Bizim Hikaye 64. Bölüm RahDen: Sadece Bir Dizi (Mi?)

Bir Bizim Hikaye bölümünü daha RahDen’le ilgili elimiz boş bir şekilde arkamızda bıraktık. Haliyle sezon sonu yaklaştıkça üzerimize bir panik geliyor, böyle boş boş bölümlerle karşılaştıkça bir sinirleniyoruz. Sevdiğimiz karakterlerle geçireceğimiz kısıtlı bölüm kalmış, e o bölümlerden birinde de 1 dakika 37 saniyelik bir sahneyle karşılaşınca insanın asabı bozuluyor haliyle. Normalde kısa sahneye pek sinirlenen bir insan değilim. Üstelik bölümün başında Murtaza’dan kurtuldukları sırada, kurşunlar havada uçuşurken yine Rahmet’le Deniz’in birbirlerine sığınması çok güzeldi.

Normal şartlarda olsa bununla ve bir de 1 dakika 37 saniyelik sahnemizle de yetinip “Olsun canım, bu detaylar da güzel.” derdim. Ama 4 bölümdür ayrı olan bir çift var elimizde. Rahmet Amerika’ya gideceğim diye tutturuyor. Bu sırada Deniz “Yürü anca gidersin” tavrından bir kez bile ödün vermemiş, her ne kadar içi kan ağlasa da bir kez bile “Gitme” dememiş. Rahmet tam gidecekken peşlerine mafya takılıyor. Neyse işler karışıyor, bunlar mafya tarafından kaçırılıp ölümlerden dönüyorlar. Birbirlerini kaybedecekler diye ödleri patlıyor. Otomatik olarak bu çiftin bu bölüm barışması lazım, değil mi? Evet. Barıştılar mı? Evet. Biz gördük mü? Hayır. Sevgili RahDen’e veya Bizim Hikaye’ye gönül vermiş arkadaşlarım ve eğer varsa boşluktan, sıkıntıdan kendini bir şekilde burada bulmuş diğer okuyucular size soruyorum: Siz böyle bir durumda nasıl bir sahne beklersiniz? Aklınıza ilk gelen, en basit sahne ne olur? Ben hemen liste yapayım:

  1. Kurtulduktan sonra sıkı sıkı sarılırlar. (Bu sadece RahDen için geçerli değil, diğer çiftler de yapmadılar bunu. Gittiler eve badana yaptılar, olaya bak! Güler misin, ağlar mısın ya?!)
  2. Baş başa kaldıklarında konuşur ve özlem giderirler.
  3. Kolu yaralanan Rahmet’i bir hastaneye götürürler. Bu sırada Deniz endişeli. (Gerçekte olan: Deniz’i bir yere bırakıp Rahmet’e araba ittirdiler ve badana yaptırdılar. Çocuğun kolunda kan lekesi vardı.)
  4. Hiç değilse öpüştürürsün ya… Bak sarılma bile olur. Sarılma da fazla, el ele tutuşsunlar. Ama hiç değilse bir şey görelim yani çünkü biz görmedik.

Ben en basitlerini yazdım. Şu an saat gecenin 1.37’si. (Tesadüfe bak, sahnemiz de 1 dakika 37 saniyeydi! Bu bana “Bundan sonra daha uzun sahneyi zor görürsün!” mesajı mı acaba?) Aklıma bunlar geldi çat çat yazdım. Fark ettiyseniz replik yok. Açıyorsun italiği, şunu yazıyorsun bak: Rahmet’le Deniz birbirlerini kaybedecek olmanın verdiği endişeyle sıkı sıkı sarılırlar. Bunu yazmak ne kadar zor olabilir?

Peki biz ne izledik biliyor musunuz? İzlemeyen biri asla tahmin edemez. Cidden saatlerce ne yazsam diye düşünsem aklıma gelmez böyle bir şey yazmak, sözler kifayetsiz bence burada artık şapkamızı önümüze koyup tebrik etmeliyiz. Bu da bir başarı. Yazılan sahne şu…

Rahmet ve Deniz Rahmet’in evinde yatağın üzerinde oturuyordur. Deniz Rahmet’e pansuman yapıyordur.

So far, so good değil mi? Değil işte… çünkü şu kısım 2 saniye, cidden iki saniye. 

