tds_thumb_td_300x0
Why We Love Ya Çok Seversen? | Kerem & Hafsanur

The series meets everything you would expect from a romantic comedy that airs during the summer and is extremely enjoyable. The acting is successful, the atmosphere is cheerful and the script is fluent. The character “Ateş” played by Kerem and the character “Leyla” played by Hafsanur are very likeable people and it will be very nice to watch their transformation over time. Little note here; I think it would be better if the development of the relationship between them was and spread over and be more deep because it’s a little too fast.

The team that Leyla works with, Ateş’s aunt (Hatice Aslan) and Ateş’s nephews, are also very good both in casting and acting. When all these elements are combined, the series is entertaining and quite suitable for spending time.

All of the cliché scenes we are used to are available in Ya Çok Seversen. 😅 Pool, dance, jealousy, little arguments, cute child adoring the main girl.. This list goes forever you know. Long story short, Ya Cok Seversen is saver of this summer season from Türkiye side. If you are agree, please let us know in the comments.

Ya Çok Seversen’i Neden Sevdik?

Kerem Bürsin ve Hafsanur Sancaktutan’ın başrollerini paylaştığı Ya Çok Seversen bu sezon izlediğim ilk yaz dizisi oldu ve şanslıyım ki yaşama sevincimi öldürmedi. Neden böyle söylüyorum? Çünkü aramızda kalsın, Trt’deki Hayatımın Neşesi’ne biraz maruz kalmıştım ve bu sıcaklarda zaten zor var olan neşemi toptan alıp götürmüştü. Facia sıkıcı, bunaltıcı bi iş o bence.

Neyse, konumuza dönelim. Kerem’in bana kasıntı ve biraz komik gelen mimiklerine/konuşma tarzına rağmen ben diziyi sevdim. Çünkü böyle çerezlik dizilerde aradığım en önemli özellikleri karşılıyor. 1) akıcı olması 2) oyuncular ve oyunculuklarını sevdirebilmesi. Dizide itildiğim, bu ne böyle ya dediğim bir esas karakter yok. Leyla’nın ekip de gayet olmuş, izlettiriyor kendini. Bitse de gitsek demiyoruz onların sahnelerinde ki dizi içinde öyle komedi ayağı olan bi grup insanda bunu yakalamak başarıdır.

Hatice Aslan’ı ve Ateş’e yanık olan başarılı kadın arkadaş karakterini ayrıca beğendim. Aslan, hala rolünü müthiş oynuyor, diğer hanımefendi ise çizilmek istenen imaja cuk uymuş bence, o vibeı tam karşılıyor ve gayet doğal bir oyunculuğu var. Uşak beyefendi de baya seyir zevkli olmuş Buradan hepsine tebriklerimizi yollayalım.

Diziyi izlerken gerçekten kafam dağılıyor, ve hiç sıkılmıyorum. Sürükleyici olması en büyük artısı. Çünkü ben çiftimizi shiplemiyorum. Bende bir heyecan yaratmıyorlar. Ona rağmen keyifle izliyorum. Şimdilik formüllerinde bir sıkıntı gözükmüyor, romantik komedi beklentilerimizi karşılıyor. Umarım böyle sıkıntısız devam eder de yaz boyu sığınacak ideal bir dizimiz olur.

Tabii gözüme batan bazı negatif yanları da var ama onları başka bir yazıda ele alacağız. Görüşmek üzere!

Sıcacık bir aile hikayesi: Benim Güzel Ailem💛

Merakla beklediğimiz yaz dizileri başladı.. Ben bütün klişelerden sıyrılmış, içerisinde hem komedisi hem de aile sıcaklığı olan bir dizi izlemek istiyorum derseniz eğer Benim Güzel Ailem’i büyük keyifle izleyebilirsiniz!

Erdal Özyağcılar, Seray Gözler, Onur Buldu, Serra Pirinç, Utku Coşkun, Ebrar Karabakan, Melis Babadağ, Toprak Can Adıgüzel, Nergis Kumbasar, Barış Yıldız ve Aycan Koptur’un birbirinden renkli karakterlere hayat verdiği diziyi biz izlerken çok sevdik.

Her karakteri izlerken “Evet bu benim ailemden biri” diyebileceğiniz bu işte, küçük bir mahallede yaşayan, koca yürekli insanların içimizi ısıtan hikayeleri anlatılıyor..

Aynı zamanda dizi bir Kore yapımı olan Once Again dizisinden uyarlama.

