Deniz’e tekrar bir bakıyor. Tekrar “Bu kız mı bana aşık olacak?” diye düşünüp bu umudu bir kenara bırakıp babasını ne alakası var diye geçiştiriyor.

Sonrasında Deniz bütün aileyle tanışıyor neredeyse. Üstelik uyurken ve Fikri tarafından “Benim yeni gelin” olarak! Birkaç saniye önce mışıl mışıl uyuyan Deniz “yeni gelin” lafıyla hemen uyanıp Fikri’ye laf çarpıyor. Acaba Deniz tam olarak ne zaman uyandı, Rahmet’le Fikri’nin konuşmalarını duydu mu benim için merak konusu tabii. Elibol Ailesinin kadın kısmı Deniz’e hoşnutsuz hoşnutsuz bakarken, e yani kolay değil şimdi ailenin mükemmel çocuğunun gelin adayıyla tanışmak hem de böyle bir şekilde, ailenin erkek kısmı ise neredeyse gururdan ağlayacak. Özellikle Fiko ve İsmo… Fiko’nun uyanır uyanmaz karşısında pat diye Deniz’i görünce “Anam, ne güzel kız!” tepkisini vermesi muhteşemdi. Ve tabii Deniz’in aşırı rahatlığı, ortamı asla yadırgamaması… Hani insanın aklına Rahmet’i Filiz’e ispiyonlamak için eve gelen Derin’in ortamdaki kasıntı ve samimiyetsiz duruşu geliyor ister istemez ve Deniz’in bu doğal halleriyle kıyaslıyorsun. Deniz o kadar yadırgamıyor ki, karşısında gördüğü tuhaf bir aile sadece ama birbirlerini sevdikleri çok belli olan bir aile… Deniz’in en çok özlemini duyduğu şey belki de… Deniz, Çiçek’in “Kahvaltı edecen mi gelin hanım?” sorusuna bile olağanca rahatlığıyla çok acıktığını söyleyerek cevap veriyor. Deniz’e kalsa bir güzel orada kahvaltı da eder, yatıya da kalır, Rahmet’in yanından da ayrılmaz. Fikri’nin böyle bir etkisi var işte insanların üzerinde, bir konuştuğunu pat diye aşk ile dolduruveriyor. Ama bu sefer de onu “ne demek Derin’in ablası?” diye sıkıştıran ablası, Deniz’le tanışmış olduğunu her an çaktırabilecek olan Hikmet, Deniz’e ağzının suyu aka aka bakan Fiko ve İsmo, her an başka bir olay çıkarabilecek Fikri ve tabii Deniz’i biraz daha kendi evinde görürse yumuşayıverecek olan kendisi derken Rahmet mecburen Deniz’i “Denizcim biz dışarıda kahvaltı ederiz” diyerek evden dışarı çıkartıyor. Tabii masum ben ve Deniz saf saf kahvaltı etmelerini bekliyoruz ama olmuyor tabii öyle.

Rahmet Deniz’i eve bırakır bırakmaz hemen arabanın anahtarını ona verip oradan ayrılmaya bakıyor. Bu sefer de onu bırakmayan Deniz oluyor ve ona hem çok geç kalmış hem de bir o kadar talihsiz bir soru soruyor: “Diyelim ki birine aşık oldun. O da sana aşık oldu. Böyle olmasını hiç istemiyordu ama oldu işte. O aşık olduğun kız günün birinde sana hiçbir haber vermeden ortadan kaybolacak, şimdi değil, çok sonra ama gidecek çünkü mecbur. Sen bunları bile bile onunla beraber olur muydun? Birlikte geçirdiğiniz zamanın kıymetini bilip sonra hayatına kaldığın yerden devam edebilir miydin? Baban gibi…” Rahmet’in cevabı Deniz’e “Aşık mısın?” diye sorduğu zaman aldığı cevap kadar kısa oluyor: “Hayır.” Deniz hemen kendini topluyor ve oyununa geri dönüyor ama uğradığı hayal kırıklığı gözlerinden o kadar kolay okunuyor ki… Deniz’le beraber ben de hayal kırıklığına uğradım tabii, Rahmet’in neredeyse hiç düşünmeden pat diye verdiği “Hayır” cevabını hiç beklemiyordum. Hiç değilse sorgulamasını, neden diye sormasını, bu pek de üstü kapalı olmayan aşk itirafını irdelemesini bekliyordum ama yapmadı. Onun için cevap çok netti, Deniz tekrar onunla oynuyordu. Ama sonra düşündüm, bu çocuk Deniz’e “Evet” dese ben yine sinirlenecektim. Ne yani, Deniz gittikten sonra onu unutup öylece hayatına devam mı edecekti? Edemezdi, edemeyeceği o kadar açık ki… Kısa bir süre beraber olmalarına rağmen bu kadar acı çeken Rahmet Deniz “çok sonra” gidince bunu nasıl atlatır ki? Her ne kadar aralarında paraleller çizilse de Fikri ve Rahmet birbirlerinden çoğu konuda çok farklılar. Dolayısıyla Deniz’in Rahmet’e böyle bir soru sormuş olması Deniz’in Rahmet’in aşkını ne kadar küçümsediğini gösteriyor. İnsan karşısındakinin aşkını kendisi çok aşık olduğu zaman küçümser bence. Aşk insana böyle bir yetki veriyor sanırım. Ve bunu Rahmet de Deniz de yapıyorlar, “beni benim onu sevdiğim gibi sevemez” düşüncesi içine giriyorlar. Rahmet’in zaten var olan özgüven problemi üstüne bir de Deniz tarafından göklere çıkarılıp sonra birden pat diye yerin dibine sokulunca tabii ki de Deniz’in aşkına güvenemiyor. Deniz ise hiçbir zaman gerçekten sevilmemiş bir kız, hep kendini büyük bir projenin parçası gibi görmüş, aradığı sevgiyi öncelikle babasından bulamamış. Onun da sevildiğine inanması gerçekten zor. Sevmeyi de sevdiğini üzmemek için onu terk edebilecek kadar biliyor. Deniz’in bir hastalığı olsun olmasın veya hangi nedenle Rahmet’i terk etmek zorunda olursa olsun, hakikaten de Fikri’nin dediği gibi üç günlük dünya ve o üç günün üçünü de sevip de kavuşamamakla geçirirsen ne olacak? Sözde özellikle kendisi için yarını düşünmeden yaşayan Deniz’in mevzu Rahmet’in kalbinin kırılması olduğunda önceden hesap kitap yapıp onu iş işten geçmeden terk etmesi çok dokunaklı, evet ama bu dünyada sadece Deniz’in değil, hepimizin, Rahmet’in de zamanı kısıtlı. Belki hakikaten ölüm var bu işin ucunda… Her şeyin ucunda var zaten. Ama öleceğiz diye yaşamamak olur mu? Ayrılacağız diye sevmemek? Hem yine şarkıda da diyor ya…

Bir sevmek, bin defa ölmek demekmiş,

Bin defa ölüp de hiç ölmemekmiş