Deniz pansumanı yaparken sinirlidir. Neden sinirli olduğunu ise bilmiyoruzdur çünkü yazmadık. Yazmadığımız kısımda Rahmet’le Deniz barışmışlar. Aradan bir gün geçmiş barışmalarının üzerinden. Bir iki sevimlilik yapalım diye Deniz’e Rahmet’in yarasını öptürüyoruz ama o da iki saniyeyi aşmasın, aman ha. Sonra bir kavgayı konuşsunlar ama dur, maksimum 10 saniye. Ölüm tehlikesi falan atlattılar ya, onu da sıkıştır. Amerika vardı? Amerika mı? Salla ya onu mu konuşturacağız? Dur dur Filiz’le Çiçek erkeklere inat partileyecekler ya partilerin aranan ismi Deniz’i de katalım çünkü neden katmayalım? Ayrı ayrı sahne yazmaya vakit harcamaya gerek yok ki! Bunlar da girsin işte. Ama şimdi Deniz’in oraya tek gitmesi lazım. Rahmet gidemez. Buldum!!! Eureka! Rahmet’le Deniz yine kavga etsin! Konu ne olsun… Şimdi ölümden yeni dönmüş, uzun bir ayrılık atlatmış ama birbirlerini kaybetmekten korkunca bir araya gelmiş yine de barışma sahnesi yazmaya tenezzül etmediğimiz için ne durumda olduklarını da pek bilemediğimiz bu çift neden kavga eder? Hmm… Rahmet boş konuşsun, Deniz de hemen alınsın çemkirsin. Zaten sürekli kavga ediyorlar, çok da önemli değil. Deniz de yallah tesadüfün iğne deliği olarak Filiz’le Çiçek’in olduğu mekana… Adamlar bunlara içki gönderecek, olay çıkacak, kadınlar adamları dövecek, sonu karakolda bitecek… Barış-Filiz ve Cemil-Çiçek beraber eve dönerken konuşup barışsın, grup kucaklaşması da yazsak mı buraya ya? Fazla kaçar herhalde, sil sil. Çiftlerin özeli de olmasın, mahalle ortasında konuşsunlar çünkü ayrı sahne yazmaya uğraşamayız. Diğer ikisi vardı neydi adları ya Hikmet’le Derin miydi? Ay neyse onlar da evdedirler çoktan barışmışlardır. Zaten sürekli kavga edip barışıyorlar, bunu da yazmayalım. Haydi biz piyango olay örgüsüne dönelim, bu sefer deeee kimi kaçırsınlar kimi kaçırsınlaaaar… Eureka!!! İsmo’yu! Bir bölüm de buradan geçseee finale az kaldı, haydi bir bölüm daha bitti. 

Ben üzülüyorum ama ya, cidden. İyice gözden çıkarılmışız gibi geliyor, oysaki RahDen’in ne kadar güzel bir hikayesi vardı. Ki eğer yazılırsa hala da var, benim buna inancım var. Ama işte böyle uzun süren bir ayrılığın ardından tek bir barışma sahnesi bile görememek de insana koyuyor. O zaman biz neden bekliyoruz ki? Bir olay örgüsüne giriliyor. Sonra o örgünün ucu bir kaçıyor, yakalayabilene aşk olsun! Sonuç olarak abuk sabuk bir yerde bitiyor. Kabul etmem gerekir, bunun dizinin formatıyla da alakası var. Absürt mizah var sonuç olarak, bu düzensizlik bir yere kadar hoşuna gider insanın. “Kaos” izlemeyi çok sever insanlar ama kaosun da kendi içinde bir düzeni vardır. Başarılı olduğundan bahsettiğim geçen bölümden ve ondan önce izlediğimiz şimdi sıralamaya uğraşmayacağım onca güzel bölümlerden sonra bu bölüm hayal kırıklığı yaratıyor tabii. Bunda az bölüm kalmasının da etkisi büyük ve tabii yazılabilecekken yazılmayanlar… En çok bu rahatsız ediyor. Dediğim gibi, küçücük bir cümleyle bütün bu boşluk tamamlanabilirdi. Olmadı. Ben anlıyorum, senaryo yetişmeli, bölüm yetişmeli, bu teknik bir iş ve bir sürü stresi var vs vs… Bu sistemin sorunu, bu sorunlara girdik mi çıkamayız zaten. Ama hiç değilse küçük detaylarla bu soğuk mekanik düzenin biraz dışına çıkılabilir. (Bundan sonrasında sözüm Bizim Hikaye’den biraz çıkıyor, kabul ediyorum.)