Dizi 4 çocuklu bir ailenin her bir çocuğunun ilişkisinde yaşadığı problemlerle beraber baba evine dönmesinin getirdiği karışıklıkları konu alıyor. Peki en son babalar mı duyar?👀

Yaz dizilerinin olmazsa olmazı da aşktır! Bu dizide de herkesin zevkine göre birbirinden güzel çiftler ve partnerlikler var elbette.

Evin hayalperest ve yaramaz oğlu Ferdi ve ailenin biricik ve cesur gelini Öznur’u izlerken aralarındaki saf aşkı hissedebiliyorsunuz. Onur Buldu ve Melis Babadağ oynarken harika iş çıkarıyorlar! Bu partnerlik kimin aklına geldiyse teşekkür ederiz 🙂 Ferdi’nin kızıyla arasındaki bağa da bayılıyorum ayrıca. 🫶🏻

Ailenin ilişki terapistleri Deniz ve Kaan bize terzilerin gerçekten de kendi söküğünü dikemeyeceğini gösteriyor 🙂 Deniz’in tam bir “oğluşumcu” olan kayınvalidesi Feryel ile çatışmalarını izlemek çok keyifli.

Sina ve Damla ikilisi orjinaline uyarak mı yazılacak çok merak ediyorum. Son bölümde aramıza katılan ikinci erkeğimiz Oğuz’la beraber bu hikaye nereye evrilecek acaba? 

Gelelim tüm bu ikililerden benim favorim olan Emre ve Tuğçe’ye! Ailenin en akıllısı aynı zamanda da en büyük torunu olan Tuğçe’nin dünyasına aşkın girmesiyle beraber neler olacağını çok merak ediyorum. 👀 Diziye 2.bölümde katılan Utku Coşkun Emre rolüne fazlasıyla yakışmış. Kendisini izlemeyi de çok özlemiştik 🙂 Utku ve Ebrar’ın uyumunu da, Tuğçe ve Emre’nin bol inatlaşmalı ve didişmeli dinamiğini de çok sevdim! Sosyal medyada karşılaştığım yorumlara değinirsem sadece benim değil pek çok kişinin ilgisini çekmişler. Umarım hak ettikleri ekran süresini alabilirler 🙂 


Üç kuşağı bir araya toplayan bu dizi aynı zamanda geçtiğimiz haftanın ABC1’de en çok izlenen 1. AB’de en çok izlenen 3. Total’de ise en çok izlenen 2. dizisi ve de bu yazın reytinglerde 4 bandına ulaşan ilk işi oldu!

Hem hikayesiyle hem de oyuncu kadrosuyla bu başarıyı hak ediyorlar. Eğer siz de izlemek isterseniz Benim Güzel Ailem her çarşamba 20.00’da Trt 1’de! 🙂 

ecetivitirda

Camdaki Kız: Final Yorumu

Merhabalar, Uzun zamandır yazmadım buraya yazı aslında Camdaki Kız başlamadan önce her bölümü için yazmaya karar vermiştik ama her bölümünü çok zorlanarak izlediğim bir işe yazmak gelmedi içimden ve bu kararı üzülerek rafa kaldırdık. Zorlanmaktan kastım nedir kısaca bahsetmek istiyorum. Çok ağır bir dram işiydi Camdaki Kız. Nalan’a yaşatılanlar çok korkunçtu. Korse kabusu ile bir insanın elinden en doğal, en ilkel zamandan süre gelen dışkılama hakkı bile alınıyordu. Hastalıklı bir anneanne elinde gencecik bir hayat yok oluyordu ve hiç kimse buna “dur” demiyordu. Bulduğu ilk kapı aralığından kendi gibi baskı ve korku altında yetişmiş Sedat’a koştu sonra Nalan. Korku hakkında çok yanlış bilinen bir şey var bence. Korku boyun eğdirir belki bir süre karşımızdakine fakat yanlışa her zaman davetiye çıkarır. O yanlışlar birikip öyle bir çığ olur ki korkunun sessizliği üstüne düşecek küçücük bir fısıltı bile o çığın altında bırakır insanı. Nalan’a da tam olarak bunlar oldu. Hayatındaki en zehirli sarmaşıklardan biri olan annesinden (anneannesinden) kurtulmak isterken yanlış bir evliliğe adım attı. Kurtuluşun orada da olmadığını görünce başka bir zehirli sarmaşık daha buldu kendine. Hayri.

Hayri, izleyenler bilir ne naif, ne anlayışlı, ne sevgi dolu bir erkekti. Beni ise en başından beri çok rahatsız eden bir durum vardı. Hayri, baba dediği adamın evine büyük bir kurnazlıkla girip o adamın gelinine göz koymuştu. Ahlak bekçiliği yapmak değil niyetim lakin bir evlilik kötü diye, evli bir kadına başka bir erkeğin göz koymaya hakkı olduğu düşüncesine de asla katılmıyorum. Kurnazlık ve zekilik arasında ince bir fark vardır bana göre bunu çok sevdiğim bir tanımla açıklamak isterim. “Zekâ; aklın işlevidir. Akıl uzun vadeli çalışır. Öncesini, sonrasını düşünür, plan yapar, önlem alır. Kurnazlık; kendine dönük bencil çıkarların peşindedir.” Hayri böyleydi işte; hep silik kalmış, görülmek isteyen, görülünce de sudan çıkmış balığa dönüp asla doymayan, yetinmeyen bir erkekti. Bağıra bağıra gelen felaketi göremedi ve bu bencilliğinin bedelini kalbine aldığı ölümcül bir darbe ile ödedi.

Ekranlarda izlediğim en rezil karakterdi nitekim sevgili Cihangir Ceyhan’da büyük bir örnek davranışla veda bile etmedi karakterine. En güzel şekilde hayat verdi ve layığını buldun diyerek rafa kaldırdı Hayri’yi. Kendisine tüm emekleri için bir kez daha teşekkürler. Ekip zaten bu dizinin en güzel ve eleştiri alamayacak yanıydı. Öyle doğru isimler bir araya getirilmişti ki kamera arkasını bolca gördüğümüz, beraber tatillere çıkan, aile olmayı başaran şahane bir ekipti.

Finale gelecek olursak… Bana göre final çok büyük bir hayal kırıklığıydı. Sezonlarca her daim yerini korumuş ve zirvede kalmış bir işe nasıl böyle bir final reva görüldü çok şaşkınım. Hiçbir anlam veremiyorum. Koca final cenaze sahneleri ve küçük kızın konuşmasını bekleyerek uçtu gitti. Birçok sahne yayına verilmedi. Bunu gerçekten anlamıyorum. Mutlu sahneleri kesmek neyin nesiydi? Sizi hiç yarı yolda bırakmayan seyircinize bir iki mutlu sahne izletmek çok mu fazla geldi? Çeken ekibe, oyuncalara neden yaptınız bu saygısızlığı? Cevabını asla alamayacağımız sorularla vaktinizi daha fazla almayayım.

En nihayetinde Nalan’ın mutluluğu ile ekran ömrünü tamamladı dizi. Her ne kadar böyle başarılı bir işe yakışmayan, bayağı bir final olsa da Nalan’ın sonunda mutlu olması beni de memnun etti. Burcu Biricik’e sayfalarca övgüler yağdırmak isterim ama buna gerek yok artık. Sektöre adım attığı andan bu yana, gram torpili olmadan o güzel ve duru yeteneği ile zaten kendini çoktan ispat etti. Bir işe girdiğinde onu emek emek işlemeden asla sonlandırmayacağını bir kere daha gösterdi. Çok zor karakterlere ardı ardına hayat vererek bu sektöre bahşedilen ne muazzam bir yetenek olduğunu yapabileceği en güzel şekilde kanıtladı. Sedat ile olmasını eleştiren insanları anlayabiliyorum. Hak da veriyorum elbette. Ben de Nalan’ı kendi yoluna giden herkesten ayrılmış bir şekilde izlemeyi tercih ederdim.

Fakat genel izleyicinin isteği oldu ve Sedat’la yollar yeniden birleşti. Şunu unutmamak gerekir. Bu birleşme Nalan’ı güçsüz bir kadın yapmaz. Güçlü kadın eşittir yalnız kadın demek değildir. Yaptığı yanlışlardan ders çıkarıp iyileşmiş iki insan sağlıklı ve bu kez kendi istekleriyle yeniden bir araya geldiler gözüyle bakmayı tercih ediyorum bu sona. Sedat’ı Hayri’den ayıran en önemli özellik de buydu zaten. Biri hata üstüne hata yapıp bir noktadan sonra durup doğruyu bulmaya uğraştı. Diğeri bırakın yaptığı hatadan ders almayı, üstüne çok daha büyük hatalar eklemeye devam etti. Yazının sonuna gelmeden önce Feyyaz Şerifoğlu için de küçük bir ekleme yapmak istiyorum. Bu ekip bir okuldu, bir şanstı kendisi için ve o bu şansı çok iyi kullandı bence. İlk bölüm ile daha sonraki bölümler arasındaki farkı çok net bir şekilde görebilirsiniz performansı adına. Ona da bundan sonrası için başarı dolu bir hayat dilerim. Tüm ekibe verdikleri büyük emekler adına teşekkür ederim. Her birinin yolu açık, başarılarla dolu olsun.