Şöyle bir huyumuz vardır: Dizileri ciddiye almayız, “aman sadece dizi” deriz. Bu boş vermişlik senaristlere de yansır, “aman sadece dizi” diye. Ama gerçek şu ki biz günümüzün 3 saatini dizilere harcıyoruz. Çünkü gerçek hayat yorduğunda hayallere sığınırız. Kendimize değil başkasına gülmek, ağlamak için… Teknik bir iş belki, doğru ama burada bir hayal işçiliği de var, bunu unutmamak gerekiyor. Hayalle oynuyorsunuz aslında ve hayal “sadece bir dizi” diye geçiştirilebilecek bir şey değil. Hayal bazen her şey demektir. Televizyondan kurgu karakterlerle gerçek insanlara ulaşmak bence muhteşem bir şey! Bazen tek bir cümle bile insanın üzerinde ne hisler uyandırıyor… Sormak lazım, “sadece bir dizi mi?” diye. Ben çok sinirleniyorum, bu ülkede hayal gücü kolay değer görebilen bir şey değil. Bir kitap yayımlatmak için insanlar sürünüyor, kaç kez geri çevriliyor, o noktadan sonra toparlayıp tekrar tekrar denemek zorunda kalıyorlar, torpil yoksa ellerindeki kurgu ne kadar güzel olursa olsun önemli olmuyor. Bir dizinin tutması da aynı şekilde artık çok zor. Hazır televizyondan hayatlara dokunma şansı varken yazarların, hem de televizyondan neredeyse her kesimden insana ulaşabiliyorlarken, yazmaktan para kazanmayı başarıyorlarken, sevmeden yapılmayacak bu delilik işini icra edip hayatlarını kazanabiliyorken neden bu umursamazlık? Dizi izleyenlerin hayat sahibi olmadığını düşünüyorsunuz belki de, ne büyük yanılgı… Oysaki “sadece bir dizi”den bu detayları çıkaran insanlar kendi hayatlarından neler çıkarırlar, küçümsenirken bunlar hiç düşünülmüyor. Üstelik artık dizilerin politik kültürümüzde de ayrı bir yeri var. Biz bu dizileri yurtdışına satıyoruz, bu dizilerle beraber kendi kültürümüzü de satmış ve tanıtmış oluyoruz… Bizim ülkemizde geçen, bizim oyuncularımızın can verip bizim yönetmenlerimizin yönettiği, bizim senaristlerimizin kaleminden çıkan karakterler çoğumuzun yapamayacağı şeyi yapıp kıta değiştiriyorlar. Bu çok önemli bir şey. Siyaset terminolojisinde bir ülkenin “soft power”ı arasında diziler de var artık. Dünyanın öbür ucunda yaşayan, önceden Türkiye’yi sadece ismen bilen insan diziler sayesinde Türk insanını tanıma şansı yakalıyor ve belki de önyargıları kırılıyor. Çünkü diziler birazcık da hazır çorba gibidir, insanı çok uğraştırmaz. Kitap gibi para vermezsin, uzun zaman ayırmazsın; filmlerden daha kolay anlaşılır ve maddi olarak daha hesaplıdır. Dolayısıyla daha fazla kişiye ulaşması kaçınılmazdır. Böyle büyük kitlelerin önüne bir iş koyarken de biraz daha özenli olmak ve yapılan işe saygı duymak gerekiyor. Bu sebeple aynı zamanda bazı oyuncuların da “sadece bir dizi” sallapatiliklerini de asla anlayabilmiş değilim.

Bu genel serzenişten sonra RahDen’le devam ediyorum. Yani sahne bitti aslında devam edemiyorum ama şimdi bölümler de azalınca paçamız tutuştuğu için genel bir eleştiri ve rica listesi yapmak istiyorum. Listeyi beraber yaptığımız arkadaşlara buradan çok teşekkürler, öpücükler…

Senaristlerin kendi yaratıp ruh üfledikleri karakterlere “Sen yanlış yapıyorsun” diye karışmak biraz tuhaf oluyor ama insan yazarken de bir geri dönüte ihtiyaç duyar diye düşünüyorum. Aslında Rahmet’le Deniz’e baktığımda karakterlerin özünden çok büyük sapmalar göremiyorum, en yıpratıcısı bu oluyor gerçekten. Karakterler yerli yerinde olduğu için hala ümit var demektir. Bizim genel sorunumuz eksiklik ve kopukluk… Bu yazacaklarımı izleyici gözüyle yazıyorum, televizyonun öbür ucundan da işler böyle görünüyor. Minik listemiz şöyle:

  1. Rahmet’le Deniz’in sahnelerinin olması. Bunun çok zor olmadığına inanıyorum.
  2. Olan sahnelerin 2 dakikayı aşması. Eskiden sahneler daha uzun olurdu ve böylece kopukluk yaşanmazdı. Kopuk kopuk 3 sahne olacağına, tastamam uzun bir tane sahne olsun daha iyi. Şimdi sahnelerin başlamasıyla bitmesi bir oluyor, sahne başladığında şimdi bitecek diye konsantre olup izleyemiyoruz.
  3. Olan sahnelerin saçma sapan diyaloglardan oluşmaması. Ayrıca bakınız bu bölümdeki sahnenin diyalogları…
  4. Deniz’i Elibolların arasında görmek güzel evet, sonuçta böyle olunca ekran süresi artıyor. Ama sürekli sürekli Elibolların arasında olunca resmen Rahmet’le baş başa göremiyoruz. Bu sorun diğer çiftlerde de var. Oldu olacak üç çift beraber grup terapisine gitsinler canım, aaa…
  5. Rahmet’le Deniz’in sürekli ayrılıp ayrılıp durmamaları gerekiyor artık… Gördük, ayrılık yaramıyor. İncir çekirdeğini doldurmayan sebeplerden olan ayrılığın sonunda da barışma sahnesi falan gelmiyor. Boşu boşuna zaman harcıyoruz. Burada anahtar kelime “zaman”. Deniz Çelik’in de dediği gibi (hala neyi kast ettiğini bilmesek de!) “Değerli olan vaktim.” Çünkü az bölüm kaldı. İki ay geçecek ve biz bir gün RahDen’in olmadığı bir dünyaya uyanacağız. Dolayısıyla o gün gelene kadar bomboş sahneler izlemek sinir zıplatıyor. Az olsun, öz olsun, bizim olsun.
  6. Dram olacaksa çiftin esas konuları işlenmeli. Boş yere Filiz yüzünden ayrıldılar mesela. Ne gerek vardı? Zaten bir gün ayrılacaklarını bile bile lades diyen bir çift öyle boş sebeplerden dolayı ayrılmaz ki… Deniz’in hikayesi işi ne oldu bilemiyorum. Finalde mi ortaya çıkacak? Yoksa hiç çıkmayacak mı? Malum Deniz’in babası geldi, Deniz’le sahnesi olmadan gitti. Derin’i de yolladık. Bu bana Deniz’in hikayesinin örtbas edildiğini düşündürüyor.
  7. Dram olmayacaksa da, ki ben olmaması taraftarıyım çünkü olduğunda gördük ki bize ekmek çıkmıyor, ne olur biraz da baş başa görelim. Örneğin, 48. Bölümdeki sahneler on numara, beş yıldızdı. Hatırlamayanlar için hatırlatma: Rahmet’le Deniz’in sevgili oldukları ilk bölüm. Araya böyle sahneler serpiştirmek çok da zor olmasa gerek. Biz neredeyse kavga etmeyen RahDen hiç görmedik de… Bir kere de o yataktan alarm/telefon çalmadan kalksınlar mesela, tatlı tatlı… Bir dans sahneleri olabilir, açıkçası RahDen’den nasıl bir dans sahnesi çıkar bayağı bir merak ediyorum. Yemin ederim, dans ederler diye Cemil’le Çiçek’in düğününü bekliyoruz biz. Halaya, erik dalına tav olacak haldeyiz, durum kötü. Rahmet’in İsmo’yla bile dans ettiğini gördük, bak ne olur… Birazcık konuşsunlar, dertleşsinler, sorunlarını bağırıp çağırmadan, çekip gitmeden halletsinler. Hani bunlar sıradan şeyler gibi görünebilir ama bizim için değişik şeyler.
  8. Gereksiz kıskançlık sahneleri yoruyor. Rahmet gitti çocuğu dövdü mesela, ne gerek vardı? Deniz’in bencil davranışları var, o da yoruyor. Rahmet’i sevdiğini biliyoruz artık ama her ne kadar kendisini çok sevsem de ara sıra Rahmet’e mutfaktaki sarı bez muamelesi yapıyor. Ben buna çok takılmıyorum aslında ama takılan arkadaşlarımız var. Ama geçen bölüm ben bile biraz rahatsız oldum. Önceki bölüm sevdiği adamı mafyaların elinden almış, onun için endişelenmiş biri o şekilde davranmazdı yani. Gerçi geçen bölüm nereden tutsam elimde kalıyor ya, neyse. Bir tek Rahmet’in tepkileri çok yerindeydi. Sonunda Deniz’i savunmayı başardı! Bölümün tek iyi yanı buydu galiba.

İzleyici gözünden olup bitenleri biraz da elçilik yaparak, biraz da kendi inisiyatifimi katarak anlatmaya çalıştım. Sürçü lisan ettiysem affola… Bunlar bizim naçizane eleştirilerimiz ve önerilerimizdi. Bu bölüm sahne yokluğundan yazacak bir şey bulamadığım için bu haftanın yazısını da buna ayırmak istedim. Umarım gelecek hafta elimizde değerlendirebileceğimiz bir malzeme olur. Eleştiri değil, değerlendirme yazısında görüşmek dileğiyle…