Türk Dizi Sektörü Üzerine

Merhaba, bugün sizlerle genel bir analiz paylaşacağım. İğneyi kendime batırırken çuvaldızı başkasına batıracağım bu yazıda olabildiğince objektif olacağımdan şüpheniz olmasın.

“Gerçek Bir Hikayeden Uyarlanmıştır” İbaresi

Son zamanların vazgeçilmezi sanırım bu atıf. Özellikle sektörü ele geçiren Gülseren Budayıcıoğlu imzalı kurgulardan sonra hemen hemen her dizide bu yazıyı görür olduk. Kızılcık Şerbeti, Veda Mektubu, Camdaki Kız, Yalı Çapkını derken bu ibareyi görmekten hepimize ikrah geldi. Biz seyircileri etkileyen bu yazı mı yoksa hikaye mi, yapımcılar ve senaristler bunu bir düşünmeli.

Yalı Çapkını

Reytingleri düşündüğümüz de gerçek hayat hikayelerinin epeyce reyting aldığını görüyoruz görüyoruz da zaten senaryoların tümünde bir yaşanmışlık oluyor. Neticede geleneksel medyada fantastik işlere pek rastlayamıyoruz. En uçarı kaçarı kurgularımız bile “Ya bunu ben yaşadım,” denilen cinsten. On diziden sekizi bu ibareyi kullansa emin olun göze batmaz.

Açıkçası ben siyah fona yazılan “Bu hikayedeki kişiler ve kurumlar tamamen hayal ürünüdür,” yazısını epeyce özledim. Çok şükür ki yakın zamanda Tetikçinin Oğlu adlı dizide gördük de içimize bir su serpildi. Mazallah ya o da gerçek bir hikaye olsaydı?

Gülseren Budayıcıoğlu ve Televizyon Dizileri

Sektör bir psikolog olan Gülseren Budayıcıoğlu’nun tekelinde desek yersiz olmaz. Hemen hemen her kanalda bir işi mevcut. İstanbullu Gelin ile başlayan bu macera Yalı Çapkını ile devam ediyor. İstanbullu Gelin, Teşriki Mesai’nin usta yazımıyla beraber iyileştirici bir dile sahipken diğer işlerin şiddet pornosuna döndüğünü açık yüreklilikle söyleyebilirim. Tabii burada Doğduğun Ev Kaderindir’i de bu söylemden ayırmam gerekiyor. Demet Özdemir’in canlandırdığı Zeynep karakteri de karakter gelişimi göstermiş, kadın gücünü ustalıkla sergilemişti. Aşkın, sevginin tek başına iyileştirici güç olmadığının da altı çizilmişti. Son derece kompleksli ve psikolojik şiddetin her türlüsünü gösteren Mehdi karakterinin sevgiyle iyileşmeyeceğini görmüştük. Diziye ikinci adam olarak giren Barış Tunahan ise kurtarıcı bir figür olmak yerine destekleyici ve iyileştirici bir güçtü ve Zeynep’e sonuna dek destek olmuştu. Bu bağlamda izlemekten keyif aldığım bir diziydi. Bilirsiniz dizilerimizde ütopik şekilde hastalıklı karakterimiz daima güzellenir. Yaptıklarına bahaneler üretilir ve terapi olmaksızın aşk ile iyileşir.

Doğduğun Ev Kaderindir Barış ve Zeynep

Oysa aşk ya da sevgi tek başına yeterli değildir. Profesyonel birinden destek almadıkça yaralarımızdan sıyrılamaz hep aynı döngü içinde dönüp dururuz. Bu döngüyü bozan alışagelmiş kahraman-kurban hikayesinden çıktıkları için başta Teşriki Mesai olmak üzere Doğduğun Ev Kaderindir senaristlerine teşekkür ediyoruz.

Sansür Olmalı mı Olmamalı mı?

Bir önceki yazımda sansüre karşı olduğumu yazmıştım fakat bu şiddetin tamamen gösterilmesinden yana olduğumu da pek ifade etmez. Açıkça gösterilen sahneler beni sarsıyor. Özellikle de fiziksel olanlar.

Sevmek Zamanı adlı diziyi örnek gösterebilirim sanırım. Derya Pınar Ak’ın canlandırdığı Çiğdem karakteri tecavüze uğramıştı. Fakat biz bu sahneyi izlememiş, siyah bir minibüs ile kaçırılan karakteri ardından evine zar zor giren kendini banyoya atıp suyun üstünde ağlayan bir Çiğdem izlemiştik. Tamamen çarpıcı ve etkileyici bir sahneydi. Sonrasında girdiği sinir krizi, hezeyanlar da tüylerimi diken diken etmişti.

Sevmek Zamanı Çiğdem

Sansür var olacaksa senaristin isteğiyle var olmalı yani. Kaleminin güçlü olduğunu düşündüğüm senaristler fiziksel veya cinsel şiddeti göstermeden de çarpıcı bir etki yaratabilirler. Tabii bu benim fikrim.

Rtük ve Sansür

Geçtiğimiz haftalarda Kızılcık Şerbeti adlı diziye beş kez durdurma cezası veren ve yayın günü İslamofobi belgeseli yayınlayan kuruma tepkiler çığ gibi büyümüştü. Önce dizinin ekibiyle başlayan ardından sektördeki isimlerin de ses çıkarttığı bu ceza mahkeme kararıyla red yemiş, dizi geçtiğimiz cuma ekranlara gelmişti.

Gelmişti, gelmişti de insanların aklında tek bir soru vardı. “Neden Kızılcık Şerbeti?”

Geçen yazımda dizileri belirtmemiştim ama bu yazımda dizileri belirteceğim. Yürek Çıkmazı şiddetin dört türlüsünü de seyirciye sunan bir dizi. Ana karakterlerden Cennet ekonomik, fiziksel ve psikolojik şiddet görürken Birsen cinsel tacize uğramıştı. Denetleme Kurumu bu yayınlara herhangi bir reaksiyon göstermemiş, dizi yayın durdurma cezası almadan yayınlanmaya devam etmişti. Kızılcık Şerbeti’nin rakibi olan Yalı Çapkını’da Yürek Çıkmazı’ndan farklı değil. Hatta şöyleki dizilerimizin yüzde doksanı şiddet üzerine.

Kızılcık Şerbeti

Belinde silah olan koca koca adamlar, eşine psikolojik şiddet uygulayan eşler, gözüne kestirdiği kadını kaçırıp mahzene kapatan ruh hastaları, sözde aşık olduğu kadına emanet muammelesi yapan adamlar ve niceleri. Ekranda şiddetten başka bir şey yok aslında tatlı, mutlu, huzur veren işlerimiz çok az. Öyle ki bu işler bile reyting kaygısı yüzünden entrika içeriği yükleyebiliyor senaryoya.

Bir de güzelleme ve aklama var tabii. Feritler, Tamerler, Mehdiler mafyalar ve mafyanın atarlı giderli kompleksli çocukları aklanıp paklanıp güzelleniyor. Çocukluk travmaları bahane olarak sunuluyor seyirciye ve bir empati kurulması isteniyor. Bir de üstüne kadın karakter rehabilitasyon merkezi yerine konuyor. Kimse de demiyor ki “Ben senin tedavi merkezin değilim ruh hastası, git tedavi ol.”

Total grubumuz da bu durumdan şikayetçi değil. Senaristlerinde işine geliyor. Seyirciye ağzının suyu akacağı hikayeyi sunuyor, seyircide atılıyor oltaya. Geliyor reytingler, geliyor reklamlar!

Çöp Adam

Yani aslında ben pek şaşırmıyorum. Kendimi bildim bileli drama işlerinin teması bu. Drama işlerini geçtim romantik komedilerimiz de bile erkek karakterimiz kompleksli, yargılayıcı, egoist tiplerden oluşurken esas kızımız cennetten düşmüş bir melek gibi iyi mi iyi saf mı saf oluyor. Kum torbası gibi bir o yana bir bu yana atılıyor. Günün sonunda ise Aydilge şarkıları eşliğinde romantizm yaşanıyor.

Yolun ortasında durup sizi öpen bir adama veyahut iş yerinizde size bağırıp duran, aşağılayan bir adama akıl sağlığınız yerindeyse aşık olmazsınız. Burada cinsel tacizden ve psikolojik şiddetten bahsediyoruz. Üçüncü sayfa haberlerinde, sosyal medyada görüp lanet ettiğimiz olayları ekranda ağzımızın suyu aka aka izlememiz mide bulandırıcı değilse ne?

Seviyor Sevmiyor

Yani ben de her şey güllük gülistanlık olsun, ütopik bir dünya izleyelim demiyorum. Şiddet var, var da romantize edilmesi problem. Kıskançlığa, aşka indirgenmesi kurcalanması gereken esas sorunumuz bence. Her insanın sorunları vardır, hiçbirimiz sütten çıkma ak kaşık değiliz ama öz saygımız mevcutsa problemin dibi olan insanlarla da ilişkiye girmeyiz. Ben girmem yani. Sizi bilemem.

Şimdi bambaşka bir konuyu ele alalım.

Senaryosundan bir haber olan senaristler

Benim bildiğim yanlışsa düzeltin bir senaryonun sinopsisi, tretmanı olur. Kavramları açmam gerekirse hikayenin başı sonu bellidir. Bir kompozisyon yazdığınızı düşünün. Giriş, gelişme ve sonuç yapımcıya verilir. Elbette senaryo akışında değişiklikler olabilir. Yapımcıların senaryoya karıştığını da biliyoruz. Amma velakin bu, senaristin karakterine ihanet edeceği, hikayeye bambaşka bir yön vereceği anlamına da gelmiyor. İyi olan bir karakterin salt kötüye, kötü olan bir karakterin Peri Anne’nin değneği değmişçesine iyiye dönüşmesi bana hiç geçmiyor. Sizi bilemem. Yalı Çapkını’nın hemen hemen her karakterinde buna rastlayabiliyoruz. Birden bire kızlarına ve eşine düşkün hâle gelen Kazım yine birden bire şiddet faili bir adama dönüşürken, kendi ayakları üstünde durmak kendini bulmak isteyen Seyran, Ferit’ten başkasını düşünemez hâle geliyor.

Ferit ise ne istediğini bilmeyen hastalıklı bir karakter olarak yol almaya devam ediyor. Karakter gelişimi yok. Aksine tüm karakterler geriye doğru gidiyor.

Hadi Yalı Çapkını bir drama. Trajedi yumağı. Travma üstüne travma eklenmesi gerekiyor diyelim. (Demiyoruz bu arada) Ekranlara aile komedisi diye verilen Güzel Günler bile kendi senaryosuna ihanet etmiş hâlde. Alya’nın karakter tanıtımında hiçbir negatif öge yer almazken Alyamız birden bire Junior Ferhunde entrikaları çevirir hâle geliyor. Yetmiyor, Aleyna da birden bire lüks düşkünü, kompleksli bir kadına dönüşüyor. Burada “Are you really?” demek istiyorum pek sevgili senaristlerimize.

Güzel Günler

Açık söylemek gerekirse aslında pek de şaşırmıyorum bu süregelişe. Karakter tanıtımlarına Behlül’ün Adnan’a ihanet ettiği gibi ihanet eden senaristimiz bol. Yine bir örnek vermem gerekirse Tozlu Yaka’da bize şefkatli, merhametli, iyi diye sunulan Cemre’nin katil çıkması gibi.

Tozlu Yaka Cemre

Ters köşe yapacağım diye girişilen bu hikaye beni epey güldürmüştü. Başından beri katilin Cemre olduğunun söylenmesi ise kahkahalar attırmıştı. Madem öyleydi, karakter tanıtımında neden pozitif bir profil çizmişti? Muammalar dizesi.

Karakter tanıtımına sadık kalan sayılı isimlerden biri olduğu düşündüğüm Meriç Acemi’yi anmak istiyorum burada. Ufak Tefek Cinayetler adlı dizide karakterlere çizdiği profil ile senaryo çakışmamıştı. Hiçbirimiz Arzu’nun katil olmasını beklemesek de tanıtımda yer alan “arızalı bir kadın,” cümlesi bize göz kırpıyordu aslında. Günün sonunda Meriç Acemi’de Behlül olmuş senaryoyu da Bihter’e çevirmişti ya neyse.

Şimdilik burada bırakacağım. Sektörün falsosu o kadar fazlaki akademik makale çıkar üzerinden.

Bir dahaki yazımda görüşmek üzere.

error: Korunan İçerik!